18 Nisan 2024 Perşembe / 10 Sevval 1445

Yanlış yapabilme hakkımı korumak istiyorum

Oscar ödüllü İranlı yönetmen Asghar Farhadi son filmi Herkes Biliyor ile filmografisine yeni bir başyapıt daha ekliyor. Sinema yapmak için ihtiyaç duyulan her şeyin çevremizde olduğunu söyleyen Farhadi, İran sineması için elçilik sorumluluğunu kabul etmediğini çünkü bir yönetmen olarak yanlış yapabilme hakkını korumak istediğini belirtiyor.

ALİ DEMİRTAŞ6 Ekim 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Yanlış yapabilme hakkımı korumak istiyorum

Uluslararası Antalya Film Festivali bu yıl 55. kez sinemaseverlerin karşısına çıktı. Dünyadan ve ülkemizden farklı biçimsel formatlarda birçok filmin gösterildiği ve yarıştığı festival dün akşam ödüllerin dağıtılmasıyla sona erdi. Festival aynı zamanda dünyaca ünlü yönetmenler Béla Tarr, Pawel Pawlikowski, Ferzan Özpetek ile oyuncu Vincent Cassel gibi isimleri ağırladı. Bu isimlerden biri de bu yıl Cannes Film Festivali’nde de yarışan ‘Herkes Biliyor’un Oscar ödüllü İranlı yönetmen Asghar Farhadi idi. Film sonrası sohbet etme fırsatı bulduğumuz Farhadi, aynı zamanda izleyicilerin de sorularını yanıtlamayı ihmal etmedi. Bu iki sohbetten öne çıkan soruların cevapları da oldukça samimi idi. Sinema yapmak için ihtiyacımız olan tüm malzemenin çevremizde olduğunu belirten başarılı yönetmen, kendisine yüklenen ‘İran sinemasının dünyadaki elçisi’ tanımlamasını ise kabul etmiyor: “Bu benim için çok riskli ve tehlikeli bir durum. Bunu kabul etmek sorumluluk almayı gerektirir. Ben bir yönetmenim, film yapıyorum ve bu sorumluluğu kabul etmek istemiyorum. Çünkü bir film yönetmeni olarak yanlış da yapabilmek istiyorum. Fakat böyle bir elçilik sorumluluğu aldığınızda yanlış yapma imkânınız olmaz.” 

‘Herkes Biliyor’ filminin ilhamını nereden aldınız?

15 yıl önce ailemle birlikte Güney İspanya’ya gitmiştim. Gezimiz sırasında kızım duvardaki fotoğrafları gördü. Çevirmenim de bir kaçırılma olayı olduğunu bize söyledi. Kızım bundan çok korktu ve onun için seyahatin tüm hissiyatı değişti. O andan itibaren bu hikâye aklıma düştü çünkü bu aileye ne olduğunu merak ettim. Bir hikâye düşündüğümde her zaman çelişkili duruma odaklanırım. Çünkü bu kişilerarası ilişkilerin kendini ortaya çıkardığı en belirgin noktadır. Bu olay 15 yıl önce başıma geldi fakat film çekmeye beş yıl önce karar verdim. Çünkü o zaman kendi kültürüm yani İran dışında bir film çekebileceğimden emin değildim. Fakat Geçmiş filmini Fransa’da çektikten sonra bu konuda kendime güvenim geldi. Dolayısıyla İspanya’da da böyle bir film çekebileceğimi düşündüm. Ayrıca Güney İspanya kültürünü İran kültürüne yakın buluyorum.

Filmi çekmek için attığınız ilk adım ne idi?

İlk önce sürekli İspanya’ya seyahat edip, oranın kültürel atmosferini anlamaya çalıştım; 5-6 yılı böyle geçirdim ve İspanyol arkadaşlarıma bulduğum fikirlerin yeterince oraya ait olup olmadığını sordum. Daha sonra Penélope Cruz ve Javier Bardem’e film fikrimi götürdüm. Senaryoyu kendi dilimde Farsça yazmıştım. Onlara ‘Bu yeterince İspanyol mu?’ diye sordum ve çok şaşırdılar; fazlasıyla İspanyol filmi olduğunu söylediler. Sonrasında Pedro Almodóvar’a götürdüm ve aynı soruyu sordum. O da bana şunu söyledi: ‘Eğer bu filmi sen çekmezsen ben çekerim’. Biz hep şu fikirle büyüdük: Dünyanın her tarafındaki insanlar birbirlerinden farklı kültürlere sahip. Fakat ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Bence aşk, intikam ve nefret gibi duygular dünyanın her yerinde aynı öze sahip. Duygular aynı fakat bunların ifade edilme biçimleri kültürden kültüre değişkenlik gösterebiliyor. Örneğin; Japonlar birbirine dokunmayı sevmiyorlar ama biz İranlılar ve siz Türkler ve İspanyollar birbirimize dokunmayı seviyoruz.

Penélope Cruz ve Javier Bardem sizinle nasıl bir işbirliği yaptılar?

Sete geldiklerinde onlara temel sözcükleri vermiştim. Mesela Javier sürekli şu soruları soruyordu: ‘Ben neden çiftliğimi satıyorum ki? İnsanlar normalde zor durumda olan insanlara yardım etmek için çiftliğini mi satar?’ Ben de ona şöyle dedim: ‘Sen 45 yaşında bir vücudun içinde 10 yaşında bir çocuksun. Ve sürekli davranış ve konuşma biçimin bu şekilde olsun. Köyde basit bir insanı canlandırıyorsun ve karmaşık bir durumun içindesin. Tanrıya inanmıyorsun, ayakların yere basıyor ve oldukça gerçekçi birisin.’ Penélope ise çok endişeliydi. Çünkü çocuğunu kaybeden anne öfkelidir ve sürekli ağlar; bu bir oyuncu için çok tehlikelidir.  Ben de ona anahtar kelimesinin çocuğunu kaybeden bir kurt olduğunu söyledim. O sadece üzgün değildir ama aynı zamanda pasif de değildir. Dolayısıyla filmde Penélope’yi otururken gördüğünüzde hep bir kurt gibi oturduğunu görüyoruz.

‘Dünyanın her tarafındaki insanlar birbirlerinden farklı kültürlere sahiptir’ düşüncesine katılmıyorum. Bence aşk, intikam ve nefret gibi duygular dünyanın her yerinde aynı öze sahip...

İHTİYAÇ DUYDUĞUMUZ TÜM MALZEME ÇEVREMİZDE

Yeni projeye başladığınızda kendi hayatınızdan mı yoksa gözlemlerinizden mi ilham alıyorsunuz?

Bilmiyorum ama fark ettiğim şey şu ki bilinçaltımda bütün bu ilhamlar çocukluğumdan geliyor. Yani ilham aldığım yer çocukluğum. Aslında sıradan yaşamlardan ilham alıyorum. Bu yaşamın içindeyken hikâyenin farkına varmıyorsunuz ama biraz düşününce ortaya çıkıyor. Mesela iki gün önce Antalya Havaalanı’ndaydım ve valizimi kaybettim. Görevliye gidip durumu anlattım ama benimle ilgilenmek yerine telefonuyla ilgileniyordu. Hiç bir şey yapmadı, bana bakmadı bile. Masaya vurdum, sinirlendim ama sonra fark ettim ki aslında beni duymayan işitme engelli biriydi. Ve hemen bu hikâye gözümde canlandı. Aslında çok iyi biriydi ve sonradan bana çok yardımcı oldu. Bu hikâye şu an benim aklımda ve belki bir on sene sonra bunu kullanacağım. Genç film yönetmen adaylarına şunu söylemek istiyorum: İhtiyaç duyduğunuz tüm malzeme aslında çevrenizde.

"Bir hikâye düşündüğümde her zaman çelişkili duruma odaklanırım. Çünkü bu kişilerarası ilişkilerin kendini ortaya çıkardığı en belirgin noktadır."

IRAK’LA BİRBİRİMİZİ TANISAYDIK HER ŞEY DAHA FARKLI OLURDU

Filmin adı Herkes Biliyor ama kimse hikâyenin tamamını bilmiyor gibi.

Bu tip dram filmlerinde karakterler her şeyi bildiğini zannederek hareket ediyorlar ama biraz yeni bir bilgi geldiğinde bütün durum değerlendirmesi değişebiliyor. Örneğin; iki ülke savaştayken birbirlerine düşman gibidirler. Ama birbirlerini tanısalar yani bilgiyi biraz arttırsalar durum değişecek. Bu bizim de başımıza geldi. Irak ile uzun yıllar savaştık.

TİYATROYA DÖNMEK İSTİYORUM

Tiyatro yönetmeni gibi konuşuyorsunuz...

Ben tiyatro kökenliyim. Ve bir gün tiyatroya geri dönmek, kendi ülkemde veya başka ülkelerde tiyatro yönetmeye devam etmek istiyorum. Bu film bir tiyatro değil ama ben kökenim nedeniyle tiyatroya bayılıyorum. Çünkü onun daha saf olduğunu düşünüyorum. Tiyatro seyircisi sinema seyircisinden daha dikkatli. Tiyatro seyircisi sahnedeki her bir detaya dikkat ediyor, buna hep şaşırıyorum. Fakat sanırım dizi kültürü yüzünden sinema seyircisinin öyle olmadığını düşünüyorum. Detaylara bakmaktansa hikâyeyi takip etmek istiyorlar. Dizi izleyicisi her beş dakikada bir olay olmasına alışık olduğundan sürekli olay takip ediyor. 100 dakikalık bir filme dahi çok uzun diyebiliyorlar. Ne yazık ki seyirci başka bir estetiğe alıştı.

Sinemadaki kaygınız nedir?

Ben senaryo yazarken veya film yaparken insanlara bir şey anlatmayı düşünmüyorum, daha çok durumu tasvir etmeyi seviyorum. Günümüzde yeni anlatacak bir şey olduğuna inanmıyorum. Bir filmi izlediğinizde sizi artık ne şaşırtabilir ki? Fakat bu durumun kötü olduğunu da düşünmüyorum. Eskiden sinema bir bilgi bombardımanı iken günümüzde bir tasvir sanatı ve biz bu tasvirin içinde düşünmek için vakit buluyoruz.