20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Acı çekmenin edebi tarihi

Sanki bugün Suç ve Ceza’yı yazsan kimse okuyacakmış gibi, Dostoyevski’nin sara nöbetleriyle sınırlı olduğu sanılan fakat ruhuna saplanmış hayatın gerçekleri denilen o çıkarılamaz düşman okunu taşımak, neye yarar? Bazı soruların sadece soru olarak kaldığını düşünmüyorsan, aradığın cevabı hiçbir zaman bulamayacağını bil. Böyleyse zaten senin iyi yazmaya dair bir hikâyen yok demektir.

ERDİNÇ AKKOYUNLU10 Mart 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Acı çekmenin edebi tarihi

Edebiyat okuru olmak için bugünün en değerli şeyini; yani zamanı vermek yeterli. Gerisi kendiliğinden gelir. İyi bir yazar olmak içinse, berbat bir hayat yaşamak en birinci kuralsa da bu ifadenin sonu kendiliğinden gelir diye sürmez. İyi bir yazar olmanın kimlik kartı, kimsenin kaldıramayacağı ruhsal ve fiziksel acılara sanki bundan ders almamışsın gibi sürekli uğramanın dışında kozmik bir dokunuşun seni bambaşka yapan çarpılmasıyla alınır.  Başka türlüsü de mümkün değil. İşte hayattan beklentin, ondan hiçbir şey beklememeye ilişkinse; iyi bir yazar olmaya dair o yola çıkmışsın demektir. Bugün Suç ve Ceza’yı yazsan kimse okuyacakmış gibi, Dostoyevski’nin sara nöbetleriyle sınırlı olduğu sanılan fakat ruhuna saplanmış hayatın gerçekleri denilen o çıkarılamaz düşman okunu taşımak, neye yarar?

Doktor babasının faili meçhul bir cinayete kurban gittiği konusunda iflah olmaz bir inatçılığa sahip genç Fyodor Mihayloviç Dostoyevski,  Rus Çar’ı karşıtı gruba katılır. Çar’ı devirmeye dönük bir çaba ile hareket ederken de bu işten en zararlı çıkan grubun en kendi halinde üyesi Dostoyevski olur. Henüz yazma planlarını kağıda dökemeyen Dostoyevski, ölüm mangası önünde gözleri bağlıyken ölüm meleğini görmeye ramak kala, hayatının en büyük dersini alıp Çar tarafından affedildiğini öğrenir. Ama Dostoyevski, hayata ilişkin tüm iyi duygularını idam mangasının kurşunlarıyla katledildiğini kabullenir. Kötücül düşüncelerin etkisiyle başına bundan daha büyük bir felaket gelmeyeceğine dair inancını beslerken, cam kırıklarını yutup kan revan içinde onları kusarak Sibirya denen yavaş ölümlerin dünyasına sürgün edilir. Kötülüklerin peşi sıra geleceğine dair inancını da Sibirya’nın uçsuz bucaksız steplerinin aman vermeyen soğuğunda gelişir: Hapishane yıllarında insanı yakından tanır Dostoyevski. Mazlum görünüşü en görmüş geçirmiş insan sarrafını dahi hayal kırıklığına uğratan canavarlarla, her türlü saflığı yapmayı yediği onca kazığa rağmen vazgeçilmez bir alışkanlığa dönüştüren Rus köylülerini, içmeseler dahi ayık duramayan ayyaşları, sırf eğlence olsun diye can alan katilleri ve tüm bu olup bitenleri kendi düşlerindeki Rusya ile bir türlü bağdaştıramayan, sinmiş, korkmuş ve cesareti kırılmış devrimci siyasi mahkumları görür. Onları tanır. Onlarla nefes alır. Ruhlarının hiç uğranılmamış karanlıklarında yaşar. Orada olgunlaşır. Bir yazarın hayattan hiçbir şey istememesine ilişkin öğretiyi en büyük öğretmenini kendisi yaparak, kendinden öğrenir. Zaten insan hayattan en öğrenirse kendinden öğrenir. Dostoyevski’nin Sibirya sürgününde geçirdiği beş yıl, kendi yanlışlarının da üzerine gittiği bir iç savaştır. Böylece bir yazarın en büyük dersi bu amaçla kurulmasa da edebiyat tarihi için muhteşem bir okula dönüşen Sibirya sürgününde, talihin ona yaptığı en büyük kozmik şaka  ile resmi kayıtlara girer. İnsanın her şeyi yapabileceği ve her ne kadar üzgün aynı zamanda da pişman olursa olsun, çıkarı gerektirdiğinde yine nasıl sadece kendisinin işine gelenleri yapabileceğini öğrenen Dostoyevski, güvensiz, inatçı, tekinsiz ve hastalıklı bir yeniden şansı kullanmak üzere St. Petersburg’un yolunu tutar.

BİR SAVAŞ BAŞLIYOR

19’uncu yüz yıl bir Rus yazarı için hem varlık hem de yokluk imkanlarıyla doludur. Yemeğin ve içkinin hesabının bilinmediği soyluların evinde düzenlenen partilerde bir araya gelen edebiyat kanonu, yükselecek ya da düşecek isimleri belirleyen toplantılar düzenler. Dostoyevski de İnsancıklar ve Beyaz Geceler ile bu sohbetlerin ilk gündemi olurken, Sibirya sonrası ilk kitabı Bir Yufka Yürekli ile vasat yazarlar sınıfına atılır.  Ve kendisine karşı doğan tüm ilgi bir anda vahşi bir nefrete dönüşür. Artık umut vadeden bir yazar değil, klişelerden beslenen ve onlarcası gibi işe yaramayacak kağıt israfından başka anlamı olmayan laf ebesidir Rus edebiyat konunu için. Dostoyevski’ye bu sıfatı verdiren o toplantıların baş konuğu İvan Turgenyev’dir. Bu büyük Rus yazarı, kendisinden iki yaş küçük bir askeri mühendis olan Dostoyevski’nin roman işine bulaşmasında fazlasıyla rahatsızlık duyar. Bulduğu her fırsatta bu rakibini yerer. 

SARSILMIŞ BİR YÜREK

Bir yandan tüm enerjisini tüketen ve gittikçe sıklaşan sara nöbetleri, bir yandan erkek kardeşi ile beraber yayımladığı ve bu yazıyı da okuduğunuz kitap eklerinin atası olan edebiyat gazetesinin baskı borçları, öte yandan Rus edebiyat kanonunun aşağılamaları Dostoyevski’yi hayata karşı biraz daha keskin hale getirir.  Turgenyev’in Babalar ve Oğullar ile başardığı yeni Rus edebiyatı yaratımını alt etmek için amansız bir çabaya girişen Dostoyevski, Ölü Evinden Anılar ve Yer altından Notlar’ı yazar. Yükselen bu edebi güneşe kayıtsız kalamayan Rus edebiyat kanonu yine de Dostoyevski’nin hakkını ona teslim etmez. Her fırsatta onu yerden yere vururlar. Öte taraftan ise en büyük rakibi Turgenyev ile dostluk kurmaya çalışan Dostoyevski, bunu da roman kahramanları gibi rezil olarak yapar. Bir yandan Turgenyev’e romanlarıyla meydan okuyup, onu alaşağı ederken öte yandan yakalandığı kumar bağımlılığı nedeniyle, daha yazmadan yayıncılardan aldığı romanın parasını kumarda kaybedip bu utancı Turgenyev’den aldığı borçlarla katlar. Avrupa’da uzun süren kaçak hayatı sırasında yine kumardan vazgeçmeyen Dostoyevski, ona yazması için cesaret ve imkan tanıyan eşini de takıntılı olduğu Avrupa hayatını temsil eden kadınlarla aldatmaktan geri durmaz. Sara nöbetleri, ödenmeyen borçlar, kumar alışkanlığı ve kaçak hayatı Rusya’ya dönüşü ile son bulan Dostoyevski son olarak Suç ve Ceza, Delikanlı, Cinler, Kumarbaz gibi büyük romanlarını yazar. Artık Turgenyev’i geçme gibi bir takıntısı da kalmamıştır, çünkü onu çoktan alt ettiğini bilir. Son romanı Karamazov Kardeşler’i de artık Tolstoy’u geçmek için yazar. “Acı ve acı çekme, büyük bir zekaya ve duyarIı bir yüreğe sahip kişiler için her zaman kaçınılmazdır” sözüyle de bize çok ama çok şey anlatır.