24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

Özgünlük için klasiği bilmek şart

Sanatseverlerin ebru konusunda artık çok daha bilgi sahibi olduğuna dikkat çeken ebru sanatçısı Funda Köz Demirçin, “İnsanlar boyasıyla, rengiyle ve biçimi ile çok iyi yapılmış klasik ebruyu ayırt edebiliyor. Ya da farklı olanın arayışındalar” diyor.

GÜLCAN TEZCAN 29 Eylül 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Özgünlük için klasiği bilmek şart

Klasik sanatların merkezi İstanbul gibi görülse de Ankara’da da güçlü bir damar var. Bunun en güzel örneklerinden biri ebru sanatında yenilikçi bir bakışla soyut eserler veren Funda Köz Demirçin. Kendine ait Klytie Sanat Atölyesi’nde hem ebru yapan hem de öğrenci yetiştiren Demirçin, özgün işleriyle dikkat çekiyor. Klasikte yeni ve farklı dokunuşlar yaratabilmek için sağlam bir gelenek alt yapısının gerekliliğinin altını çizen Demirçin, “Klasik ebruya, malzemelerine, tekniklere hakim değilseniz özgün işler çıkarmanız imkansız.” diyerek sanatı sağlam temeller üzerinde öğrenip ilerlemenin önemini vurguluyor.

Alışılmışın dışında ebrularınız var. Ebru sanatına ne zaman başladınız ve nasıl bir süreç sizi bu noktaya getirdi?   

Farklılıklardan beslenen bir insanım. Bu hem bana hem de sanatıma oldukça olumlu katkılar sağlıyor. Ebruya olan tutkum uzun yıllar öncesine dayanıyor. Kişisel gelişim uzmanıyım, yıllarca bu alanda çalıştım. Dostum ve eğitmenim olan Rabia Zencirkıran daha önce bir dönem ebru eğitimi almıştı. Danışanlardan ve eğitimlerden sonra rahatlama ihtiyacımız oluyordu, merkezimizin bir odasını atölye yaptık, boyalarımızı kendimiz ezdik, fırçalarımızı kendimiz sardık, kitremizi hazırladık. Temelinden ilk tanışmam ve bağ kurmam bu sayede başladı. Sonra karma bir sergide ustam Bahtiyar Hira’nın dalgalı dediğimiz teknik ile yaptığı bir eseri ile karşılaştım ve eser beni içine aldı. Bu etkileşimden sonra hocamı bulup derslerine başladım. Tamamen klasik ebru eğitimi aldım. Dalgalı tekniğe geçebilmem uzunca bir zamanımı aldı çünkü ciddi bir boya ve kağıt hakimiyeti gerektiriyordu. Bir buçuk yıl önce kendi atölyemi açtım. 

Klasik ebru sizin için sadece zemin mi, ilham veren mi?

Klasik çalışırken çok fazla hayata dair şey düşünürüm, biriktiririm.Zamanla yapısal olarak orada da evrildim ve hâlâ değişim sürmekte. Kendi tarzımı oluşturmak için ayrıca bir çabam yok, akışla her şey zamanla hem değişiyor hem oturuyor. O an alev gibi yanan güller yapmak istiyorsam onu yapıyorum ya da mavi yapraklarda nefes alıyorum. Bu bağlamda klasik benim için, bir ilham kaynağı değil, tamamen bilinçli olarak katkımın olduğu teknik ve süreç. 

Bu ebruları yapabilmek için teknik bilmek yetmiyor sanırım...

Klasik ebruya, malzemelerine, tekniklere hakim değilseniz imkansız. Alt yapınızın sağlam olması gerekiyor. Bu da bana çalışmalarımda özgün efektleri, bile isteye gerçekleştirme olanağı sağlıyor. Yenilikçi ve cesur olmak her işte gerekli, özellikle de sanatta. Çalışmalarını yalnızca klasik yapan usta ve öğreticilere kesinlikle ihtiyaç var. Yoksa bu kıymetinin çoğu içinde saklı sanat nasıl devam eder ki? Ama yüzünü değişen insana, çevreye, şartlara ve dünyaya dönük tutmak gerek. Bana gelince kimse beğensin diye çalışmıyorum ebrularımı, ruhumu besliyorum onlarla. İçime sinmeyen işin gideceği yer çöp kutusudur. O çöp kutusuna atılışlarına şahit olup “Kıyıp nasıl atıyorsunuz?” diyen de çok oluyor “Ben ona kıymazsam o bana kıyar, çok daha iyilerini yapmalıyız” diyorum. İnsanlar boyasıyla, rengiyle ve biçimi ile çok iyi yapılmış klasik ebruyu ayırt edebiliyor. Ya da farklı olanın arayışındalar. Çünkü gelişen zamanla birlikte  Ebrunun yalnızca kadın ismi olmadığı çok iyi öğrenildi.

"Çalışmalarını yalnızca klasik yapanlara ihtiyaç var. Ama yüzünü değişen insana, çevreye, şartlara ve dünyaya dönük tutmak gerek." 

KALIPLAR ÖZGÜN İŞLERİ ENGELLİYOR

Uzunca bir süredir çok yaygın ebru yapılıyor, ilgisi meraklısı arttı. Ama sizin gibi özgün işler çıkaranlar az. Neden sizce?

Evet sadece ebru da değil klasik sanatların tümünde merak ve uğraş artışı var. Çok sıkı bir genç kitle geliyor eğitimli, güçlü ve enerjisi yüksek. Birkaç yıla isimlerini sıkça duyarız, bunu beklemek bile sanat adına çok heyecan verici. Ebru yurt dışında da oldukça popüler olmaya başladı. Genelde klasik teknikten çok, özgün ve kendilerince buldukları materyallerle ilerliyorlar. Bazı çalışmalar oldukça başarılı. Çalışmalarımda dalgalı ya da İspanyol ebru dediğimiz tekniği kullanıyorum. Özgün işlerin azlığı usta çırak ilişkisinde süregelen sert kalıptan kaynaklanıyor. Tabi ki ustamızı taklitle işe başladık, benim de ön dönem yaptığım çalışmalar neredeyse ustamın birebir eli ve o çalışmalarım hep özel kalacaktır. Ama zamanla kendimizi bulacağımız bir tarzımız olacağını dile getirirdi hocam. Ben ustamın biraz da asi öğrencilerindenim. O nerede uçtuğumu hep çok iyi bildi ve kanatlarıma dokunmadı. Şanslıydım onunla yol aldığım için, zedelenmedim.

“Atölyemin adının neden Klytie olduğunu soruyorlar. Klytie mitolojik bir figür. Günebakan çiçeğine dönüştürülmüş yarı ölümlü bir kadının adı. Bir gün atölyem olursa bu adı koyacağım demiştim.”

BİR EBRUNUN DOĞUM HİKAYESİ

Ebru yaparken ne hissedersiniz?  

Atölyeyi yeni açtığım dönemlerimdi maddi manevi bir sıkışmışlıktaydım, üstelik bir sergiye eser çıkarmam gerekiyordu, günüm de azalmıştı. Hiç durmaksızın tekneye boya atıp, alıyorum. Boyalar akıyor, biraz bir şeye benzettiğim iş yırtılıp elimde kalıyor ve hepsi birbirine benziyor. Oysa farklı bir şey deniyorum. Bir ara verdim ve enerjisinin bana iyi gelen bir sanatçı dostumu aradım “Sıkıştım çıkamıyorum!” dedim. “Sakinleş, geçici bir süreç, doğum sancısı bu” dedi. Uzunca bir süre sustum, içime döndüm ve tekrar teknenin başına geçtim. Sonrası ritim, an, uçuş. Neredeydim, ne yaptım, ne kadar sürdü bilmiyorum. Tekneden kağıdı çektiğimde yaşadığım duygunun tarifi yok. En kıymetli eserlerimden Fetüs böyle oluştu…

“ANKARA’DA SANAT YAPMA VE GÖRME İMKANI SINIRLI”

Ebrularınızda hangi duygular, ne tür durumlar karşılık buluyor?

Çalışmalarımı yaparken zamandan ve mekandan kopuyorum. İnsana, hayata, evrene ait ne varsa içinde barındırıyor. Soyut diye isimlendiriyorum çalışmalarımı ve şükür ki her bakan kendinden bir duygu buluyor. Durumu şöyle özetleyebilirim: Suyun üzerinde kuralın ve kuralsızlığın buluştuğu anı teslimiyetle resmediyorum.

Geleneksel sanatların merkezi İstanbul gibi görünüyor. Böyle mi?

Ankara öncelikle benim doğup büyüdüğüm yer. Dinginliği bazen iyi geliyor bazen enerjini alabiliyor. İstanbul ruhu ile sanatçıyı besleyen aynı zamanda da Ankara ile kıyaslandığında maddi manevi daha çok doyuran bir şehir. Ben bunu Ankara’da sanatı görebilme ve yapma olanaklarının sınırlılığına da bağlıyorum. Çok az etkinlik ve etkinlik alanı var galerilerden  sanat merkezlerine kadar. Büyük sanatçılar burada sergi açmaya çekiniyor. Sanata doyurucu yatırımlar yapılmıyor, sanatı halkla buluşturacak etkinlikleri birkaç büyük kuruluştan başka üstlenen yok projeler de oldukça az. İnsanlar hâlâ bir galeriye girip gezmeye korkuyorken burada sanatın sürdürülebilirliğinden ne kadar bahsedebiliriz ki? Ankara bu bağlamda bir handikap oluşturuyor mu? Maalesef evet. Ama İstanbul’da da diş dişe göz göze bir rekabet var. Bu yönü ile düşündüğümde de Ankara kesinlikle huzurlu. 

Yaptığınız işler uluslararası fuarlar da yer buluyor mu?

Şu ana kadar yer almadım. Teklifler de var. Yaptığım işi bir kenara bırakır ve bir gözlemci olarak konuşursam, özellikle ülkemizdeki fuarlar galerilerin birbirleri ile yarışına dönüşmüş durumda. Şu an için yetersiz ve samimiyetsiz bulduğum hiçbir organizasyona katılmayı düşünmüyorum.