20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Asaf Hâlet Çelebi’nin yazılarına dair bir iki not

Asaf Hâlet Çelebi’nin bölük pörçük, parçalı külliyatının önemli bir parçasını meydana getiren yazıları, konferansları ve görüşmeleri Bütün Yazıları adıyla yeniden yayımlandı. Unutulmuş metinlerin de eklendiği kitap ‘şimdilik’ noksansız.

ASIM ÖZ13 Eylül 2018 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Asaf Hâlet Çelebi’nin yazılarına dair bir iki not
Uzun yıllar ihmal edildiği bir dönemin ardından Asaf Hâlet Çelebi (1907-1958 ) günümüzde kendi kuşağının özgün şairlerinden, ayrıca yirminci yüzyılın en önemli kültür tarihçilerinden biri kabul ediliyor.  Şiir,  sanatta eski-yeni meselesi, mücerret Türk ruhu, sanatçılar, şairler, klasik edebiyat, masal, folklor, tasavvuf, Hind Edebiyatı ve felsefesi, Uzakdoğu dinleri gibi alanlara dair yazdıkları yanında şiirlerinde başka metinlerle kurduğu ilişki Çelebi’nin kültür tarihçiliğini farklı boyutlara taşımıştır. İşte tam bu noktada onun “bir lokma bir hırkayla iktifa etmeye yatkın mizacının” ayrılmaz parçası hüviyetindeki “ebedi öğrenme tutkusu”  hatırlamalı. Çelebi’nin zikrettiğimiz özellikleri ve yönelişi Bütün Yazıları’na da yansımıştır. Bir dönem değişik çevrelerde büyük bir ilgiye mazhar olmasında bunların da payı olsa gerek. 
 
Asaf Hâlet Çelebi’nin edebiyat, tarih, dinler tarihi ve kültür hayatının değişik boyutlarında kendine özgü ve kimi zaman parodik metinlerinin yaşadığı dönemle dahası tanıdıklarıyla özel bir rezonansı ve ilişkisi vardır. Sözgelimi Hind edebiyatına alanına yönelimi ile Batı’da İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki arayışları birlikte ele almanın mümkün olup olmadığı düşünülebilir. Gene müstehzi edalı “Kalp Şair” ve “Sahte Eyyub Sultan Mistiği” yazıları Necip Fazıl’la polemikleri çerçevesinde değerlendirilmeli.
 
KONFERANSLAR ‘YAZILAR’A DAHİL EDİLEBİLİR Mİ?
 
İlgi alanları oldukça geniş kapsamlı olan Asaf Hâlet Çelebi’nin bölük pörçük, parçalı külliyatının önemli bir parçasını meydana getiren yazıları, konferansları ve görüşmeleri Bütün Yazıları adıyla yeniden yayımlandı. Kitabı hazırlayan Hakan Sazyek’in de belirttiği gibi önceki baskılarda ulaşılamayan ya da uzun zamandır unutulmuş metinlerin de eklenmesiyle ‘şimdilik’ noksansız bir toplam oluşmuş durumda. Çelebi ile ilgilenenler onun yazılarını bir de bu yayından okurlarsa kazançlı çıkacaklardır. Ne var ki, söyleşilerin ve konferansların da bulunduğu eserin adının Bütün Yazıları şeklinde kalması yerinde bir tercih değil. Bu hususları hesaba katarak meseleye baktığımızda yazılardan veya diğer metinlerden hareketle daha metaforik bir ad bulunabilirdi. 
 
Hiç şüphesiz Asaf Hâlet Çelebi, ihmal edilmiş, yok sayılmış ve önemsenmemiş konu, fikir ve eserlerle de ilgilenmiştir.  Birbirinin devamı şeklindeki Hind Edebiyatı, Eski Türk şiiri ve Mevlevilik konulu yazılarının kitap fikri çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün. Yüksek rakımlı Divan Şiirinde İstanbul ile Mevlana ve Mevlevilik kitaplarının ipuçları yazılarında aranmalıdır. Onun yeni yayınlara ve tercüme kitaplara ilgisi bağlamında İslâm kültürü, edebiyat, sosyoloji ve en geniş manasıyla kültür tarihi alanına dair kitaplarla dergiler zikredilebilir.  Kendisini tanıyanların, “Elinde daima birkaç kitap taşırdı” dediği Çelebi’nin Gülistan, Hüsn ü Aşk, Düdüklü Tencere, Ariflerin Menkıbeleri, Şarki Türkistan Tarihi, İstanbul surları ve İstanbul Enstitüsü dergisi hakkında yazdıkları bu zaviyeden okunabilir. Elbette bütün bu değerlendirmelerine kültüre, sanata ve şiire dönük tutumu bariz bir şekilde yansır.
 
Yoksa Metin Eloğlu’nun Düdüklü Tencere şiir kitabına ilişkin yargılarının haşinliğinin başka bir izahı bulunamaz.  Ayrıca Sadi’nin Gülistan’ının Türkçeye yeniden tercümesindeki kusurlara isabetli eleştiriler yöneltir.
 
Yazı ve konferanslarıyla söyleşilerinde kültür hayatının değişik veçhelerini ele alan Asaf Hâlet Çelebi’nin şiir ve sanat anlayışı üzerinde çok duruldu. Çelebi,  özellikle sanat ve sosyal gerçeklik arasında bir bağ kurma tutumunu eleştirmekte hatta mahkûm etmektedir. Şair kılavuzları öncelikle Yahya Kemal, Ahmet Haşim’di. (Kitabın 626. sayfasında 1940 tarihli bir metinde geçen Yaşar Kemal adının herhalde Yahya Kemal olması gerekir.) Ona göre sosyal amaç, sanatın değil siyasetin konusudur dolayısıyla insanın en yalnız tarafının ifadesi olan sanatla siyaset birbirinden tamamen ayrıdır.  Bu yüzden Çelebi nazarında sanatkârın da şairin de sosyal hedefi yoktur; şair her şeyden önce kendini dinleyip bulmalıdır. Şurası son derece açık: 1980 sonrasında onun hakkında yazılmış metinlerin hemen çoğunda buna benzer vurgulara rastlanır.
 
GÖLGEDE KALAN İKİ YAZI
 
Modern Türk şiiri incelemelerinde Asaf Hâlet Çelebi, bugün öncelikle poetik metinleri ve şiire dair analizleriyle hatırlanıyor. Bu analiz pek çok övgüyle karşılandığı gibi bir dizi eleştiriye de maruz kalmıştır. Daha genel düzeyde bakılırsa, Çelebi’nin aynı dergide birbirine yakın tarihlerde okuyucularla buluşan iki yazısı bile başkalarına benzemediğini göstermeye yeter. Yeni ve kıymetli yayınlara hayretle bakan Çelebi, sonraki yıllarda İslâm bilim tarihçisi unvanıyla maruf olan Fuad Sezgin’in Mısır’da Saadet Matbaasınca basılan doktora tezi Mecazü’l Kur’an hakkındaki özlü değerlendirmesinde bu eserin ilim dünyasında büyük bir keşif sayıldığının altını çizer. 
 
Ayrıca İslâm kültürünün dayandığı temel kaynak hüviyetindeki Kur’an-ı Kerim’in elimizde mevcut en eski ve yegâne filolojik tefsirini içermesi hasebiyle değerli bulduğunu açıklar. Sezgin’in, İslâm kültürünün önde gelen vesikalarından biri kabul edilen Mecazü’l Kur’an’ın tam nüshasına ulaşmak için sarf ettiği gayrete de değinen Çelebi,  Kahire Üniversitesi Emin El-Huli tarafından kaleme alınan yazıdan uzun alıntılar yaparak eserin İslâmî literatürdeki ehemmiyetini gözler önüne serer.  
 
Asaf Hâlet Çelebi,  Türk Yurdu dergisinin 1956 tarihli 257. sayısında “Bir Türk Aliminin Başarısı” başlığıyla neşredilen yazısında eserden duyduğu memnuniyet bağlamında şunu ileri sürmüştür:
“[B]ir Türk genci tarafından Arapça olarak neşredilen filolojik bir Kur’ân tefsiri Mısır’da lâyık olduğu alâkaya mazhar olmuştur.  Garp ve şarktaki Kur’ân tetkikleri için çok zengin ve mühim bir kaynağın ortaya çıkmış olduğu muhakkaktır. İslâmî neşriyatta Kur’ân tetkikleriyle hâlâ yakın alâkasını sık sık izhar eden memleketimizin araştırmalarına da ihmal edilmez bir kaynak merci olduğunu kabul etmeliyiz.”
 
PEK MÜHİM VE NADİR KİTAP
 
Zorların zoru bir göreve soyunan Fuad Sezgin’in Mecaz’ül Kur’an’ın girişine yazdığı uzun mukaddimeden bahsetmeyi de unutmayan Asaf Hâlet Çelebi, kitabın müellifinin hayatı, mezhebi, hocaları, ilmi şahsiyeti, çağdaşları arasındaki yeri, eserinin değeri gibi birçok mevzuya temas eder. Sezgin’in edisyon kritik metoduyla beş nüshayı birbiriyle karşılaştırmasındaki hünerini takdirle anarken,  metin içinde geçen beyitlerin esas divanlarındaki yerlerinin araştırılması çerçevesinde anlamlı olan notları da unutmaz.  Ciddi bir meseleyi yetkin bir tarzda ele alan Asaf Hâlet Çelebi, yazısını Türkiye’de adı bilinen ve çalışmalarının ehemmiyeti ancak yıllar sonra anlaşılan Fuad Sezgin’e dair şu cümlelerle bitirmektedir:
 
“İşte ilmî hüviyetine pek iyi yakışan asil tevazuu ile Dr. Fuad Sezgin’in büyük bir sabır ve derin bir vukufla hazırlamış olduğu bu eser ilim dünyasında da muhakkak büyük bir keşif sayılmaktadır.
 
Bu pek mühim ve nâdir kitabı bulup yeniden ilim dünyasına kazandırmaya muvaffak olan genç Türk müsteşrikini candan tebrik etmekle bahtiyarım.”
 
Kitap yazılarındaki farklılığı göze çarpan Asaf Hâlet Çelebi, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın edebiyat tarihçisi sıfatıyla modern Türk Edebiyatı tarihini yeni baştan tasnif etmeye girişen XIX. Asır Türk Edebiyatı kitabının ikinci baskısından hareketle de bir değerlendirme yazısı kaleme almıştır. Türk Yurdu’nun 1956 tarihli 259. sayısında yayımlanan eleştiri, müellifin edebi akımlar, edebiyat tarihi ve klasik edebiyatımıza dair birikiminden izler taşıyor. Burada bir alıntı yapmakta fayda var. Çelebi, Tanpınar’ın eserinin göstermek istediği hakikat noktasında şöyle der: 
“Daha eskilerde olmayan ve bize bugünü hazırlayan bir düşünce, bir tahayyül, bir seziş tarzı nasıl başlamış, geçen asır içinde model olarak yetişen büyük kalem erbabı ‘hommes de letters’ arasında ne gibi istihaleler geçirmiştir.”
Asaf Hâlet Çelebi’nin ulu orta söylenmiş lakırdıların ötesine uzanan yazısını aynı yıllarda edebiyatçılar tarafından kaleme alınan değerlendirmelerle karşılaştırmak şüphesiz daha da önemli birtakım sonuçlara ulaşmamızı sağlayacaktır.  Bu yazı ayrıca iki açıdan dikkate değer. İlki, metnin hemen girişinde eserin yeni basımının birincisinden değişik ve titiz bir çalışmanın mahsulü olan ilavelerine değinilmesidir. Zaten Tanpınar da araştırmasının sunuşunda  “yeni baştan ele alınmış ve genişletilmiş” demek suretiyle eserin bu yönünü vurgular. İkincisi ise,  Tanpınar’ın kendisi hakkındaki “sükût suikastı” söylentisini ıskartaya çıkaracak gücüdür. Kitabı tanıtmaya matuf değerlendirmenin altı çizilesi cümlelerinden birkaçı şöyle:
 
“[B]ir devir etrafında bir görüş zaviyesi ve bir istediği olduğu muhakkak olan A. Hamdi Tanpınar evvelâ eserleri muhafaza ediyor, sonra bunun etrafında bir edebiyat tarihçisi sıfatiyle çalışıyor. Burada da muharrirlerin ve eserlerinin tahlil ve tenkidlerinde pek isabetli ve ağır başlı (oluşu) da ayrıca pek kayda şâyandır. (…)
Müellif (…) o devrin üstadlarını birer birer etüt etmek suretiyle bugüne doğru açılan yolu gözlerimizin önüne sermiş oluyor.”
 
BÜTÜN TEZATLAR TOPARLAK BAŞTA
 
Hikmet Feridun, “Asaf Hâlet Çelebi, dünyadaki bütün tezatları küçük ve tombalak vücudunda, toparlak başının içinde toplamıştır” der.  Yazılarına, konferanslarına ve görüşmelerine bakıldığında bu sözün ne kadar isabetli olduğu hemen fark edilecektir. Asaf Hâlet Çelebi’nin İslâm kültür mirası Mevlana, İbn Arabi, Mevlevilik konulu metinlerinin olguları değerlendirme tarzı bakımından şarkiyatçılıktan ciddi izler taşıdığının vurgulanması gerekir. Bunlara skolastik zihin meselesinde ve İbn Arabi’nin yetiştiği ilim ve felsefe muhitine dair kanaatlerinde rastlanır. Ayrıca atıf yaptığı R. A.  Nicholson, E.G. Browne, Baron Carra de Vaux gibi şarkiyatçılara daha yakından bakılabilir.  Çelebi’nin herkesin tanıdığı edebiyatçılar dışında Annemarie Schimmel, Muhammed İkbal, Ebu’l Kelam Azad gibi isimlerle entelektüel münasebeti de üzerinde durulması gereken hususlardan biridir. Şaşmak mı lazım, elbette hayır, çünkü metinlerinden hareketle söylersek, Çelebi İslâm düşünce tarihçisi değil ancak bu alandaki birikime vakıf olmak için hayli çaba harcadığı da ortada.
 
Böylesine ilginç bir figürün ve zengin bir külliyatın hakkını bu kadar kısa bir metnin sınırları içinde vermek mümkün değil. Hiç şüphesiz Asaf Hâlet Çelebi’nin azimkâr yazıları Cumhuriyet Türkiye’sindeki gelişmeler dikkate alınarak yeniden keşfedilmesi, yapılandırılması ve yorumlanması gereken nesneler hüviyetindedir. Denilebilir ki Asaf Hâlet Çelebi’yi kültür tarihinde önemli bir figür şeklinde okumak, tanımak ve hatırlamak için çokça bahsedilen temaların ötesine geçilmesi yeni inşaları mümkün kılabilecektir.