24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

Mehmet Mollaosmanoğlu: Türkiye okumaya yeni başlayan bir ülke

Profil Yayıncılık’tan çıkan ‘Domuz Kasabı’ adlı kitabı Frankfurt Fuarı’nda tanıtılan Mehmet Mollaosmanoğlu’nun hedefi kurgu dünyasının en iyilerinden olmak.

3 Aralık 2016 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Mehmet Mollaosmanoğlu: Türkiye okumaya yeni başlayan bir ülke

Yeni rolanı ‘Domuz Kasabı’nı geçtiğimiz günlerde yayınlayan Mehmet Mollaosmanoğlu ile edebiyata, edebiyat ortamına dair ses getirecek bir söyleşi yaptık. Frankfurt Fuarı’nda kitabının lansmanı yapılan ilk Türk yazar olan Mollaosmanoğlu, “Bir gün dünyanın en çok okunan kurgu yazarlarından olacağımı biliyorum” diyor.

 ‘Domuz Kasabı’ her ne kadar gerilim kurgusu olsa da, konunun Alanya’da geçmesinden yola çıkarak soruyorum; sizin hayatınızdan hangi izleri taşıyor? 

 Kişiselleştirmezsek şayet etrafımda cereyan eden olaylardan faydalandığım doğrudur bunun kapsamı da sadece roman kahramanımın karakteri ve işiyle ilgili olmaktan öte gitmez. Yoksa bir domuz kasabıyla hiç tanışmadım, domuz eti hiç yemedim ve en önemlisi kaynanam asla ve kat’a romandaki gibi bir kadın değil... Yine roman kahramanım İlimdar Can Çekirdek gibi bir karakterin bakış açısıyla hareket ettiğim de söylenemez. Bununla beraber kendimi bildim bileli doğduğum ve yaşadığım Alanya’da her zaman bir domuz kasabı olagelmiştir, ilham veren de budur zaten. Malum, Alanya Türkiye’de en fazla yabancının yerleşik yaşadığı Akdeniz şehri...

“Müslüman Mahallesinde salyangoz satmak” diye bir deyim var, Domuz Kasabı’nı okumaya başlayınca felsefesinin farklı olduğu ortaya çıkıyor. Kitapta insanların bir güce sığınma ihtiyacından kaynaklanan soyut kavramların esiri haline gelmeleri üzerinde durulmuş. 

Acizliğin yanına bir de ihtirası koyarsak doğru... İlimdar, açgözlü ve kurnaz bir esnaf,  düştüğü tuzağın bu durumuyla ilgili olabileceğini baştan anlayamıyor. Dar bir vadide ilkel hayat yaşayan bir grup insanın arasına düşünce kendini, mesleğini ve diğer insanları sorgulamaya başlıyor.  Demek istediğim şu; çoğu zaman gerçeğe ulaşmak için kabullerden sıyrılmak gerekir, işte bu cesareti bulanlar için yaşam daha anlamlıdır. Bakın kolay yahut zor demiyorum, anlamlı diyorum... Bu nüansı yakalamak çok önemlidir.

Frankfurt Kitap Fuarı’nda ilk defa bir Türk yazarın yani sizin yeni romanınızın lansmanı yapıldı. Neler yaşandı, gözlemleriniz nasıldı?

Frankfurt yerel basınının, Türkiye uluslararası fuar ortamlarının yazara kariyeri açısından katkılar sunduğuna inanırım. Hem olaya kariyerim açısından bakınca, yeni tanıştığım okurlar, edebiyat isimleri, yabancı yayınevleri vs. büyüdüğümü, geliştiğimi hissederim. Yazar olarak biraz daha piştiğimi düşünürüm. Frankfurt’ta da Yayıncım Münir Üstün’ün çabasıyla böyle bir etkinlik düzenlendi ve Sayım Çınar-Münir Üstün-Mehmet Mollaosmanoğlu üçlüsü olarak gösterişli bir lansmana imza atmış olduk.

Konuyu seçerken veya işlerken nelerden beslendiniz?             

‘Domuz Kasabı’, Alanya’da ‘İlimdar’ın leziz ve sıhhi domuz etleri’ tabelalı bir kasap dükkânı ve buradan alışveriş yapan Asia Kova adındaki bir Rus kadının etrafında dönen olayları işliyor. Elbette konu domuz eti, Rus kadın filan olunca Alanya’da yaşayanlar için sıradanlaşıyor. İyi de ben bu romanı Alanyalılar için yazmadım ki! Alanya gibi Müslüman bir ülkenin turistik kasabasına yerleşmiş ecnebilerin küçük bir kasabanın sosyal hayatından pencere açtım, bu pencereden bakacak olanlar da Alanyalı olmayanlar...

‘Domuz Kasabı’ artık raflarda... Boş durmuyorsunuz herhalde, sırada ne var?

Türkiye ve Peru Amazonu odaklı yeni bir gerilim-kurgu romana devam ediyorum. Bununla beraber bir ara kitap çıkarma fikri oluştu. Daha evvel hiç hikâye kitabım olmamıştı, sevdiğim dünya kentlerinin adını taşıyan ve konusu bu kentlerde geçen ‘tutkulu kentler’ adını vermeyi düşündüğüm birkaç uzun hikâyeden oluşacak yeni bir eser üzerinde daha çalışmaya başladım. Zannederim yeni yılın ilk aylarında bir ara kitap olarak raflarda yerini alacak.

YENİ ROMAN YOLDA 

Türkiye’de edebiyat ortamını nasıl buluyorsunuz? En iyi roman listeleri yapılıyor, sayısız kitap eki çıkıyor. Sizce bu yayınlar ne kadar etkili?

Türkiye, yeni okumaya başlayan bir ülke bence... Bakın kitap fuarlarına, genç nüfus ne kadar fazla. Elbette bunun handikaplarına katlanmamız gerekiyor. Kitap kurdu olmamış bir okurun seçme kabiliyeti olmayacağından önce popüler olmayı başarmış eserleri tercih etmesi çok doğal. Malum, bir eserin popüler olması iyi olduğu anlamına gelmiyor. Popülerliği sağlayan okurun tercihleri elbette; yeni okumaya başlamış bir genç önce kolay anlayabileceği, teması sade, muhtemelen dini-sosyal kabuller çerçevesinde aykırı durmayacak eserlere yönelecek, bu da diğer okurları tetikleyecek.  

Çok satma, popüler olma çabasında değilim

Şimdilik çok satma, popüler olma çabasında değilim. Hatta bir adım daha ileri gideyim, hedefim Türkiye değil. Bir gün Türkiye’de çok satacağımı da düşünmüyorum. Matematiksel bakıyorum ve ortalama Türk okuyucusunun okuma potansiyeli ile ilgi alanlarını kolayca hizalayabiliyorum.  İşin aslı, biraz da ağır kurgular yapıyorum, akıl oyunlarıyla dolu kurgular... Kolay olmuyor tabii, bunun için çok fazla seyahat ediyorum, örneğin herkes Avrupa’ya Amerika’ya giderken ben Peru’ya gidiyorum, Butan’a, Bangladeş’e...Yakında Patagonya var... Kendime soruyorum; Paris’te, Londra’da ya da işte Berlin’de acaba İstanbul’dan daha farklı ne görüp, yaşayabilirim ki? Zihnimin ve şuurumun bir balon gibi şişmesi bu yüzden, kurgular böyle çıkıyor, hafızamda yeni dünyalar böyle kuruluyor... Yoksa oturur herkes gibi edebiyat yaparım ben de. Öyle değil mi? Ama bu çabalarım karşılıksız kalmayacak, bir gün dünyanın en çok okunan kurgu yazarlarından olacağımı biliyorum. İnanmayan yazsın bir köşeye. 

İlham meleklerimin muzip olduğu yönünde kuşkularım var 

Eserlerinizde bolca siyasi ve sosyal sorgulamalar var fakat bunu yaparken hararetli bir konu içindeki macera-korku-gerilim gibi unsurlarla birlikte kurgulama yoluna gidiyorsunuz.  Türk yazarların çok fazla kullandığı bir yöntem değil bu.

Bir yazarın tarzını belirleyen faktör nedir gibi bir soruyu çok fazla düşünmüşümdür. İlham kaynaklarıyla ilgili olabilir mi yahut yaşadıklarıyla belki ilgi alanlarıyla... Benim bu tarzımın sebebi de muğlak bu yüzden. Mutlaka her yazar ilgi alanları doğrultusunda bir şeyler yazar fakat konu tarz olunca bu etken kendi başına yeterli olmuyor. Yalnız ilham meleklerimin muzip olduğu yönünde kuşkularım var. Sineği bile incitmekten korkan ben çok ustaca katil, psikopat karakterler yaratabiliyorrum. Tarzıma döneceksek eğer, romandan daha çok araştırma, tarih ve felsefe kitapları okuduğum için Türk roman yazarları içerisinde benim gibi yazan birileri var mı onu da bilemiyorum. Dünyadan ise Dan Brown, Koontz, Gaiman gibi yazarlarla kıyaslanmam da gerçekçi değil.  Umarım bir gün, kendi tarzını yaratmış bir yazar olarak yer alırım literatürlerde.