25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Ağızda kalan dünya tadı

METİN ÖZDEMİR: “EDEBİYAT GERÇEĞİN ÇOĞULLUĞUNU ÖNE ÇIKARIP SUÇLUDAKİ MASUMU VEYA TAM TERSİNİ GÖZLER ÖNÜNE SERERKEN, HUKUK İNDİRGEMECİDİR. BU, OBJEKTİF OLSA BİLE ÂDİL OLMAYABİLİR.”

HALE KAPLAN ÖZ11 Kasım 2016 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Ağızda kalan dünya tadı

Ağır Ceza, Asliye Ceza ve Hukuk Mahkemelerinde 20 yıldır hakimlik yapan Metin Özdemir’in ilk kitabı Eşikte yakın zamanda yayınlanan en iyi öykü kitaplarından biri. Daha önce birçok nitelikli edebiyat dergisinde öykülerini okuma fırsatını bulduğumuz Özdemir, gelenekle örülü özgün bir dil kullanıyor. Toplumsal çatışmalar, ölüm, kaygı ve iç hesaplaşmaların yoğunluklu olarak yer bulduğu kitabın geneline ‘dünya tadı’ hakim. Peki bu ne demek? Buyurun...

- Heceöykü, Dergah ve Türk Edebiyatı dergilerinde daha önce öyküleriniz yayınlandı. Bu sizin ilk kitabınız. Nasıl bir araya geldi bu öyküler ve öykülerdeki hangi ortak çatı kitabın isminin Eşikte olmasına neden oldu?

                Kesintisiz bir yazma sürecim olmadı. Kitap, yıllar içinde yazılmış öykülerden bir seçki. Aslında kendi dilini arayan öyküler. Gerek dil ve biçim, gerekse tematik açıdan bölümlere ayırarak bir bütünlük sağlandı. Eşikte, bir arayışın, tamamlanma arayışının öyküsü. Sizin tabirinizle ortak çatı. Aramakla bulunamayacağını, ama bulanların arayanlar olduğunu ilke edinen bir bakış açısının ürünü. Hayatın anlamını aramak, kuşatılmışlık, yaşama sığamama, yazgının o trajik değişmezliği karşısındaki çaresizliğimiz, buna teslim olma/direnme çok sayıda öykünün ortak izleği. Kahramanlar ne içeride olabiliyorlar, ne de dışarıda. Kendi içsel durumuma da uygun düşen bir hal aslında eşikte olmak, kararsızlıktan çok bir tercih, rıza gösterebilmeye karşın, bir şeye, bir görüşe, değer yargısına tam olarak bağlanamama.

- Öykünün yazılış serüveni sizin için nasıl bir süreç? En fazla öncelediğiniz nedir yazarken?

                Şu konuda yazayım diyemediğim gibi, öyküyü bir vuruşta çıkarabildiğimi de söyleyemem. Küçük küçük notlar alırım. Bir duygu durumu, bazen bir söz, görüntü tetikler öyküyü ve yolculuk başlar. Çok zaman bu yolculuğun beni nerelere götüreceğini, nerede ve nasıl sona ereceğini bilemem. Cümleler gittikçe çoğalır zihnimde ve bunu kâğıda dökecek zamanı kollamaya başlarım. Bu karşı koyamayacağınız bir durum. Daha önceden aldığım notlar yavaş yavaş sızar metne. Tanıdığım yüzler, yaşadığım veya tanık olduğum olaylar, izlenimler dâhil olur, birden çok kişi bir kişide, birden fazla olay bir olayda birleşir, değişir ve başka bir bütüne ulaşır. Öyküye asıl ruh veren, bana öyküyü yazdıran o ses, söz, ışık, görüntü her neyse işte odur. O belirsiz duyguya yaklaşabildiğim, onu tanımlayabildiğim, aktarabildiğim oranda başarılı sayarım öyküyü.

- 20 yıldır hakimlik yapıyorsunuz. Edebiyatın hukukla kesiştiği yerleri nasıl özetleyebilirsiniz? Siz örneğin bir öykü kahramanına nasıl bir mesafede durur, onun hakkını nasıl gözetirsiniz?

                Edebiyat ve hukukun kesiştiği yer hiç kuşkusuz insan ve olaylar karşısındaki insanlık durumları. Genellikle hukukun insanlık durumlarına gayriadil, bazen de Kafka’nın Dava’sında olduğu gibi absürde varan yaklaşımları edebiyatın konusu olur ve hukukun mahkûm edildiği bu düzlemde yargıç rolünü üstlenen edebiyattır. Bu etkileşimin hukuku âdil kılması umulur. Diğer yandan, hukuk da, edebiyat da gerçeğin peşindedir. Yalnız edebiyat gerçeğin çoğulluğunu, çok boyutluluğunu öne çıkarıp suçludaki masumu veya tam tersini gözler önüne sererken, hukuk indirgemecidir, doğası gereği gerçeğin farklı görünümlerinden birini benimsemek (hüküm) durumundadır. Bu, objektif olsa bile âdil olmayabilir.

İkinci sorunuza cevap vermek bu denli kolay değil. Zira yazar, ne kadar mesafe koymaya çabalasa da yazdığı metnin bir parçasıdır, duygu ve düşüncelerini kahramanı aracılığı ile aktarmaya çalışırken kendini gizlemek durumundadır. Nesnel ve tarafsız bir çizgide durabilmenin tüm yazarlar için temel bir sorun olduğunu düşünüyorum. Her yazar biraz yargıçtır.

“Huzur ve emniyete yenik düşmek... Bir şeyleri hayal etmeyi, o şeyin kendisine tercih etmek...” Benim Gibi Biri isimli öykünüzün temel izleği bu. Sahi niye hep o buğulu kamarada düşleriz kendimizi?

Hayalimizdeki dünya ne kadar cazip ve renkli olsa da, içinde tehlikeli bir bilinmezlik barındırıyor. Oysa rutinler güven verir, yetmese bile, alıştığımız, bildiğimiz dünyayı emniyetli buluruz. İşte hayal ederek, içsel bir deneyimle hissedip, gitme hali ile sezgisel bir bağ kurabilirsek, bu bazen orada olmaktan bile önemli olabilir. Kalmak bir seçim, ya gidememek? Bir eylemsizlik hali, razı oluş, eyleme geçmektense karasızlık üzerine saplantılı bir şekilde düşünmek. Kendimizi o buğulu kamarada düşlemek, kalma durumuyla barışmamızı, her iki arzuyu bağdaştırmamızı da sağlıyor. Hayal ettiğiniz şey gerçekleştiğinde, hayal kırıklığına uğramayacağınızın bir garantisi yok. Üstelik hayalinizden de olacaksınız. Sadece hayal etmeli demiyorum. Ama harekete geçme düşün sonudur. Asıl ayrılık korkusunu tetikleyen budur bence. Böyle bir çatışmanın ortasında, seçim yapmaktansa durup yavaşlamak ve her şeyin bitmesini, bazı şeylerin kendiliğinden hallolmasını beklemek. Evet edilgen, ama sizin denetiminizde olmadığını iddia edemezsiniz. Baş eğmek, bazı şeyleri değiştiremeyeceğinizi kabullenmek anlamına da gelebilir. Çünkü o kamarada olsanız, ihtimal kıyıda olmayı düşleyeceksiniz.

- “Ağzımda garip bir kekre. Dünya tadı” Günce isimli öykünüzde geçen bu ifade sanki kitabın bütünün duygu durumunu özetliyor. Ne dersiniz?

Bir günün öyküsü Günce, ama hayatın bütününü temsil ediyor. Hayat dediğimiz günler toplamı. Bir günün sonunda hissettiğimiz de, koca bir ömrün sonunda hissettiğimiz de aynı tad, o kekre, acımtırak tad. Ne yaparsak yapalım, hangi hayalîmizi, hangi arzumuzu gerçekleştirirsek gerçekleştirelim, içimizde dolduramadığımız bir boşluk var. Hayatın zevkleri ile acıları, düşleri ile düş kırıklıkları köşe kapmaca oynuyor. Üstelik kapıyı ne zaman çalacağını bilmediğimiz, pusuda bekleyen ölüm gerçeği. İşte bu gerçeklerin arasında sürdürmeye çabaladığımız, anlamını aradığımız, tam olarak kavrayamasak da tüm o burukluğa karşın vazgeçemediğimiz bir şey yaşamak. O bizden vazgeçinceye dek. Evet, bu burukluk, kitabın bütünü için olmasa bile, sık sık karşımıza çıkan bir tad.