24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

'Müziğim hakikate yol olsun'

“Amacım her bucaktan kulağı ve gözü büyülemek, hoş zaman geçirdiği anda bile, seyircimi değiştirip hakikatle bağ kurmasını sağlamak.” diyen saz sanatçısı Muzaffer Özdemir, “İcra ettiğim müzikle dinleyenlerimin gerçek sanatçıyla, yaratıcıyla karşılaşmasına vesile olmak isterim.” şeklinde konuşuyor.

GÜLCAN TEZCAN 9 Kasım 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
'Müziğim hakikate yol olsun'

Müzisyenler bir başka dünyanın insanları. Canlı performans dinlerken bunu çoğumuz hissetmişizdir. Enstrümanları ile kurdukları özel bağ ve notalarla örülü bir dünyada dinleyenleri buyur ettikleri masal ikliminde doğrudan gönlünüze nüfuz ederler. Sazıyla ve sahne performansı ile alışılageldik halk müziği icracılarından oldukça farklı bir yerde duran Muzaffer Özdemir de türküleri yeni bir bakışla yorumlayan isimlerden. Türkiye’de sazı dik çalan tek müzisyen olan Özdemir, sazının tellerinde kâh atları koşturuyor, kâh ağıtlar yakıyor. Aynı zamanda uzun yıllardır gezgin aşıklık geleneğinin takipçisi ve bu geleneği canlı tutmak için şehir şehir geziyor. Anadolu’da sözlü kültürün yanı sıra türkülerin de dilden dile aktarımını sağlayan gezgin aşıklık geleneğini Gezgin adlı romanı ile yeni nesillere de anlatmayı hedefleyen Muzaffer Özdemir’le müzik, edebiyat ve sanatı üzerine konuştuk.

Muzaffer Özdemir kendini nasıl tanımlıyor?

Ben de, kendime sık sık soruyorum. “Muzaffer Özdemir kimdir?” O bir sanatçı, o bir ada. Doğduğu gün şiirlerin nüfusuna kaydolmuş, dört yanı sanatla, edebiyatla, müzikle kaplı kocaman bir ada. Popülaritesi olmayan, sadece yüzmeyi bilenlerin keşfettiği bir ada. Aranınca bulunacağına, verilince alınacağına inananların keşfettiği bir ada. Farklı yetenekleri olan sinerji yüklü epik bir adamım. Karma sanatçı… Sanatın birçok dalıyla ilgilendim fakat asıl elemanlarım müzik ve şiir oldu. Müziğin yapısıyla şiirin yapısı arasında birçok ortak nokta var. Etkileyici, coşturucu özellikleriyle yaşamın her alanında her durumda uygulanabilirlikleri var.

Önceliğiniz hangisi yazmak mı, şiir mi, müzik mi? 

Mizah yazarlığından, gazetelerde köşe yazarlığına, oradan da roman yazarlığına uzanan bir süreç yaşadım. Yayınlanmış yirmi üç kitabımın on üç tanesi şiir. Uluslararası bir şiir yarışmasında ülkemize ödül getirdim. Bugün, yayınlanmış tüm edebiyat antolojilerinde ve edebiyat sözlüklerinde bana ayrılmış bölüm var. On beş yaşımda başlayan müzikal performanslarımı hiç aralıksız sürdürmekteyim. Tek kişilik orkestra olarak bütün kıtaları dolaşıp dünyanın her yerine ülkemizin ezgilerini taşıyorum.

Hangisi daha önce başladı?

En önce okumak başladı. Okumak bütün marifetlerimi besleyen geliştiren bir şey oldu. Yunus Emre, Karacaoğlan gibi ruh köklerimizi besleyen güçlü kaynakların şiirlerini okuyarak başladım. Tabi bu arada icracıları da ilgiyle dinliyordum. Sekiz yaşımda iken bir bağlamam olmuştu. O da, bu yolda daha hızlı yürümemi sağladı.

Müzisyenlik ve sahne rol çalıyor mu diğerlerinden? 

Ben farklı yetenekleri olan karma sanatçıyım. Sanatın birçok dalıyla ilgilendim fakat asıl elemanlarım müzik ve şiir oldu. Müzik ile şiirin hayatımdaki işlevleri, yarışmak değil. O nedenle, her performansın sonunda berabere kalıyorlar. Müzik benim işim, onunla karnımı doyuruyorum. Şiir ise susuzluğumu giderdiğim bir kaynak…

Gezgin romanı fikri nasıl ortaya çıktı?

Gezgin’i yazmaya başlayacağım günlerde üç ayrı proje vardı önümde. Kadim kültürümüzün çok önemli bir motifi olduğuna inandığım, unutulmaya yüz tutmuş gezgin âşık geleneğini anımsatmak amacıyla Gezgin’e öncelik verdim.

Gezgin romanınızın kahramanı Sazısüvari’nin söylediği türküler size ait, o eserleri kahramanınız icra ederken kıskanmadınız mı?

Sazısüvari, romanın olduğu kadar, benim de kahramanımdır. Sazısüvari’nin yaptığı bilinçli bir tavırdır. Ben onun okurla buluşmasını, tanışmasını, sağlarken, o da benim türkülerimin tanınmasını sağlıyor. Bir çeşit gönül birliği. Bu gönül birliği ozancadır, kıskanmak olmaz. Romanda Sazısüvari, sazını çalıp çalamayacağını soran bir genç ozana “Elbette çalarsın, o saz benim değil, hepimizin sazı. O bir tellâldır. Sen daha çok gençsin bir çalgı gibi görebilirsin. Halbuki bağlama bir çalgıdan fazlasıdır, her türlü meşakkatimizi yankılayan, üstlendiğimiz yükün, kadim geleneklerimizin taşıyıcısıdır o. Tıpkı elimiz, usumuz, yüreğimiz gibi.” der. Hâsılı onun kimliğinde sözümüz, sesimiz ete kemiğe bürünüyor.

Gezgin Âşıklık kültürü ile ilgili birikiminiz nasıl oluştu. Siz ne vakit tanıştınız bu gelenekle?

Altı, yedi yaşlarımdaydım, köyümüze gelen gezgin âşıkları dinlememle başlayan, on üç yaşımdan itibaren izlerini sürüp dostluklarını, babacanlıklarını  paylaştığım büyüklerimdi onlar. Birikmemi, biriktirmemi sağladılar.

Âşıklık geleneği bu güne taşınabildi mi?

Âşıklık geleneği sürüyor, fakat gezgin âşıklık başka. Romanın ön sözünde de açıkladım bu konuyu. Plakla başlayan kaset ve cd ile devam eden, radyo ve televizyon çağında, başka bir deyimle sanayileşmenin etkisiyle bu gelenek son buldu. Son buldu diyorum ama, ben, başta da söylediğim gibi ülkemizde ve diğer ülkelerde gezgin âşık olarak aralıksız dolaşıyorum.

Âşıklık size neler kattı?

Bu sorunuzun cevabı, bir kitap kapsamında olur. Özetle şunu belirteyim. İnsanla karıncayı bir tutmayı, bir gözle görmeyi kattı. 

Farklı bir saz çalma tekniğiniz var, geleneğin izini sürerken neden bir yandan da yenilik arayışındasınız? 

Aslında, hepimiz farklıyız. Benim yaptığım Muzaffer Özdemir farkını gün ışığına, gün ışığı yetmezse sahne ışığına çıkarmak. Bir sahnede, insanların zamanını alma hakkı sağlanmalı. Sahnenin uzamını tüm boyutlarıyla ve olası tüm düzeylerde kullanılabilecek şekilde tasarlıyo-rum. O günkü repertuara uygun olarak sahneyi giydiriyorum, kendim de ona göre giyiniyorum. Yalnız elimdeki çalgıları değil, sahneyi de seyirciyi de akort ederek, sanatsal etkiyi organize ederek başlıyorum icrama. Görselin alev alıp yükselişi, bu teatralite, benzersiz sonuçlar doğuruyor. Amacım her bucaktan kulağı ve gözü büyülemek, hoş zaman geçirdiği anda bile, seyircimi değiştirip yapıcı bir işlevle organik bağ kurmasını sağlamak. Onun, gerçek sanatçıyla, yaratıcıyla karşılaşmasını sağlamak. Bir şairin dediğince “Herkes dünyayı bir yanından onarıyormuşcasına…” Seyircimin, alan bakımından olmasa bile, anlam bakımından her zaman büyük bir sahneyle karşılaşmasını sağlarım. Hem yalnızca büyük değil, büyük ve örnek teşkil eden, hayatı süsleyen, güzelleştiren, resimsel bir sahneyle…

YENİ ENSTRÜMANLAR İCAT EDİYORUM

Enstrüman çalma dışında müzikle ilgili neler yapıyorsunuz?

Yüzyılı aşkın bir süredir, dünyada altı tane müzik aleti icat edildi, altısı da benim icadım. O enstrümanlardan ve bildiklerimizden oluşan on yedi enstrümanı aynı anda çalarak performanslar sergiliyorum.