25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Türkiye’nin en eski kebapçısını Ortadoğu istiyor

1912 yılında Gaziantep’te kurulan ve neredeyse Türkiye’nin en eski kebapçısı unvanı bulunan Develi’ye Ortadoğu’dan teklif yağıyor. Dubai ve Katarlı işadamları Develi markasını alarak zincirleşmek istiyor. İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin çeşitli yerlerinde hizmet veren Develi 1.000 kişiye de istihdam sağlıyor.

Kaan ZENGİNLİ17 Ekim 2016 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Türkiye’nin en eski kebapçısını Ortadoğu istiyor

Gaziantep’te 1912 yılında kurulan Türkiye’nin en eski kebapçılarından Develi’nin başarı hikayesini işleyeceğiz Patron Katı’nda... 30 metrekare’de 3 kişiyle başlayan hikaye, 30 bin metrekare restoran zinciri ve 1.000 kişiye ulaşmış durumda. Bugün 4. kuşak Nuri Develi ve Ali Develi’nin işlerin büyük kısmını yürütüyor. Develi’nin Develi oluşu ise baba Arif Develi ile başlıyor. 6 yaşında babası vefat ettikten sonra çalışmak zorunda kalan Arif Develi, işi öğrenebilmek için falakaya bile yatmış o dönemlerde... 1966 yılında Samatya’ya gelerek ilk restoranı açıyor ve hikaye başlıyor. Ardından işi gençlere devrediyor. Ali ve Nuri Develi ise kebapçılığa kurumsallığı da katarak markayı daha da büyütüyorlar...

Kuruluş hikayesinden başlayalım...

Develi 1912 senesinde Gaziantep’te babamın dedesi tarafından kuruluyor. Babam 2 yaşında babasını kaybediyor. 6 yaşında restoranda çalışmaya başlıyor. Kafasında yemek tepsisi kebap ve içecek satıyor, evlere et ve kıyma servisi yapıyor. Kafasında taşıdığı tepsi nedeniyle babamın boyu kısa kalıyor. O zamanlar öyle ki, en ufak bir hata da babamı falakaya yatırıyorlarmış. Bunu çalışma şartlarının o yaşta iken ne kadar zor olduğunu anlatmak için söylüyorum. Bu kötü bir durumda olsa babama disiplin kazandırıyor. Kendisini falakaya yatıran ustasının mezarını yaptırıyor. Biz her Gaziantep’e gittiğimizde o mezarın bakımını yaptırırız. Şunu söyler bize “Ben çocuklarıma bir tokat atmadım ama o günün şartlarında bana o disiplini vermeselerdi 1966 senesinde İstanbul’a gelip başarıyı yakaladığımda çizgimi bozabilirdim” der. 1966 senesinde babam İstanbul’a geliyor. Gaziantep restoranını kapatıyor ve ‘boğulacaksam büyük denizde boğulayım’ diyor. Ve hikaye böyle başlıyor.

 İlk restoranı nerede açtınız?

Samatya’da ilk restoranı açıyor. O zamanlar Samatya çok lüks bir semt. Bütün Kapalıçarşı’nın iyi esnaflarının yaşadığı yer. Küçük Paris denmesinin sebebi bu. İlk orada 50 sandalyeli bir restoran açıyoruz. Derken restoranda işler büyüyor. 50 kişilik restoran 600 kişiye  hizmet verebiliyor.

Zincirleşme süreci nasıl başlıyor?

Babam abim askerden gelince Kalamış’ta şube açıyor. Uzun bir süre Kalamış’ı işlettikten sonra Etiler’i açıyoruz. Ondan sonra Kalamış’ta bir balık restoranı açıyoruz. Şu an en büyük restoranımız Ataşehir’de. 7.000 metrekare kapalı alana sahip. Florya’da ki de 5 dönüm üzerine kurulu, 2.500 kişiye servis verebiliyoruz.

Sizin işin içine dahil olmanız nasıl gerçekleşti?

Ben üniversitede okurken, babam beni çağırdı ve ne iş yapmak istediğimiz sordu. Ben mimarlık istiyordum. Babamın bir sağlık sorunu oldu, bir ameliyat geçirdi. Baktığımda ortada çok büyük bir markanın olduğunu, birçok kişiye iş kapısı sağladığını ve babamın büyük emeği olduğunu gördüm.  Ardından bu markayı ağabeyimle birlikte ayakta tutma ve daha da büyütme kararı aldık. 

Kaç şubeniz var?

Şimdi 12 oldu. Geçen yıl ciddi bir yatırım yaptık, Nişantaşı’na açtık. Tuzla’da  bir kebap restoranı açtık, ayrıca bir fast food cornerı yaptık. Geçtiğimiz Ramazan ortasında Ankara’da açtık. 1912 yılında 30 metrekarede 3 kişiyle başlayan hikaye, 2016 yılında 30 bin metrekare üstünde yaklaşık 1.000 kişiyle devam ediyor.

Yeni yatırımlar olacak mı?

Ankara bizim için çok önemliydi ve çok iyi bir ivme yakaladık. İzmir ve Antalya’yı düşünüyoruz. Yurt dışı yatırımlarımız gündemimizde, çok yerden teklif alıyoruz. Belki 10 yıl ticaret yapsak kazanamayacağım rakamları Dubai’ye Katar’a gelelim diye baştan veriyorlar. Ortadoğu’dan çok ciddi teklifler alıyoruz. Tek restoran değil, 3 yıl içinde bütün bölgeye yayılalım gibi...

Sektöre kattığınız inovasyon veya Ar-Ge gibi bir çalışmanız oldu mu?

Geçen yıl Nişantaşı restoranımızı açtık. Orada bir gıda laboratuvarı kurduk. Gıda mühendislerimiz var, tüm ürünler kontrol ediliyor. Gıda mühendislerimiz sürekli çalışıyorları. En önemli şey lezzetten önce sağlık.

KEBAP YERKEN TEOMAN DİNLİYORLAR

Sizin sektörün sorunları nedir?

Kebapçılığın algısı son yıllarda çok değişti. Eskiden daha salaş algılanırken, artık biz 14 Şubat’ta tam kapasite çalışıyoruz. Müşterilerimiz Nişantaşı’na kebap yerken Teoman ve Bulutsuzluk Özlemi dinliyorlar. İş bu kadar kurumsal hale gelmişken, kalifiye eleman sıkıntısı yaşamaya başlıyorsunuz. Ayrıca et fiyatlarına çok ciddi zamlar geliyor. Eski karlılıklar kalmadı artık. Müşterimizi memnun etmek için karlılıktan feragat ediyoruz. İstanbul’da kiralar inanılmaz yüksek. Her geçen gün de artıyor.

MASADA KIZI DA ALIYORUZ İŞİ DE BAĞLIYORUZ

Kebapçılık lüks bir formata girdi diyorsunuz...

Evet. Biz sadece insanlara lezzetli yemekler vermiyoruz. Öyle ki, masa da kız da veriyoruz. İş de bağlıyoruz. Örneğin, İtalya’dan bir arkadaşım arıyor... ‘Nuri’cim çok önemli iş arkadaşlarım geliyor. Lütfen gerekli ilgiyi gösterin’ diyor. O kişi geldiğinde ismiyle hitap ederiz örneğin... Öyle ki hesap almayız... Bu ilgi alaka iyi bir referans. Ya da “Bugün kız arkadaşımın ailesi ile geleceğim, özel ilgi gösterebilir misiniz’ Müşterimizin memnuniyeti için kendi ofisimi bile açtırdım. Kayınpeder bu alakayı görünce veriyor kızı...