23 Nisan 2024 Salı / 15 Sevval 1445

Özcan Deniz: Nurgül’ün en iyi partneri benim

Bu hafta vizyona giren ‘İkinci Şans’ filminin yönetmeni, yazarı ve oyuncusu Özcan Deniz ve filmdeki partneri Nurgül Yeşilçay ile filmi ve hayatı konuştuk.

SERDAR AKBIYIK19 Kasım 2016 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Özcan Deniz: Nurgül’ün en iyi partneri benim

Türk sinemasının iki önemli ismi bir araya gelip film çekerse biz de teybimizi onlara uzatırız tabii. Özcan Deniz yönetmen, senarist ve oyuncu olduğu dördüncü filmini çekti. ‘İkinci Şans’ filminde Nurgül Yeşilçay ile beraber kamera karşısına geçti. İki yıldız sorularımızı cevapladı. Özcan Deniz’e yönetmenlik ve oyunculuğu ne kadar süre beraber götürmeye devam edeceksiniz diye sorduğumuzda “Filmine göre değişiyor. Şimdi bu filmde Nurgül’ün karşısına kimi koysam keşke ben olsaydım diye hayıflanacaktım” dedi.

Senaryoyla başlayalım. Fikir nasıl ortaya çıktı? Orijinal senaryo mu?

ÖZCAN DENİZ: Orijinal. Senaryonun ana fikrinin bayağı geçmişi var ama yazmaya başlamamız filmden dört ay öncesine dayanıyor.

Tetikleyen şey ne oldu?

Ö.D.: O dönemde Nurgül ‘Paramparça’da ben ‘Kaderin Yazıldığı Gün’de rol alıyorduk. Aynı bölgeye denk geldi setlerimiz. O sıralarda set ziyaretleri başladı. Ben de biraz sıkıştırdım Nurgül’ü “Yazın ne yapıyorsun? Film çekelim mi” diye sorunca olumlu yanıt verdi. Bir iki konuyu elden geçirdik. En sonunda şu anki hikayeyi yolladım. O da heveslendi. Bu ruh durumunu yakalamak çok önemli. Birinin daha sizinle beraber aynı düşündüğünü görmek çok heyecan verici.

Senaryo geldi, okudunuz. İlk düşündüğünüz şey ne oldu?

NURGÜL YEŞİLÇAY: Aslında ilk önce senaryoyu okumadım. Özcan anlattı öncesinde. O çok güzel anlatır.

Ö.D.: Ben ne anlatırsam onu çekiyorum.

N.Y.: Ha işte ben onu bilmiyorum. Ya çekerken başka şey çıkarsa falan diye endişe ettim. Anlattı. Sonra ben bir heveslendim, kalktım ayağa dolanmaya başladım. Eğer ben dolanmaya başladıysam içim içime sığmıyor demek. Dedim oynarım, yaparım, ne zaman yapalım? Ne zaman çekelime geldi olay. Daha sonrasında bana esti, dedim ki bir senaryoyu okuyayım. Çok profesyonelim! Neyse sonrasında okudum senaryoyu, beğendim.

Henüz filmi seyretmedim. Ama fragmanından anladığım kadarıyla şehirli bir hikaye.

Ö.D.: Değil aslında. Filmin hikayesi taşradaki bir adamın da başından geçebilirdi. Sadece maskelenmiş. Şehirli adam maskesiyle anlatılan kısımlar var. Onun dışında herkesin, yaşadığı travmalar ve hikayeler söz konusu. Sadece mekan olarak İstanbul’u seçtik. Belki durduğunuz yerden öyle algılanmış olabilir.

N.Y.: Ben de öyle düşünüyorum. Dünyanın her yerinde, her sosyoekonomik ortamda tutabilecek bir hikayesi var. İstanbulu, koy başka yere. İki tane ergen çocuğu olan 40 yaşına gelmiş insanlar aşk yaşıyor.

Bu film, kendini ciddiye alan, melodramı da kullanan bir gişe filmi mi?

N.Y.: Gişe filmlerine endüstriyel tasarım olarak bakıyorum. Diğeri duvarına as, bak sadece. O da gerekli, bu da. Ancak bu daha çağdaş geliyor bana. Dolayısıyla tanımın güzel.

Peki bir oyuncu olarak Türkiye’de bu tür filmlerin az yapıldığını düşünüyor musunuz?

N.Y.: Düşünüyorum. Özcan’ın sineması öyle, kullanılabilir sanat diye tabir ediyorum ben onu. Kullanılabilir sanat olduğu için de bana yakın. Zaten çok içi boş, içimin almadığı bir şeyde oynamak istemem açıkcası. Ama eli yüzü düzgün, güzel anlatan, sempatik, herkesin kendini bulacağı bir film.

Filmlerinize baktığımız zaman bir senarist olarak, genelde bu tür filmleri tercih ettiğiniz ortada. Neden?

Ö.D.: Türkiye’de sektör yok. Stüdyo filmleri yok. Size farklı farklı şiparişler veren, tasarımlar yapan yapım beyni yok. O yüzden de kendi karakterimizle, el yordamıyla bir stil oluşturuyoruz. Bir tarz oluşturup onun üzerinden gidiyoruz. Bunun avantajı ve dezavantajı var. Avantajı, seyirci biliyor ki bu eğer sizin elinizden çıkmışsa belli bir standartı vardır. Dezavantajı, bir gün başka bir şey yapmak istediğinizde “Bu nedir?” diyen bir kitle çıkabilir karşınıza. Ben bunu dengelemeye çalışıyorum. Bugüne kadar altı film yaptım ve her birinin içinde kendilerince küçük geçişler var. Şu anda yaptığım film korku-gerilim üzerine. Yani belli bir türün üstüme yapışmasını değil standartın üstüme yapışmasını tercih ederim.

Kaç filmde oynadınız?

N.Y.: Vallahi ben de hatırlayamadım. 13-14 olabilir.

Yani siz şimdi deneyimlisiniz. Türkan Şoray’la karşılaştırıldınız. Sinema konusunda, bir tatminsizliğiniz var ise, bu sinema endüstrisinin de suçu değil mi?

N.Y.:  Haa, sen oraya gelmek istiyorsun. Ama ben oraya gelmeyeceğim.

Niye, sonuçta sizi veya herhangi bir sinema oyuncusunu besleyecek bir endüstri yok.

N.Y.:  Her şeyden önce, sevdiğim işi yapıyor olmak büyük bir mutluluk. Sevdiğim işi tabii ki sevdiğim şekilde de yapmak isterim. Ancak bu her zaman istediğim gibi olmuyor. Burası senin dediğin noktaya değiniyor. Türkiye’de bence en önemlisi, dünyada da en önemli şey, kimse sevdiği işi yapamıyor. Bu konuda bir şımarıklık yapamayız. Ben sevdiğim işi yapıyorum. Burada endüstriyi es geçemeyiz. Amerika’ya gidip de Robert De Niro’yla konuşsak, o da “Ah Amerikan sineması” diyecek. Fransız bir aktörle konuşsak o da “Ah Fransız sineması” diyecek. Bizim de bir çok eksiğimiz var ve bu konuyla alakalı da bir sürü şey söylenebilir ancak bu başka bir röportaj konusu bence. Ben sinemayla alakalı istediğim şeylerin çoğunu yapabildiğime inanıyorum.

Set ziyaretleri arasında bir gün Nurgül’ü sıkıştırdım ‘Yazın film çekelim mi” dedim. Olumlu cevap verdi.

Kadın karakterleri yazarken aklıma annem geliyor

’İkinci Şans’ biraz belirli yaşın üstündeki, hayatı tecrübe etmiş insanların hikayesi değil mi?

N.Y.: Yanlış tecrübe etmiş insanların hikayesi. 

Özcan Bey, nasıl yazdınız?

Ö.D.: Yazdığım tüm karakterler, kendini savunmak zorundadır. Yasemin’e, Cemal’e karşı bir sürü şey yaptırdım. Cemal de kendisini savunuyor filmde ama Yasemin kadar güçlü bir savunma mekanizması yok. 

Bu sizin biraz da bakış açınızla mı alakalı? Kadınları hayatın sahipleri gibi mi görüyorsunuz?

Ö.D.: Evet. Küçüklüğümde babam tarafından anneme o psikolojik baskıların yapıldığına çok şahit oldum. Belki o yüzden kadını yazarken aşağılamamaya, daha özenli olmaya dikkat ediyorum. Annem çok ezildi. Rahmetli okuma yazma bilmiyordu. Televizyondan izleye izleye kendi kendine öğrenmiş. Bizden gizli Duygu Asena’ya en az 60 sayfalık babama olan öfkesini yazmış. Kız kardeşim bunu bulmuş, getirdi benden postalamamı istedi. Okudum, içim parçalandı. Erkek olarak, hayatım boyunca hiçbir kadına o tarz duygular yaşatmamam gerektiğini öğrendim. Göndermedim tabii, çünkü çok özel şeyler vardı.

Belki oradan da bir film çıkar.

Ö.D.:Aklımda var bir şeyler.

Filmle ilgili ne söylemek istersiniz?

N.Y.:  Bu film çoğu anlamda rahat bir film, yani sevgilinle, kardeşinle, anne, babanla gidebilirsin.

Ö.D.:  Öncelikle izlerken bizim de keyif almamız gerekiyor.  Nurgül ile beni bıraksanız biz de sabaha kadar izleriz. Umarım seyirci de beğenir.

Yüzümü arşivlemek istiyorum...

Sizinle daha önce yaptığımız ropörtajlarda da konuşmuştuk. Senarist, yönetmen, oyuncu, bunların hepsini bir arada olmak zor aslında.

Ö.D.:  Zor ancak tabii ki yapılamayan bir şey değil.

Bir önceki filminizde de hem yönetmen hem de oyuncu oldunuz. O tecrübeden sonraki filminizde de aynı şekilde yapmanızı neye yorabiliriz?

Ö.D.: Tamamen çıkan hikayeye bağlı. Ben oynamalıyım gibi bir takıntım yok. Ama mesela Nurgül Yeşilçay’la film çekmek istiyorsam, onun karşısına ben başka bir adamı koymak istemem. Yani böyle bir şeyse, o anda hikaye denk gelir, tamamdır. Ama mesela şu anda başka bazı hikayeler daha var, onlarda kendimi görmüyorum. Bundan sonraki kariyerimi, çek oyna, çek oyna gibi gitmek istemiyorum. Ama şimdi öyle bir yaştayım ki, Özcan Deniz olarak, bu halimi, bu yüzümü arşivlemek istiyorum. Kullanabildiğim kadar kullanmak istiyorum. Her geçen yıl başka bir şey ekliyor. Şu anda yeterince arşivlemek istiyorum ki ileride sadece yazan, sadece yöneten, hoşuna giden bir şey olursa oynayan birisine dönüşebileyim.