25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Merhameti kuşanmak

Merhamet bütün insanları en mükerrem görmek ile mümkündür. İnsani münasebetlerin nîrengi noktası, onların en mükerrem olduğu duygusuna ermektir. Sadece “kendi” merkezli yaşamak, “ben” merkezli düşünmek ve karşısındakileri hiçe sayıp görmezden gelmek beşerî münâsebetlerin zaaf noktası, yalnızlaşmanın başlangıcıdır.

Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz17 Mayıs 2018 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Merhameti kuşanmak

İnsanlar arasındaki münasebet, insanın iki eli arasındaki ilişki gibi olmalıdır. Nasıl ki elin biri diğerini yıkar, korur, ısıtır, bir arada tutar ve birliktelik güç ve imkânı verirse kişi de toplumdaki diğer insanlarla öyle olmalıdır. Bu yüzden başkalarını görmezden gelen ben merkezli tavrın önüne geçecek anlayış, kendini diğerlerinin yerine koymaktır. İnsânî ilişkilerin temel noktası olan ve “empati” denilen kendisini karşısındakinin yerine koyma prensibidir. Ramazan iklimini fırsat bilip alışverişi olmayan âhiret gününden emin olmanın yolu budur. Bu da gönüllerin merhamet ile eğitilmesine bağlıdır.

Merhamet, Allah’ın insanların gönüllerine ve vicdânlarına Rahmân isminin tecellisi olarak lütfettiği sevgi ve paylaşma dinamiğidir. İlâhî dinlerin insanlığa öğrettiği en önemli husûsiyet merhamet duygusudur. İnsan, kulluğunu ancak yüreğine merhamet doğduğunda veya yüreği merhamet ile dolduğunda yaşayabilir. İnsan merhameti kuşandığı zaman başkalarının farkında olmaya ve kendisi için istediğini başkaları için istemeye başlar.

Merhameti geliştirmenin en önemli adımları şüphesiz kimsesizleri görmeye, yalnızları ziyaret etmeye, hastaların derdiyle hemhâl olmaya ve imkanları paylaşıp derd sahibi olmaya bağlıdır. Çünkü yüreği ve dimağı diri dertli insan, yalnız ve kimsesiz insanlara ulaşmadan rahata eremez, üşüyen varsa ısınamaz, aç varsa tok yatamaz, ayağına diken batan varsa onu kurtarmadan rahat edemez. Bu duygular toplumda farklı kesimlerdeki fertler arasındaki uzaklıkları yakın eder; mesâfeleri kısaltır. «Ferdî olarak ben ne yapabilirim? Gücüm neye yeter?» gibi bir yaklaşım ise sorumluluktan kaçıştır. 

Arayanı, soranı çok olan insanların sevinçlerini veya hüzünlerini paylaşmak kolaydır. Kimsesi olmayan insanların sıkıntılarını, zorluklarını paylaşmak ve onlara çareler aramak ise ancak dertli gönüllere nasib bir erdemdir. İnsanların sıkıntılarını hissetmek, yıkık gönüllerin acısını paylaşmak, onların dertleriyle dertlenmekle mümkündür. Nitekim kalbinin katılığından şikâyet eden bir sahâbiye Peygamber Efendimiz (s.a.): “Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan fakiri doyur, yetimin başını okşa” tavsiyesinde bulunmuştur. Sevgi evlerinde kalan, oraya kendilerini ziyarete gelen ve kendilerine  şefkat gösteren erkeklerin boynuna sarılıp: “Benim babam olur musun?”, hanımların kucağına atlayıp şefkat açlığıyla: “Benim annem olur musun?” diyen yavruların hâli insan için ne kadar eğitici ve merhamet öğreticidir. Bunu yaşamak ve hissetmek için oralara gitmek lazım. Derdiyle baş başa kalmış olanların ne çektiğini anlamak için onları ziyaret etmek gerekir. Bu tür yavruların ve sahipsiz insanların yüreğindeki yangın ve buruk acı, ancak ziyaret edildiğinde, onlarla ilgilenildiğinde idrak edilebilir. Hâlden anlayan bir ziyaretçisi olduğunda onlar yalnızlık ve ilgisizliklerini bir nebze unuturlar.