19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Soykırımı yapanlar Srebrenitsa'nın bedelini ödemedi

Zamanın ruhu bilgi bombardımanı içinde cahil bırakabiliyor insanı. Kaçınılmaz değil, ama bu yaygın bir tuzak. Srebrenitsa’da yaşanan katliamın yıldönümü vesilesiyle sadece “24 yıllık bir acıyı andık, geçtik” olmasın diye yazıldı bu yazı. Hafızamızı diri tutmak için. Kâh Bosna’nın lideri Aliya İzzetbegoviç’in hatıralarından kâh gazeteci Emine Şeçeroviç Kaşlı’nın anlattıklarıyla o korkunç günlerde ne yaşandığını hatırlayalım istedik.  

ZEYNEP TÜRKOĞLU13 Temmuz 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Soykırımı yapanlar Srebrenitsa'nın bedelini ödemedi

Bosna Hersek, tarihin en vahşi soykırımlarından birini, bütün dünyanın gözü önünde, Avrupa’nın orta yerinde yaşadı. Her şey biz yaşarken oldu. Herkes, her şeyi görüyordu. Bugünün gerisinde olsa da 90’lar haberleşmenin anlık gerçekleştiği dönemlerdi. Olan biten seyredildi. Bu seyrin maliyeti bir milletin canı, namusu, tarihi ve kimliğiydi. Müslüman Boşnak, her şeyiyle coğrafyadan ve tarihten silinmekle karşı karşıya bırakıldı. Önce Allah’a sonra birbirlerine dayandılar… 

Büyüklerin dünyasında durum net, taraflar belli, gerçekler sertti. İnanılması güç de olsa, durum belliydi. Oysa çocukların ezberi büyüklerinki kadar kuvvetli değil. Ne oluyor, neden oluyor, çocuklar için fazla karmaşık. Onlar sadece birilerinin gelip, kendilerini o cehennemden kurtarmasını bekliyor. Gelen yok, ses veren yok… Demek ki kimse bilmiyor diye düşünüyor çocuk. Yoksa? İnsanlık nasıl olur da göz göre göre yaşananları engellemez? Bosna’nın sesi, bir çocuğun sesinde duyuldu. Sesini ancak kendi dağlarına haykıracağını öğrenen bir çocuk. Anne babasını, ailesini kaybeden, Bosna’yı ana, Srebrenitsa’yı kardeş edinen bir çocuk… Boşnak şair ve âlim Prof. Cemalettin Latiç, o çocuğun kalbiyle yazdı şiirini. Bosna, yılın bu günlerinde, acısını, haykırışını, bu şiirin sesiyle duyuruyor. 

“Annem, annem, annem… 

Hâlâ seni hayal ediyorum… 

Ablam, ağabeyim…  

Her gece sizi düşünüyorum; yoksunuz. 

Sizi arıyorum.  

Nereye gidersem gideyim sizi görüyorum.  

Anne, baba neden yoksunuz? 

Bosna sen benim annemsin.  

Bosnam benim, sana anne diyeceğim. 

Annem Bosna, ablam Srebrenitsa… 

Yalnız kalmayacağım…” 

“Bir Bosna evladıyım. Bir de babamın hep söylediği gibi Osmanlı torunuyuz.”  

Emine Şeçeroviç Kaşlı. Boşnak gazeteci-yazar. Bir savaş dönemi çocuğu. Bosna Savaşı başladığında henüz okula bile gitmiyordu. Savaşı tarih kitaplarından değil, doğrudan içine yuvarlanarak öğrendi. O gün, öğrendiklerini, aslında öğrenmek mecburiyetinde kaldıklarını bugün yazılarında, kitaplarında anlatıyor. İşin doğrusu sadece o günleri yani 90’lı yıllarda ülkesinin yaşadığı savaşı anlatmakla da kalmıyor. Savaşın ortasındaki çocuk olma tecrübesi, mültecilik günleri, onun bugünün savaş çocuklarına karşı da dikkatli kılıyor. O sebeple söyledikleri hem kendi ülkesinin sivil tarih çalışmaları için hem de bugünün “savaş çocukları” için önemli. 

Savaş içinde de olsa çocuk daima çocuk. O günleri yaşamış birkaç kişi ile karşılaşıp konuşunca bunu tereddütsüz anlıyor insan. Korkusu ne kadar büyük olursa olsun, bir tarafı ne kadar hızlı büyürse büyüsün, gülmeye, oynamaya, sevilmeye olan ihtiyacı eksilmiyor. Tersine belki de artıyor. Amaç, sebep, siyaset içerikli tartışmaları bilmediğinden belki savaşın ayak seslerini de duyamaz bir çocuk. Ama bir bayram sabahı evine düşen bombayla sadece yaşadığı mekân değil, hayatı da alt üst olur. O zaman savaşın ne olduğunu öğrenmek için kitaplara bakmasına gerek kalmaz. Emine Şeçeroviç Kaşlı, Srebrenitsa soykırımının yıldönümünde, geriye baktığında o zamanki aklıyla bugün anladığı gerçeklerin mukayesesini yapıyor; 

 “Bir çocuk o yaşta bunları düşünemiyor ama kim olduğunu bilmediğim birilerinin yardım etmesini bekliyordum. İlk sığındığımız elbette Allah’tı.  Birileri yardım etsin diye insan bekliyor. Çocuk yaşta adresi bulamayabilirsiniz. Ama birileri yardım etmeliydi. Yardım gelmeyince insanların olup bitenden haberi olmadığını düşündüm. Fakat bugün baktığımda çok saf ve masumca düşündüğümü anlıyorum. Bugün de dâhil, başka yerlerde yaşanan zulümleri, acıları biliyorum. Ve hiçbir şey yapamıyorum. Bizi de herkes biliyordu. Ama hiçbir şey yapmıyordu. Bunu da bugün insan algılayabiliyor…” 

SOYKIRIMDA YÜKSELEN ÇIĞLIKLARI HALA DUYABİLİRSİNZ

Srebrenitsa’da Sırplar uluslararası destekli Boşnak soykırımı ile meşgulken, dünyanın geneli kuru, soğuk, bugün git-yarın gel’ci diplomatik nezaketi içinde idi. Türkiye’nin o günlerdeki çabasını, desteğini bugün hâlâ şükranla zikreden Boşnaklar, kan donduran bir vahşetle karşı karşıya kalmıştı. 

“Bosna’da şehidi olmayan ev yoktur” sözü, insan kaybı hakkında az çok fikir veriyor. Fakat savaşın da bir kanunu, bir hukuku olmalı. Olmadı. Olamadı. Müslüman Boşnak halkı, kadın, erkek, yaşlı, genç ve çocuğuyla birlikte, işkenceye, tecavüze maruz kaldı, katledildi. Srebrenitsa dışında başka noktalarda da benzerleri uygulanan soykırımın haberleri, farklı şehirlerdeki Boşnak halka da peyderpey ulaşıyordu. Olan biten, yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Olan bitenin, olup bittiği yerde, bugün barış yürüyüşü yapılıyor. Kaşlı, “Hiç değilse bir kere gitmelisiniz” dediği yürüyüşü, o mevkiin bugünkü ruhunu şöyle anlatıyor. 

“Ormanlık bir alandır. Bugün orada, her yaprağın sallanmasında bir çığlık duyarsınız. İnsan orada normal yürüyemez, herhangi bir gündelik konudan konuşamaz. Çünkü orada çığlıklar duyuyorsunuz. Bir anne görüyorsunuz çocuğunu kurtarmak isteyen. Bütün o hikâyeyi yaşıyorsunuz, öyle bir güzergâh. O anlar hâlâ orada yaşıyor diyebilirim. Yıldönümünde büyük bir sessizlik olur. Ama aynı zamanda içinde büyük bir çığlık vardır o sessizliğin. Maalesef Sırp yönetimindeki bazı bölgelerde soykırım tanınmadığı için hâlâ anma yapılmaz, bu da başka bir acıdır.” 

SIRPLARIN YIKTIĞINI TİKA İHYAT ETTİ

 İnsan canından kıymetlisi yoktur deriz. Doğrudur da. Ancak can kaybı gibi acı veren başka saldırılarda olur soykırımlarda. Soykırımın temel hedefine uygun saldırılar. Mesela Mostar Köprüsü’nün yıkılması ya da el yazması tarihi kitapların bulunduğu kütüphanenin yakılarak kül edilmesi, tam da bu tip saldırılardandır. Sadece yaşayanları ortadan kaldırmak değil, arkasından gelecek olanları da köksüz bırakmak, geçmişi, tarihi tahrip ederek silmek hedeflenir. Boşnaklara göre doğrudan insana yapılanın yanında cami, köprü, kütüphane gibi mekânlara saldırmanın amacı sadece olanları kovmak değil, Boşnak milletinin bütün değerlerini, kültürünü, hislerini yok etmekti. Bu ancak bir milleti kimliği ile tarihi ile ortadan kaldırmak için yapılabilecek bir vahşetti. Gazeteci Kaşlı, bu saldırılardan elbette büyük üzüntü duyduklarını, ancak nihai olarak Sırpların hedeflerine ulaşamadığını şu cümlelerle ifade ediyor. “Hem insan katlettiler hem de bize ait ne varsa onu da yok etmeye çalıştılar ama Allah’a şükür olsun ki beceremediler. Başaramadılar. Anlık bir yıkım oldu. Elbette üzüntümüz oldu, ama bugün baktığımız zaman yine Mostar Köprüsü var, yine kütüphanemiz var. Hepsi tekrar onarıldı. Tarihi eserler Türkiye tarafından, TİKA tarafından onarıldı. Bunlar bizim için çok önemli. Bizim komşularımızın yıktığı şeyleri, Türkiye geldi tekrar yaptı. Sırpların yıktığını TİKA ihya etti. Bunun bizim için değeri çok büyük.” 

MİLLETÇE GURUR DUYMALISINIZ...

Burada güncel bir tartışma konusuna, farklı ve tecrübeli bir ses olarak Kaşlı’nın sözleri ile katkıda bulunalım. Bir bakış açısı önerisi; 

Çocuğuma da uygun bir dille ve bu yaşta bilmeleri gerektiği kadar yaşadıklarımı anlatıyorum. Bu acıların bir daha yaşanmaması için bu gerekiyor. Öte yandan benim Türkiye’de geçirdiğim mültecilik dönemini de bilmeleri gerekiyor. Ki Türkiye’nin de nasıl büyük ve mazluma el uzatan bir ülke olduğunu bilsinler.  Bugün de sadece Suriyeli mülteciler konusunda değil, her nerede masum varsa, el uzatan Türkiye’dir. Ses eden biri varsa o Türkiye’dir. Bunun ne kadar önemli olduğunu buradaki insanlar bilmiyorlar ama savaş içerisinde olduğunuzda bunu çok iyi algılıyor, biliyorsunuz. Daha iyi farkında oluyorsunuz. Bunun için de teşekkür etmek istiyorum. Bana 20 yıl önce mülteci iken burada yardım edildi. Belki de o yüzden bugün ‘vatanım’ diyorum buraya. Ben eminim bugün de yardım ettiğiniz çocuklardan, gençlerden 20 yıl sonra buraya ‘vatanım’ deyip, burası için de çalışmak isteyen gençler yetişecek. Bu yapılanlarla halk olarak, millet olarak bence gurur duymalısınız… 

Zamanın ruhu bilgi bombardımanı içinde cahil bırakabiliyor. Kaçınılmaz değil, ama bu yaygın bir tuzak. Bu yıldönümü vesilesiyle sadece “24 yıllık bir acıyı andık, geçtik” olmasın diyenler için suyun başına, kaynağa doğru çıkalım. Müslüman Boşnakların lideri, ordusunun komutanı, devletinin başkanı merhum Aliya İzzetbegoviç aynı zamanda bir fikir adamıydı. Aksiyonu özgürlüğü kazandırırken, ömrü boyunca yazdıkları istikamet işaret ediyor. Çok sayıdaki eserinden hangisini isterseniz başlamak mümkün. Bununla beraber, Tarihe Tanıklığım adını verdiği hatıratını bir adım öne çekiyor ve sizi onun kalemiyle baş başa bırakıyorum… 

HAYATIMIN BİR KISMI ALTERNATİF BİR ÖNSÖZ

Bu kitapta okuyacaklarınız benim hayatımdan kesitler sunmaktadır. Çünkü diğer kısımlar ya unutulmuşlardır ya da sadece bana aittirler. Geriye kalan bir otobiyografiden çok bir vakayinâmedir; benim hayatım boyunca cereyan etmiş olan olaylarla, kişisel değerlendirmenin elverdiği ölçüde doğru ve dürüst biçimde yeniden gözden geçirilmiş bir hesaplaşmadır.  

Anıların nasıl yazıldığına aşina değilim. Churchill’in ünlü çalışmasını okurken, edebiyatın bir türünde Churchill’in kendisinin de belirttiği gibi, yazarın askeri ve siyasal olaylara ilişkin kendi vakayinâmesini “kendi kişisel deneyiminin iplikleriyle” bağladığını fark ettim. Bu itibarla hatıratlar, daima öznel bir algılayıştır. Tarih değildirler ve zaten tarih de, onu yapanlar ya da parçası olanlar tarafından yazılmamalıdır. Bu kitabın görece büyük bir parçası mektuplardan ya da benim mektuplarımın parçalarından, konuşmalardan ve o dönemde yapılmış olan mülakatlardan oluşmuştur.  

Bunlardan bazılarını olduğu gibi ya da kısmen alıntılamanın önemli olduğunu düşündüm, çünkü onlar benim anlık tepkilerimdi; olaylar hakkında, onlar göz önüne çıkar çıkmaz yaptığım hızlı hatta bazen anlık yorumlarımdı ve sonuç olarak da, olaylar hakkındaki en otantik şehadetleri oluşturuyorlardı. Bu, aynı zamanda, bu tür yazılarda sık sık ortaya çıkan bir tür “şeylerin mahiyet ve önemini sonradan anlama” durumunu önlemenin de bir yoluydu.  

Kısacası bu kitapta okuyacaklarınız, benim, tarihimizin zor bir dönemine ilişkin gerçeklerimdir.  

Aliya İzzetbegoviç

Saraybosna, 

31 Mart 2001 

KATLİAMI YAPAN HOLLANDALI ASKERLER TEDAVİ GÖRDÜ 

1995 Temmuz ayının sonlarına doğru yapılan katliamda, kenti Sırp askerlere teslim eden Hollanda askerlerinin çoğu daha sonra ülkelerine döndüklerinde psikolojik tedavi görmek zorunda kaldı. Hollanda hükümeti hiçbir sorumluluk kabul etmezken, kenti bırakarak Sırpların katliamına göz yuman 600 hafif silahlı Hollanda askerinin büyük bir bölümü pişmanlıklarını her fırsatta dile getirdi. Srebrenitsa kentinde yaşadıkları anları kitaplaştıran askerlerden biri olaydan dolayı yaşadığı pişmanlığı şu sözlerle ifade etmiştir “Ölmek istiyordum, masum insanları koruma sözü verdiğimiz halde bize sığınan insanları koruyamadığımız için kendimi affetmiyorum” Srebrenitsa kentinde kurulan BM kampında tercümanlık yapan Hasan Nuhanoviç de anılarında şunları paylaşıyor; “Hollandalı askerlerin bulunduğu kampa gelerek, kampa sığınan insanların teslim edilmesini isteyen Sırp komutan, aksi takdirde kampın bombalanacağını açıklamıştır.” Hollanda askerlerinin kendi canlarını kurtarmak için insanları tek sıra halinde teslim ettiğini aktaran Hasan Nuhanoviç kamp etrafında boğazlanan insanların çığlıklarını ve yalvarmalarını unutamadığını söylüyor. Kampa sığınan ve Sırp askerlerine teslim edilen insanların arasında Nuhanoviç’in 18 yaşındaki erkek kardeşi Muhammed, annesi ve babası da vardır. Yaşadığı o günleri gözyaşları içinde anlatan Hasan Nuhanoviç katliamcılardan birçoğunu teşhis etmesine rağmen cezalandırılmadıklarını, hatta annesinin katili olan kişinin devlet dairesinde memur olarak görev yapmaya devam ettiğini belirtiyor. (Nuhanoviç, yaşadığı bu üzücü ve kan donduran anıları 2007 yılında yazdığı “ Birleşmiş Milletler Bayrağı Altında-Srebrenitsa Katliamı” adlı kitabında paylaşmıştır.) 

Avrupa medeniyetinin kanlı eli: Radovan Karacic 

Srebrenitsa Katliam’nın baş sorumlusu olan Karaciç yakalandıktan sonra yargılandı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra görülen en önemli savaş suçları yargılamalarından biri olarak görülen davada mahkeme, Karaciç’in Srebrenitsa’daki Boşnak erkeklerin yok edilmesini istediğine hükmetti. Mahkeme ayrıca, Radovan Karaciç’i, Bosna savaşı sırasında ‘İnsanlığa karşı suç işlemekten’ de suçlu buldu ve toplamda 40 yıl hapis cezasına çarptırdı. 

Srebrenitsa’da ne oldu? 

Temmuz 1995’de Yugoslavya iç savaşı sırasında Sırp ordusu, “Krivaya 95 Harekatı”nın bir parçası olarak Srebrenitsa’yı işgal etti. Yaşanan bu olay bir işgal olarak kalmadı bir katliama, bir soykırıma dönüştü. Bosna – Hersek’in Srebrenitsa kentinde en az 8.372 kişi Ratko Miladiç komutasındaki ağır silahlı Sırp ordusu tarafından öldürüldü. Yapılan katliama Sırp ordusunun yanı sıra, Bosna-Sırp ordusunun “Akrepler” olarak bilinen özel birlikleri de katılmıştır. Birleşmiş Milletler’in Srebrenitsa’yı güvenli bölge ilan etmesine rağmen, bu kararın gerçekte bir karşılığı olmadı. Kentte bulunan 600 Hollanda Barış Gücü askeri, katliama mani olmadı. Tersine alan terk edildi. Sivil Boşnaklar, silahsız olarak Sırplara bırakıldı. Srebrenitsa olayı, II. Dünya Savaşından sonra Avrupa’da yapılan en büyük insan katliamı ve etnik soykırım olarak dünya tarihine kazındı.