24 Nisan 2024 Çarşamba / 15 Sevval 1445

Osmanlı müziği bir şehir müziğidir

Osmanlı Müziği, Cumhuriyet döneminde yasaklandı. Klasik Türk Müziği’nin Osmanlı döneminde sadece seçkinlerin dinlediği bir saray müziği olduğu ve halktan izole edildiği düşüncesi yerleştirilmeye çalışıldı. Oysa Saray, musiki için önemli bir merkezdi ancak tekel değildi. Osmanlı’daki sanatın her türlüsü bütün tebaaya aitti.

MERVE YILMAZ ORUÇ30 Haziran 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Osmanlı müziği bir şehir müziğidir

Osmanlı Devleti her dönem bilimsel ve sanatsal çalışmalara kapılarını açarak destek sağladı. Sanat ürünlerinin geniş tüketici kitlelerine doğrudan ulaşma imkanının bulunmadığı bir dünyada Osmanlı’da saray ve padişahlar müzikle uğraşan insanlara hamilik yaptı. Ancak bu hami-musikişinas ilişkisinde temel amaç nitelikli sanatçıların ve eserlerin desteklenmesiydi. Osmanlı dönemine baktığımızda istisnalar dışında çoğu padişah, musikiye önem vermiş ve maddi manevi katkılarda bulunmuştur. O dönemin şartlarında sarayın müziğe olan desteğinin padişahlığın da bir gereği olduğuna değinen yazar Selman Benlioğlu, “Bu dönemde ilim ve sanatla ilgilenenler piyasaya eserlerini arz edip oradan geçimini sağlayacakları bir durum içinde değillerdi. Bugünkü gibi bir telif hakkı yoktu, eserler matbaa ile çoğaltılıp satılarak para elde edilemiyordu. Böyle bir üretimin yapılması için bir himayeye, hamiye ihtiyaç vardı. Bu hami saray, padişah, vezir, paşa, aristokrasi olabiliyordu” diyor. Ancak sarayın müzik üzerinde bir tekel oluşturduğu ve halkı müzikten izole ettiği düşüncesi bir dönem gündeme geldi. Bu durumun cumhuriyetçi kesimin ortaya attığı temelsiz bir iddia olduğunu söyleyen Benlioğlu, “Osmanlı döneminde icra edilen müziği, Cumhuriyet döneminde kendi kültürleri olarak görmeyenler, bu sanatı Bizans’tan Araplardan devşirilen ve sadece saray çevresinde üretilen ve tüketilen seçkin bir musiki olarak adlandırdılar ve Geleneksel Türk Müziği’ni yasakladılar. Oysa Osmanlı dönemine baktığımızda müzik hayatında sarayın yönlendirici ya da baskılayıcı olmadığı şehirle saray arasında geçişken bir yapı olduğu hami-musikişinas ilişkisinin gönül bağı ile kurulup temel amacın Osmanlı müziğini belirli bir seviyeye getirmek ve geliştirmek olduğu görülüyor” diyor. Osmanlı musiki geleneğinde iktidar ve saray patronajının ne derece etkili olduğu ve hami-müzisyen ilişkisinin çeşitli yansımalarını bu müziğin zirve yaptığı III. Selim ve II. Mahmud devirleri üzerinden Saray ve Musiki kitabında ele alan Yalova Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Görevlisi Selman Benlioğlu ile Cumhuriyet döneminde yasaklanan müziği ve Osmanlı Müziği’nin bugüne yansımalarını konuştuk.  

SARAYIN MUSİKİYE İLGİSİ BİR GEREKLİLİKTİ

Osmanlı padişahlarının seyrine baktığımızda genel olarak bazılarının bestekar, bazılarının iseicracı olduğunu görürüz. Şehzadelik döneminde müzik eğitimi alan padişahların saray içerisinde de her zaman var olan müzikle büyüdükleri için bu alana ilgi duyduklarını belirten Benlioğlu, padişahların müziğe kurumsal anlamda destek sağlamalarının aslında padişahlıklarının bir göstergesi hatta bir gereği olduğuna değiniyor. Benlioğlu, “Teorik musiki çalışmalarının başladığı ilk dönem II. Murat zamanıdır. Musiki Nazariyati Literatürü bu dönemde Türkçeleştirilmeye başlanıp bir Osmanlı kimliği kazanmıştır” diyor. Bugünkü Klasik Türk Müziği’nin oluşmasında Osmanlı kültürünün önemli bir etkisi olduğunun yadsınamayacağını vurgulayan Benlioğlu, şöyle devam ediyor: “Ortadoğu’da bir makam müziği coğrafyası vardı ancak Osmanlı kendi müzik kimliğini ortaya koydu. Osmanlı Müziği’nin genel karakterine baktığımız zaman bu müziğin aslında şehirli bir müzik olduğunu görüyoruz. Çeşitli sınıflardan, rütbelerden, esnaftan ve halktan müziğe merakı  olan insanlar herhangi bir maddi beklenti olmadan müzikle ilgilendiler.”

KİLİSE BATI MÜZİĞİNİN EN ÖNEMLİ PATRONAJI

Doğu ve Batı da sanatın her alanında hamiliğin olduğunu belirten Benlioğlu, “Batı’daki musiki patronajının en önemli kurumu kilisedir. Klasik Batı Müziği büyük oranda kilisenin ihtiyaçlarına cevap vermek için bu patronaj ilişkisi içinde doğup şekillendi. Batı’da müzikle iç içe olan bir din var. 16. ve 17. yüzyılda ise kilise hamilik rolünü aristokratlar ile paylaşıyor. Batı’daki sarayında her zaman müzik üzerinde bir hamiliği oldu” diyor. 

Osmanlı Devleti’nde kilisenin rolünü oynayan bir kurum olmadığına ancak camilerde, tekkelerde musikinin icra edildiğine değinen Benlioğlu, buradaki ilişkinin kilisedeki gibi bir merkez tarafından patronaj ilişkisine dönüşmediğinin altını çiziyor ve ekliyor: “Meşrebine, tarikatına göre dini musiki bu kurumlarda yer alıyor. Cami kökenli müzisyenler var. Bunun en güzel örneği Hamamizade İsmail Dede Efendi’dir. Yenikapı Mevlevihanesi’nde yetişen Dede Efendi’nin birçok eseri günümüze ulaştı.” 

ESERLER MEŞK YOLUYLA BUGÜNE GELDİ

Osmanlı’dan bugüne binlerce beste geldiğini ancak bir o kadarının da günümüze ulaşamadığına dikkat çeken Benlioğlu, eserlerin bu zamana meşk yoluyla geldiğini söylüyor: “Hoca talebesine eserini ezberletiyordu o da kendi öğrencesine öğretiyordu. Bu şekilde nesilden nesile geldi. 20. yüzyıl başlarına kadar nota yoktu. Hamparsu gibi uygulamalar vardı.”

OSMANLI’DA SANATIN HER TÜRLÜSÜ TEBAAYA AİTTİ

19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde müzik alanında farklılıkların olduğunu ve modernleşme hareketlerinin zamanla evlere kadar yayıldığını söyleyen Benlioğlu, bu dönemde şarkı formunun ön plana çıktığını ancak eski klasik formların da devam ettiği belirtiyor. 20. yüzyıla gelindiğinde Cumhuriyetle beraber geleneksel müziğe darbe yapıldığını anlatan Benlioğlu şöyle konuştu: Osmanlı Müziği, Cumhuriyet döneminde yasaklandı. Bu müziğin Osmanlı döneminde sadece seçkinlerin dinlediği bir saray müziği olduğu ve halktan izole edildiği düşüncesi yerleştirilmeye çalışıldı. Osmanlı döneminde icra edilen müziği kendi kültürleri olarak görmeyen bir grup, bu müziği Bizans’tan Araplardan devşirilen ve sadece saray çevresinde üretilen ve tüketilen bir seçkin müziği olduğu algısı oluşturdu. Müzisyenlere astronomik rakamlarda ihsanlar verildiği söylendi. Ancak özelikle III. Selim döneminde alınan ekonomik tedbirlere baktığımızda bunun pek mümkün olmadığını kaynaklardan görüyoruz. Saray müzik için önemli bir merkezdi ancak tekel değildi. Osmanlı’da sanatın her türlüsü bütün tebaaya aitti. Cumhuriyet döneminde bu müzik kötülenirken yeni bir müzik ortaya konulmaya başlandı. Halk müziği bizim asıl müziğimizdir anlayışı kabul edilip bunu Batı müziği ile harmanlayarak yani modernize ederek yeni bir Cumhuriyet müziği ortaya konulmak istenildi.”

Bugünkü Türk müziği patronajina bakıldığında çok sayıda hâmi olduğunu vurguluyan Benlioğlu, hâminin dün bir iken bugün bin olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Tek hâmilerin tekeli kırılınca müzisyenler heyecana kapıldı, ‘herkese hitap edebiliriz’ diye düşündüler. Piyasa oluşmaya başladı. Tüketici kitlesi müzisyenlerin gerçek patronu oldu. 

HAMİ MUSİKİŞİNAS İLİŞKİSİ 

Saray ve Musiki kitabına başlarken Halil İnalcık hocanın Şair ve Patron eserinden ilham aldığını söyleyen Benlioğlu, bu çalışmasında III. Selim ve II. Mahmud dönemini inceliyor. 

III. Selim ve II. Mahmud dönemini özellikle seçtiğini söyleyen Benlioğlu, bu iki padişahı ele almasının en temel nedeninin her ikisinin de müzisyen olması ve bu yarım asırlık devrin Osmanlı modernleşme serüveni açısından kritik bir dönemi oluşturmasından kaynakladığını vurguluyor. Bu dönemde hem eski hamilik ilişkisinin görüleceği hem de Batı’daki dönüşümle beraber yeni oluşumların olduğunu söyleyen Benlioğlu, “III. Selim şehzadeliğinde Kırımlı Ahmet Efendi’den ve Tanburi İzak’tan ders aldı. Bugün kendisine atfedilen 100’e yakın eser ve 19 civarından makam vardır. III. Selim, neyzen, tanburi ve bestekardır” diyor. II. Mahmud’un üzerinde amcası  III. Selim’in etkisi olduğuna değinen Benlioğlu şunları aktarıyor: II. Mahmud hem neyzen hem de bestekardır. 30-40 kadar eseri bugüne gelmiştir. Bu dönemde başlayan Batılılaşma harekatına rağmen sarayda geleneksel musiki ile ilgili fasıllar tertip ediliyordu. Mahmut döneminde Mehterhane kapatıldı ve yerine Muzıka-i Hümâyun açıldı. Bu batılı bir bando idi. Musiki tarihimizde en önemli batılaşma hareketi diyebiliriz.  

MÜZİĞİN GELİŞMESİNİ SAĞLADILAR

“III. Selim, AbdülBâkı Nâsır Dede’yi bir müzik teorik sistemi geliştirmesi yönünde teşviklerde bulundu. AbdülBâkı Nâsır Dede, hazırladığı Tedkik ü Tahkik adındaki kitabını III. Selim’e atfetti. O dönemde Ermeni müzisyenlerinden Hamparsum Limonciyan’a bir nota sistemi geliştirmesi konusunda da desteği oldu. Padişahların, müzisyenleri himayesi bir çok eserin ortaya konmasına, müzik teorisinin gelişmesine yaradı.”