19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Yel: Trump’ın modernlik karşıtlığı giderek artmakta ve kendisiyle iletişim kurulması zorlaşmakta

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Prof. Dr. Ali Murat Yel: Eğer Hz. İsa ikinci defa gelecekse bugünkü İsrail’e geleceğine ve oradaki siyasi atmosferin onun gelişine uygun hale getirilmesinde Katolik, Protestan ve Yahudiler işbirliği yapabilirler. Bu resimde sadece Müslümanlara yer yoktur. Zaten taa Tevrat zamanında bile kuzeyde bir krallık kurulacağı, çok zengin olacağı, tüm dünyevi iktidarı elinde tutacağı ama ikinci gelişten önce bu gücünü yitirerek kehanetlerin gerçekleşmesini engellemeye gücünün yetmeyeceğine inanılmaktadır.

NESLİ ÖZKAY16 Aralık 2017 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Yel: Trump’ın modernlik karşıtlığı giderek artmakta ve kendisiyle iletişim kurulması zorlaşmakta

"İstatistiklere göre, Amerikalılar diğer ülke vatandaşlarından çok daha yüksek oranda dindar"

Dünyada genel kabul görmüş ender tezlerden birisi “modernleşme ile sekülerleşme arasında doğrudan bir ilişki” olduğu ve modernleşen her toplumun er ya da geç sekülerleşeceği düşüncesidir. Bu tezi öne sürenler hemen bu ön kabulün ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin bir istisna olduğunu ve diğer sanayileşmiş ülkelerin vatandaşlarıyla kıyaslandığında Amerikalıların belki de dünyanın en dindar toplumu olduğunu belirtmeden geçemezler. İstatistiki olarak Tanrı’ya inanç, dini ayinlere katılım, dinin kişinin hayatındaki yeri veya ölümden sonra başka bir hayatın varlığı gibi konularda Amerikalıların diğer ülke vatandaşlarından çok daha yüksek oranlarda dindar oldukları dikkat çekmektedir. Sekülerleşme konusundaki bu “Amerikan istisnacılığı” toplumsal hayatın siyasetten kültürel alanlarına kadar hemen hemen her sahada kendisini göstermektedir; siyasi seçimlerde oy tercihinde adayların dindarlıkları çok rahat sorgulanıp mercek altına alınabilirken sinema endüstrisinde de konusu din olan veya dini mesaj verme çabasında olan filmlere de sıklıkla rastlanmaktadır.

Dinin toplumsal hayattan kesin çizgilerle çıkarıldığı Avrupa’da politika veya eğlence sektöründe dine pek yer verilmemektedir. Doktora çalışmalarımı yaptığım dönemde Avrupa’da bireylerin dinleri sorgulanamaz ve özel hayatın bir parçası sayılırdı. İnsanlar kendileri konuyu açmazlarsa sizin de dini konularda konuşmanız pek hoş karşılanmazdı. Ama Grace Davie gibi din sosyologları Amerika’da serbest piyasa ekonomik sisteminin bir yansıması olarak din hususunda bir “arz-talep” söz konusu olduğundan dünyanın geri kalan kısmından farklı olduğunu iddia etmektedirler. Zira ABD’de bir kişi “ana akım” Kilise’lerden herhangi bir sebeple “sıkıldığı” zaman hemen hemen her gün ortaya çıkan yeni, küçük veya “butik” sayılabilecek, kişinin o dönemdeki beklentilerini karşılayabileceğine inandığı yeni bir “din”e rahatlıkla geçebilir. Bir başka deyişle, akşam Luteran, Episkopalyan, Metodist veya Presbiteryan olarak yatan bir kişi sabaha daha muhafazakâr veya daha az gelenekselci bir inancı taşıyan Pentekostal veya Southern Baptist olarak uyanabilir. Tüketim toplumlarının en önemli özelliklerinden birisi olan “arzın tüketime yönelik talep yaratacağı” fikri, din konusunda gerçekleşmiş gibi görünmektedir. Bir başka deyişle, bu yeni “dinler evreni”nde bireyler gündelik veya kendi gelecekleri açısından gerekli gördükleri türden dinleri seçip, tabir yerindeyse, “satın alma” konusunda özgürce davranabilmektedir. Tabii bu özgürlüğe karşılık sadece inandıkları dinlerinden dolayı eziyet çeken veya dışlanan hatta asırlardır yaşadıkları yerlerden çıkarılıp sürgün edilen insanların sayısı da her geçen gün artmaktadır.

Dünya Krallığını kurmaya çalışıyorlar

 

Bu sene içerisinde izleyiciyle buluşan ve adından çokça bahsettiren The Young Pope dizisi hakkında yazdığınız yazıda Katolik Kilisesi’nin ortaya çıkışından ve “dünyaya hükmeden bir kurum” haline gelmesinden bahsediyorsunuz. Bunun sebebi olarak da Hristiyanların “Tanrı’nın Krallığı” beklentisini gösteriyorsunuz. Bu krallık tam olarak nedir ve nasıl kurulacağına inanılıyor?

 

Hz. İsa’nın sağlığında havarilerine yaptığı konuşmalarda kullanmış olduğu “cennetin krallığı” (zengin birisinin cennetin krallığına girmesi çok zordur) (Matta 19:23) ile “Tanrı’nın krallığı” (tekrar edeyim, bir zenginin Tanrı’nın krallığına girebilmesindense bir devenin iğnenin deliğinden geçmesi daha kolaydır) (Matta 19:24) şeklinde bu iki tabiri birbirinin yerine kullandığını görürüz. Dini anlamda ise, daha çok Hz. İsa’nın getirmiş olduğu bu yeni dinin gereklerini yerine getirenlerin dâhil olabilecekleri manevi bir yönetime daha doğrusu, herkesin birbiriyle barış, güven ve refah içinde yaşayabilecekleri bir vasata işaret etmektedir. Bir anlamda yeryüzünde gerçekleşecek bir cennet hayali olarak da değerlendirilebilir. Ancak, Hz. İsa’nın havarilerine gelecekle ilgili yaptığı bu tür konuşma ve telkinler ilk dönem Hıristiyanları tarafından sanki yakın bir gelecek olarak algılanmıştır. Belki de içinde bulundukları ve çevrelerinde pek de hoş karşılanmadıkları bu sıkıntılı durum nedeniyle böyle bir ortamın hemen gelmesini ümit etmiş olmaları normal karşılanabilir. Bir de Roma İmparatorluğu’nun uç noktalarında yer alan bu koloninin siyasi olarak içinde bulundukları dünyayı anlamlandırabilmeleri için krallık gibi dünyevi tabirlerin kullanılması da anlaşılabilir. Fakat bu bekleyişin uzun sürmesi ve kısa sürede gerçekleşeceğine inanılan yeryüzü cennetinin gecikmesi dinin taraftarlarınca öncelikle umutsuzlukla karşılanırken zamanla sanki kendileri dinin öğretilerinde yer alan bir “krallık”ı oluşturmaya başlamalarının anlayışla karşılanması oldukça zordur. Bu yeni oluşuma dindekinden farklı olarak “dünya krallığı” adı verilebilir. Zira önceleri daha geçici olarak algılanan durumun yerine kalıcı yapılar oluşturulmaya başlanmış ve zamanla basit bir dini kurumdan dünyanın hemen her köşesindeki siyasi gelişmelere doğrudan olmasa da oralarda bulunan istihbarat ağı sayılabilecek din görevlileri vasıtasıyla müdahale edebilecek bir konuma gelmiştir.

Önceki çağlarda daha çok dini konular ve Hıristiyanlığın yaygınlaştırılması gibi konularda daha aktif durumdayken, özellikle Avrupa’da krallar arasında arabuluculuk yapmaktan ve ekonomik gücü sayesinde bir bakıma tayin ettikleri bu krallara siyasi dayatmalarda bulunmaktan bile çekinmeyecek bir konuma ulaşmıştır. O kadar ki, kurulduğu dönemde kendisine bağlı olunan Roma İmparatorluğu’nun tam kalbi, bu yeni “dünya krallığı”nın başkenti olarak seçilmiştir. Sanki dinin kurucusunun çarmıha gerilmesinden sorumlu tuttukları Roma’nın atadığı valisinden ve onun bağlı olduğu imparatorluktan intikam alınmak istenmektedir. Dini olarak cennetin veya Tanrı’nın krallığının gerçekleşmemesi halinde din adamları bu işe soyunarak benzer bir imparatorluk meydana getirmeye çalışmışlardır. Fakat ortaya çıkan bu dünya krallığı da bütün Hıristiyanları tatmin etmekten uzaklaşınca ve özellikle Roma’dan ayrılan Kiliseler ortaya çıktıkça bu kehanet her milenyumda hatırlanarak “gecikme”yi bitirecek adımlar atılmaya çalışılmaktadır. Daha çok radikal ve köktenci Protestan grupları, özellikle de İncil’i literal olarak yorumlama taraftarı olan Evanjelik Hıristiyanlar kendilerini bu gecikmeyi sona erdirecek bir misyona sahip olarak görmeye başlamaları tüm dünyayı kaygılandırmaktadır. Her ne kadar radikal Evanjelistler arasında bu tür vahye dayalı haberleri daha çok manevi bir krallık gibi yorumlasalar da bazıları fiziki olduğu ve hatta manevi özelliklere sahip olsa bile yine de siyasi bir krallık gibi yorumlamakta ısrar etmektedir. İncillerde geçtiği kadarıyla Hz İsa’nın ilk gelişinde bu krallığın temellerinin atıldığı ama onu tanıyan havarilerinin sağlığında yani o nesil henüz hayattayken ikinci defa gelip Tanrı’nın krallığını yöneteceğini olan inanç sebebiyle kimlerin bu krallığa girebileceği gibi soruları da beraberinde getirmektedir. Önce Armageddon denilen büyük bir savaşın başlayacağı ve dünyadaki hemen hemen her milletin diğerleriyle savaşacağı kehaneti söz konusudur. Bu savaştan sağ çıkabilenler öncelikle çocuklar, fikirler, günahlarından pişmanlık duyup tövbe edenler, daha doğrusu “seçilmiş” olanlar girebilecektir. Unutmadan şunu da ilave edeyim ki, krallığın gelmesinin gerçekleşme zamanı konusunda her ne kadar “günler”den bahsedilse de bu anlatımlar için “Tanrı katında bir günlük zamanın insanlar için bin yıldır” gibi yorumlar yapılmaktadır. Dolayısıyla milenyum kehanetlerinin temelinde de bu yorum yatmaktadır.

 

Trump, yalnız ve tehlikeli

 

The Young Popedizisinin Papa Francis ve ABD Başkanı Trump’ın yönetime seçildiği bir arenada vizyona girmiş olduğunu ifade ediyorsunuz. Kurgudaki Papa karakterinin gerçekteki Papa’nın aksine herkesi kucaklayan bir papa tipini canlandırmadığını, sıra dışı biri olup bu özellikleriyle Francis’ten çok Trump’a benzediğini söylüyorsunuz. Trump, “Tanrı’nın Krallığı"nın neresinde?

 

Kurgudaki Papa karakteri, öncelikle bir Amerikan olması, çocukluğundan kalma travmalarla baş etmeye çalışmaktadır. Genç yaşından beklenildiği üzere liberal bir tavır sergilemeyip tam aksine Kilise içinde kendince yanış olduğunu düşündüğü, özellikle de Vatikan yönetimindeki eşcinsellik gibi konularla mücadele etmesi bakımından mevcut Papadan farklıdır. Ama katı mizacı ve çevresindekilerle istişare etmemesi gibi konularda Amerikan Başkanı Donald J. Trump’a benzemektedir. Her ikisi de bulundukları konumda yalnızlaşmakta ve etraflarında bulunan insanlara zarar vermektedir. Danışabileceği ve güvenebileceği insanlardan mahrum olması Trump açısından daha tehlikeli bir hal almaya başlamış ve kendisine oy veren büyük çoğunluk olan Evanjelistlerin beklentilerini karşılamaya yönelik tutumlar içine girmeye başlamıştır. Mesela, İncil’de geçtiği üzere İsrail ve Kudüs’le ilgili kehanetlerden etkilenmiş gibi görünmekte ve sanki bu kehanetleri gerçekleştireceğine inanmaktadır. İncillerde geçtiği üzere (mesela Daniel 11:25-30) Tanrı goyim’e (İsrailli veya Yahudi olmayanlar) belli bir süre vermiş ve bu arada ülkenin kuzeyinden bir (kralın) deccalin bölgeyi işgal edeceği ama daha sonra İbranilerin gelerek vaat edilmiş topraklara yerleşecekleri ve yeni bir krallık kurarak başkentini de Kudüs olarak ilan edecekleri ifade edilmektedir. Her ne kadar bugünkü Yahudiler tam anlamıyla Hz. İsa’nın misyonunu benimsemeseler de onlar da yakında gerçeği göreceklerine inanılmaktadır. Dizideki Papa karakteri nasıl inandığı prensipler uğruna içinde bulunduğu yapıyı darmadağın edebildiyse gerçek hayattaki Trump da inançları doğrultusunda tüm Orta Doğu’yu ve hatta dünyayı ateşe atmaktan çekinmemektedir.

 

Kiliseyi daha dindar günlerine döndürmek arzusu var

 

Kurgudaki “Hristiyanlığı ilk günlerine döndürmek” isteyen Papa ve buna karşı çıkan Vatikan var. Ve yoğun şekilde Hıristiyanlıkta muhafazakarlık ve modernizm konusunun ele alındığını görüyoruz. Hıristiyanlıkta modernizmden gelenekselliğe dönüş mümkün mü? Bir dönüş planı var mı ve bu kimden ve nasıl bekleniyor?

 

İkinci Vatikan Konsili ile “modern insan”a yaklaşmayı, onunla daha çok psikoloji, sosyoloji ve antropoloji gibi sosyal bilimler aracılığıyla iletişim kurmayı amaçlanmıştı. Elli yıldan fazladır bu görüş doğrultusunda Katolik Kilisesi kendisini tabir yerindeyse (İtalyanca aggiornamento) ederek modern insanı kendisine çekmeye çalışmaktadır. Ama Kilise içerisinde bazı kesimler bu girişimin dinin temel prensipleriyle çeliştiğini, üstelik yeni kazanımlara yol açmadığı gibi otorite ve ciddiyet kaybına yol açtığına inanmaktadır. Hatta son dönemlerde Papaların meşruiyetleri bile sorgulanmakta ve Kiliseye zarar verdiklerine inanılmaktadır. Kilise içerisinde alttan alta bir “Amerikancı” modernist akımın giderek güçlendiği ve Kiliseyi yok etmeye çalıştığı gibi düşünceler de açıktan dile getirilmektedir. Son elli yıldır modernleşme ile mücadele eden kesimler çok fazla taraftar kazanamamış ve etkin olamamıştır fakat çaba göstermeye devam etmekte Hıristiyanlığın ilk dönemlerdeki kendilerince “huzurlu ve çok daha dindar” günlerine döndürmeye çalışmaktan vaz geçmemektedirler. Bugünkü haliyle Kilisenin geleneksel bir yapıya dönem ihtimalini zor görüyorum.

 

Trump’ın modernlik karşıtlığı artıyor

 

Günümüzle bağlantılandırarak ABD’de bu yıl içinde Charlottesville’de düzenlenen ve Yahudi karşıtı simgelerin de bolca kullanıldığı ırkçı gösterilerin ardından kamuoyunda oluşan yoğun baskılar sonucunda Beyaz Saray’daki görevinden kovulan ve giderken “Goy, Bye” manşetleri ile uğurlanan Steve Bannon’ın Vatikan’a olan müdahalesinin amacı neydi? Kurguyla gerçek arasında - kurgudaki Papa mı daha gelenekselci, yoksa gerçekteki Trump mı?

 

Başkanın belki de en tartışmalı danışmanlarından olan Steve Bannon’un batı ve Katolik Kilisesi hakkındaki fikirleri öteden beri tartışılmaktadır. Batının ve Kilisenin çok büyük bir krizde olduğu ve bundan kurtulabilmesinin en kolay yolunun Yahudi-Hıristiyan prensiplere geri dönüş olduğunu yani batının köklerine dönerek militan bir tavırla Müslümanlar veya Türkler gibi kendisinden olmayanları bertaraf etmesinden yana olduğunu iddia etmektedir. Mevcut Papayı sert olmamakla ve Batı’daki mevcut hükümetleri de gereken tavırları almamakla suçlayan Bannon aşırı sağ politikalar izlenmesi gerektiğini önermektedir. Bu açılardan bakıldığında kurgudaki Papa mı yoksa gerçek Trump mı daha gelenekselci olduğu tartışılabilir ama Bannon gibi danışmanlarının etkisiyle ve son zamanlarda Orta Doğu’ya karşı takındığı tavırlarla Trump’ın modernlik karşıtlığı giderek artmakta ve kendisiyle iletişim kurulması zorlaşmaktadır.

 

Yahudiler ve Hıristiyanlar birleşebilirler

 

Trump yönetimini geçmişte “Radikal İslamcı köktendincilik” ile suçlayan Papa Francis, Trump'ın Kudüs kararı hakkında, “Ellerimizi dua için göğe kaldıralım… Endişe verici bir gelişme… BM kararlarına uyulmalı” şeklindeki statükoyu hatırlatmakla yetinen bir açıklamada bulunmasına rağmen, Yahudiler, en azından bazıları, Vatikan’ı neden düşman safında görebiliyor? Bu durum 2. Dünya Savaşı'nda Papa Pius XI’nin Mussolini ve Hitler’e verdiği destek gibi görülmesi mümkün mü? Yahudileri, Hıristiyanlığın hedefindeki dinlerinden çıkaran bir Katolik Kilisesi daha ne kadar “düşman” olarak nitelendirilebilir? Yahudilerin Katolik Kilisesi’nden bir beklentisi var mı?

 

Papa Francis göreve ilk seçildiğinden ve kendisine “fakirliği” ile bilinen bir azizin adını almasıyla birlikte Batı’da siyasi olarak solculukla suçlanmıştır. Bugüne kadarki tavırları da hep sol bir portre çizerken Cizvit geçmişine rağmen ve gençliğinde Arjantin askeri diktatörlük rejimiyle işbirliği yaptığı suçlamalarına göğüs germek için böyle davranmak zorunda hissetmiş olabilir. Geçen hafta Myanmar’a yaptığı ziyarette orada Rohingyalı Müslümanların çektiği eziyetleri resmen dile getirmekten kaçınıp gayr-i resmi yollardan onlara üzüldüğünü ve hatta gözyaşı döktüğünü filan belirtmesi siyasi otorite karşısında çaresiz olduğunun bir göstergesidir. Fakirler, mülteciler, evsizler, işsizler, çaresizler, Orta Doğu’da savaşlardan etkilenen Hıristiyanlar gibi kesimler hakkında kimseyi hedef almayan konuşmalarında gayet sert bir tavır sergileyebilirken otorite karşısında oldukça yumuşak sözler söylemektedir. Halbuki Hz. İsa’nın doğduğu bölge hakkında kendi dininin temeli olan hususlarda Amerikan yönetiminin aldığı bir kararı bile eleştirmekten aciz kalmıştır. Gerçekçi Yahudilerin bile hem de bizzat İsrail’in içinde karşı gösteriler düzenlemelerine rağmen Papalıktan net bir tavır hala gelmemiştir.

II. Vatikan Konsili’nde diğer dinlerle münasebetler konusunda Yahudiler ve Müslümanlar ile diyaloğa girilerek onlara da “Hz. İsa’nın yolunu” tebliğ edilmesine yönelik karardan Yahudilerin çıkarılması bence “artık Yahudilerin çok farklı olmadıkları için onlara tebliği etmenin lüzumu kalmamıştır” anlaşılabilir. Bu kararda Yahudilere bir düşmanlık değil, sanki amaç birlikteliği oluşmuş anlamı da çıkarılabilir. Köktendinci Protestan gruplar dışında bugün hali hazırda Yahudileri düşman telakki eden Hıristiyanların sayısı oldukça azdır. Evanjelistler de Yahudileri düşman olmaktan ziyade “Hz. İsa’nın getirdiği yolu” görememiş gafiller olarak algılamaktadır. Eğer Hz. İsa ikinci defa gelecekse bugünkü İsrail’e geleceğine ve oradaki siyasi atmosferin onun gelişine uygun hale getirilmesinde Katolik, Protestan ve Yahudiler işbirliği yapabilirler. Bu resimde sadece Müslümanlara yer yoktur zaten taa Tevrat zamanında bile kuzeyde bir krallık kurulacağı, çok zengin olacağı, tüm dünyevi iktidarı elinde tutacağı ama ikinci gelişten önce bu gücünü yitirerek kehanetlerin gerçekleşmesini engellemeye gücünün yetmeyeceğine inanılmaktadır.