24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

Osmanlı olduğumu babaannemin hikayelerinden öğrendim

Kiminin hafızası şahsi olma lüksünden o kadar uzaktır ki, terekesinde yüzyılları taşır. Sultan Abdülhamid Han’ın dördüncü kuşaktan torunu Orhan Osmanoğlu, “Çok şükür arşivlerimiz açılıyor. Bundan sonra herkes susacak arşivler konuşacak. Gençlere çok iş düşüyor” diyor. Osmanoğlu ailesinin devletçi bir yönü vardır. En kötü devlet devletsizlikten iyidir, biz hadiselere bu zaviyeden bakarız. Sultan Abdülhamid’de bunu net olarak görüyoruz. Tüm ısrarlara rağmen Kudüs’ten ve İstanbul’dan vazgeçmemesi, çağı aşan icraatları ile…

ZEYNEP TÜRKOĞLU24 Şubat 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Osmanlı olduğumu babaannemin hikayelerinden öğrendim

Sultan Abdülhamid Han’ın dördüncü kuşaktan torunu Orhan Osmanoğlu Suriye’de doğmuş, babaannesinin anlattıkları ile zihnini ve kalbini doldurmuş, sonunda gurbetten sılaya, Şam’dan İstanbul’a gelmiş bir Hanedan üyesi. Dedesi gibi Kudüs’e düşkün olan ve her fırsatta ecdad emanetini ziyaret eden Orhan Osmanoğlu’nun hikâyesi, biraz Osmanlı’nın, biraz Cumhuriyet’in, biraz dünün, biraz bugünün, sonunda bu toprakların tarihinin hikâyesi… 

- Dünyayı nerede tanımaya başladınız?

1963’te Şam’da Muhacirin Mahallesi’nde doğdum. Adından da anlaşılacağı gibi muhacirlerin yaşadığı bir yerdi. Türkler, Çerkesler yaşıyor.  

- Ana diliniz neydi?

Arapça tabii. Türkçe bilmiyordum. Oradaki soyadım Âliosman diye geçiyordu. Acaba Osmanlı mıyım diye bir soru geliyordu aklıma. Türk müyüm, Arap mıyım? Haliyle yetiştiğim ortam, Arap kültürünün hâkim olduğu bir yer. Ama babaannem kanımdaki Osmanlılığı, Türklüğü bana aşılamıştı. Akşamları bana anlattığı hikâye gibi gelen şeyler vardı.

- Neler anlatırdı?

“Dedelerin sultandı. 600 sene hükmetmiş bir aile var. Onların sarayları vardı. Dünyayı fethettiler.” Babaannem dört yaşımdan itibaren bana bunları anlatmaya başladı. Okul çağına gelince tarih derslerinde bu kez Türklerin o toprakları istila ettiklerinin anlatıldığı kitaplar çıktı karşıma. E, babaannem öyle söylemiyor. Bu sefer okulda tartışmalara girmeye başladım. Hiç unutmuyorum 5. sınıfta Yavuz Sultan Selim konusu işleniyordu. Yavuz lakabı anılmadan, sadece “Üçüncü Selim” olarak adı geçiyordu. “İstilacı” diye bahsediyorlardı. Eve gidince babaannem bambaşka bir Selim’i anlattı bana. Ertesi gün okula gittiğimde “Hocam istilacı diyemezsiniz” dedim. “Sen Âliosman değil misin? Zaten soyundan belli. Yarın annen gelsin” dedi. Ertesi gün annem müdürle görüştü. Müdür, “Sizi tanıyoruz tabii. Ama oğlunuzun bu şekilde konuşması şu anki rejim bakımından tehlikeli. Bu çocuğu tembihleyin” dedi. Okula devam ettikçe problemler büyüdü. Her gün eve yırtık önlükle gelmeye başladım. Hâlâ o günlerden izler taşırım. Ama hiç yılmadım.  

- Türkiye’ye ilk ne zaman ve ne vesileyle geldiniz?

11 yaşımı yeni bitiriyordum. 1974’teki af kanununda hanedanın erkek üyelerinin Türkiye’ye gelmelerine izin verildi. İstanbul’daki büyük halam babama “Gelmenizde bir sıkıntı yok” diye mektup yazıyor. Yasağın kalkması sonrası Türkiye’ye gelen ilk şehzadelerdendik. Annem, babam ve henüz bir yaşında olan kız kardeşimle büyük halamın yanına geldik. Vatandaşlık verilmediği için turist vizesiyle gelmiştik. Burada çok değerli bir profesörle tanıştık; Ahmet Nuri Yüksel. Babama “Sizin de kalmanızı isteriz ama hiç değilse şehzademiz tahsiline burada devam etsin” dediler. Aslında babam şartlar elverişli olmadığından pek istekli değildi. Kendi ülkesine turist olarak gelmek onu üzüyordu. “Büyüklerimizi ziyaret eder döneriz” deyince babama karşı çıktım. Burada kalmak istiyordum. Eğitimime nerede devam edeceğime de karar vermeliydim. Ayrıca askerlik meselesi vardı. Suriye’de özellikle de Hafız Esed’in ordusunda asker olmak istemiyordum. “Eğer beni Şam’a götürürsen bir hafta içinde Türkiye’ye kaçarım” dedim. Babam “Şimdi benimle dön, söz seni göndereceğim” dedi. Dediği gibi beni İstanbul’a gönderdi.

- Türkçe biliyor muydunuz?

Hayır, hâlâ Türkçe bir kelime bilmiyordum. Beni özel yatılı bir okula yerleştirdiler. Zorluk da orada başladı. Ama pişman olmadım, mücadele ettim. Çünkü babamın karşısında mahcup olmak istemiyordum. “Ben demiştim” demesini işitmek zor olurdu. Babam Suriye’de normal bir memurdu. Buraya yanına geldiğim aile de zengin değildi. Halam mütevazı bir evde yaşar bana da harçlık verirdi. Fakat zamanla bu harçlık yetmemeye başladı. Elim açıktı. Kimlerden olduğumuz öğrenilince zengin olduğumuzu zannediyorlardı.

- Ailenizin yeniden bir araya gelmesi nasıl oldu?

1977’de babam emekliliğine az bir zaman kala ‘ben oğlumdan daha fazla ayrı kalamam’ diye Türkiye’ye geldi. O zaman ben de yatılıdan çıktım. Lisede bütün aile bir aradaydık. Ama bu bana bir sorumluluk da yükledi. Babam burada çalışmadı. Benim de onlara bakmam lazımdı. Ne yapabilirim diye düşündüm. Mahmutpaşa’ya gittim. Yün şişleri aldım. Zamanında hanımlar çok meraklıydılar kazak örmeye. O sıralar yamulmayan cinsten örgü şişleri çıkmıştı. Hoşuma gitti. Ben bunları annemin arkadaşlarına satabilirim dedim. Oradan başladım. 

- Siz ailenizi, kimliğinizi babaannenizden dinlemişsiniz… Siz neler anlattınız çocuklarınıza?

Onlara her zaman şunu söylüyorum; “Siz 600 yıl devlet yönetmiş soylu bir aileden geliyorsunuz. Sakın ola ki kendinizi şehzadeyim, sultanım diye tanıtmayın. Saygı gösteren zaten bilir. Haklı olduğunuz davada sonuna kadar gidin, kimin kanını taşıdığınızı unutmayın. Yanlış bir hareketten işiteceğiniz söz bütün aileye uzanır. Karşınızdaki kötü söz sarf etmedikçe eleştirilere de açık kalın. Ama edebinizle karşılığını verin.” 

- Tarih yazımında bazen efsane ile gerçekler birbirine karışır… Size ailenizin anlattıkları ile bugün yazılan Osmanoğulları ve özellikle de Abdülhamid Han ne kadar benziyor?

Arşivler birçok muğlaklığı ortadan kaldıracak. Bazı soruların cevabı orada. Abdülhamid de 1500 küsur eser bırakmış, hâlâ bazılarından istifade etmekteyiz. Osmanlı’nın kurumları ile incelenmesi gerekir.

- Yaşanmış tarihi kopukluğa karşın dedeleriniz, Osmanoğlu ailesi büyük sevgi ve ilgi görmeye devam ediyor. Olumsuzluklara rağmen nasıl oldu da halk bunu şuurunda tuttu?

Resmî olarak her ne kadar yanlışlar varsa da merhum Başbakan Ecevit, ‘Vahdeddin hain değildi’ diyerek bir çok fayı kırdı. Keza Başbakan Demirel ‘Osmanlı kötü değildi’ dedi. Bazı şeyleri bazı zamanlarda yapmak zorunda kalınmış olabilir. Mühim olan hatanın görülmesidir. 

- Günümüz insanı Abdülhamid Han’ın en çok hangi yönüne dikkat etmeli, ders ve örnek almalı sizce?

Osmanoğlu ailesinin devletçi bir yönü vardır. En kötü devlet devletsizlikten iyidir, biz hadiselere bu zaviyeden bakarız. Sultan Abdülhamid’de bunu net olarak görüyoruz. Tüm ısrarlara rağmen Kudüs’ten ve İstanbul’dan vazgeçmemesi, çağı aşan icraatları ile… Balta Limanı Anlaşması ile kararan, sonra Tanzimatla zifiri karanlık olan tarihimiz aydınlanıyor çok şükür. Osmanlı tüm ırkların ortak tarihidir. Sultan Abdülhamid, zifiri karanlık dönemin sultanıdır.

Okula başlayınca tarih derslerinde, kitaplarda babaannemin  söylediklerinin aksine Türklerin o toprakları istila ettikleri çıktı karşıma. Bu sefer okulda tartışmalara girmeye başladım. 

Her ne kadar yanlışlar varsa da Başbakan Ecevit, ‘Vahdeddin hain değildi’ diyerek bir çok fayı kırdı. Keza Başbakan Demirel ‘Osmanlı kötü değildi’ dedi. Mühim olan hatanın görülmesidir. 

1974’TEKİ AF KANUNUNDA HANEDANIN ERKEK ÜYELERİNİN TÜRKİYE’YE GELMELERİNE İZİN VERİLDİ. YASAĞIN KALKMASI SONRASI TÜRKİYE’YE GELEN İLK ŞEHZADELERDENDİK.

Gençlerimiz kaynaklardan beslenerek eser yazmalı 

- Osmanlı’nın, özelde ise Abdülhamit Han’ın devlet etme anlayışını ve dehasını anlamak için neler yapılabilir?

Çok şükür arşivlerimiz açılıyor. Bundan sonra herkes susacak arşivler konuşacak. Gençlere çok iş düşüyor. Herkes mutlaka Osmanlıca öğrenmeli. Gençlerimiz arşivlerimizi kaynak gösterip eserler yazmalı. Osmanlı’nın ilmî yönünü ortaya koymalı. Tarihi cenk meydanlarından ve sadece entrikalarla örülü siyasî olaylardan kurtarmalıyız.