24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

Yusuflar kazanır

İstikametinden emin olanlar rahat yürüyor, rahat bakıyor, rahat gülümsüyor. Bu gürültü ve patırtı tabii ki yatışacak. Çünkü bunun teminatı her zamanki gibi millettir. Bu süreci çıkarcılar, menfaatperestler, oldu-bitticiler değil, Yusuflar, Erenler çıkarır selamete. Hep böyle olagelmiştir. İyi ki varsınız gençler!

Zeynep Türkoğlu6 Nisan 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Yusuflar kazanır

Bir mayamız var bizim. Hani bazen naftalinli sohbetlerimize zemin kıldığımız bir kültürümüz var. “Biz” çerçevesini çizmeye çalışırken, o zemine yerleşmeye çalışıyor, ama sanki kendi kendimizi tekziple o kültürün, artık bugünde var olmasının zor olduğunu düşünüyoruz. Niye? Gönüllerin galibi Yusuf nerede yaşıyor? Mars’ta mı? 

2019 yerel seçimleri geldi ve de geçti.

Seçim süreci, hukuk sürecine bağlandı. İtirazları değerlendiren Yüksek Seçim Kurulu yeniden sayımı başlattı. Bu, hemen her seçim gecesinin devamında olabilen bir durum. Bundan önceki seçimlerde de sonuca itirazı olanların bu talepleri değerlendirildi. Kiminde yeniden sayıma gerek görülmedi, kiminde ise tekrar sayım sonucu değiştirdi; tek bir oyun meydana getirdiği farkla belediye başkanlığı koltuğuna ilk gecenin sonucundan farklı bir isim oturdu.

Elbette bu çekişmeli seçimin de böylesi günleri yaşatması doğal. Belirsizlik diye isimlendirilen durum ise aslında belirsizlik değil, yasal sürecin işlemeye devam etmesidir.

Buna mukabil daha önceki seçimlerde daima itiraz hakkını kullanan partilerin, bilhassa bu konuda satır atlamayan CHP’nin, şimdiki itiraz sürecinin sabırsızlıkla karşısında durması hayli şaşırtıcı. Öyle telaşlı ve gergin ki, koşar adım Anıtkabir’e gidip, özel deftere “İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı” diye imza atılıyor. Derhal sosyal medya hesaplarından unvan değiştiriliyor. Neyi ispat çabası? Bir yargı makamı olan YSK zaten duruma el koymuş, şeffaf bir işlem var.

Öte yandan sadece CHP tarafından içeride değil, bu sabırsızlığın bir kolunun da A.B.D.’den yükselmesi tuhaf. Ya da aslında hiç tuhaf değil. Neticede tecrübeyle sabit; “Bizim Çocuklar…” severler böyle münasebetsizlikleri.

Bütün bunlar seçimden sonra olup bitenlerle ilgili. Bir de seçime gittiğimiz bir zaman vardı. Bu hengâme ve telaşın içinde, orada bir insanlık vardı ki, hepimize nasıl da güzel gelmişti. Her şey gelip geçici, güzellik, hoşluk kalıcı.

Seçime iki gün kala bir “güzel” gördük. Adı Yusuf’tu. Yırtıcı, bağnaz, yobaz biri onu aşağılarım diye kaydetti her şeyi. Kaydettikleri kendi çirkinliği oldu. Bu rezilliği göze alabilir miydi sonucu bilse? Rezil olmak, bir tek rezile işlemiyor gerçi. O bakış açısının konumlandığı çukuru bilmediğimizden, bu cevabı da vermek zor.

AK Parti’nin seçim materyallerini seçmene dağıtma göreviyle çaldığı kapının önünde arsızlıkla sınandı Yusuf. Kadın Yusuf’un elindekilere bakmak isteyince verdiği karşılık “Buyur abla” idi. Sonra adım adım şovuna başladı cellat. “Andımızı oku! Çay yok mu? Makarna bitti mi? Okula gidiyor musun? İşe gir!” Terbiyesizliği aşama aşama büyürken, haysiyeti kademe kademe küçülen tip, insanlığın sınırından aşağıya yuvarlanmak üzere. Çirkefliğini kusarken, kustuğuna doyamıyor. Yusuf sorulan her soruya dosdoğru cevap vermekte bu sırada. Terslemek değil, kinaye bile yok. Sakin, yumuşak, ama net. Biz şu nefret kusanın telefonuyla kaydettiği manzaraya bakarken sinirden köpürdük ya; Yusuf’ta bir kızgınlık, bırakın kızgınlığı, alınganlık emaresi yok. Telaşsız. Çağrısını efendice yapmış, sonunda terbiye yoksununa bile edebini esirgememiş, “Eyvallah”la kesip atmış. Adından mıdır nedir, sen ne güzelsin Yusuf…

Hiç hamasi değil (ayrıca hamasetin de itibarını sarsarcasına, niye hep bu şerhi düşme gereği duyarız, bilemiyorum…) gerçekten gözlem ve tecrübeyle biliyoruz; bir mayamız var bizim. Hani bazen naftalinli sohbetlerimize zemin kıldığımız bir kültürümüz var. “Biz” çerçevesini çizmeye çalışırken, o zemine yerleşmeye çalışıyor, ama sanki kendi kendimizi tekziple o kültürün, artık bugünde var olmasının zor olduğunu düşünüyoruz. Niye? Çünkü hayat çok değişti! Çünkü eskisinden çok başka şartlarımız var. En başta geleneğimizi yaşatacağımız insanlığımız; modern hayata, paraya, pula, makama, mevkie, insanların güvensizliğine kurban! Öyle mi? Yusuf nerede yaşıyor? Mars’ta mı?

Hangimiz yekdiğerine değil, kendimize bakıyoruz? Ben bir ferdim. İman teklif edilmiş ve onun sorumluluğu beklenen bir fert. Tek tek verilecek hesap. Yusuf veriyor kendininkini. Ye ben?

Edep, terbiye, vatan sevgisi var Yusuf’ta. Pırıl pırıl bir genç adam. Pekiyi bu vasıflar bir sessizlik midir? Ki vermiştir en güzel cevabı, o ayrı. Ama bir de Eren vardı, hatırlarsınız değil mi? Aynı parlak ve cesur tavırla şehit oldu. İyi ki vardı ve hâlâ var…

İstikametinden emin olanların hiç telaşı olmuyor galiba? Rahat yürüyor, rahat bakıyor, rahat konuşuyor, rahat gülümsüyor, rahat yapıyor ne yapacaksa.

Türkiye demokratik bir cumhuriyettir. Serbest seçimler yapılır. Bir aksama olduğunda yetkili merciler devreye girer, hak sahipleri haklarının takipçisi olur. Hiçbir şey yarıda kalmaz.

Bu gürültü ve patırtı tabii ki yatışacak, her şey olması gereken çizgiye gelecektir.

Çünkü bunun teminatı her zamanki gibi millettir. Bu süreci yakışıksız ve biçimsiz çıkarcılar, menfaatperestler, oldu-bitticiler değil, Yusuflar, Erenler çıkarır selamete. Hep böyle olagelmiştir.

İyi ki Eren var. İyi ki Yusuf var…

İstikamet Yusuf’tan yana…

Gönül, Yusuf’tan yana…

Eyvallah Yusuf.

Çok yaşa. Ki çoksun; sensin; mayada sen varsın. Ümit de, gönül de hep senden yana…