18 Nisan 2024 Perşembe / 10 Sevval 1445

Aşkın hakikat bilgisine dönüşümü

Mim Kemâl Öke, bir dervişin nefs mertebelerini nasıl aşabileceğinden ve bu yolculuğa semâ ibadeti ile nasıl lütuflar verileceğinden bahsettikten sonra Hz. Mevlânâ’dan, “semâ” ve safâ remizleri bağlamında bir ilmihal sunuyor okuruna.

HARE YILDIRIM11 Ocak 2018 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Aşkın hakikat  bilgisine dönüşümü

Dil ehlinin kârı aşk olur, yol erenlerinin şikârı da aşk olur,” der Sinan Paşa Tazarrunâme’sinde. Yani aşk hem av olur hem avcılık vasfını elinden bırakmaz. Bu nedenle kendi künhüne varıncaya kadar bir yol üzere devam eder; seyreder, semâya çıkar, sonra da tüm bu sürekli yolculuğun safâsını sürer.

İşte bu av-avcı ilişkisi bağlamında, otobiyografik bir nehir söyleşi olarak vücuda gelen Yaralı Ceylanlar Kulübü ile başlayan hikâye, Dervişin Seyir Defteri ve Dervişin Sema Defteri’nden sonra Dervişin Safa Defteri ile devam ediyor. Mim Kemâl Öke bu kez Hz. Mevlânâ’dan, “semâ” ve safâ remizleri bağlamında bir ilmihal arz ediyor okuruna. Malûmdur, kâh mutasavvıflar kâh dervişler, yüzyıllar boyu, devletin resmî din anlayışına ters düştükleri iddiasıyla yaftalanmıştı. Günümüzde de tasavvuf, bu gibi yanlış ithamlardan nasibini almakla birlikte özellikle Anadolu tasavvufunun kalbini oluşturan Hz. Mevlânâ öğretisi bu suçlamalardan beri kalamamakta. Oysaki, insanın kendi mi’racını yüzyıllar önce çözerek onun eşref-i mahlûkatlıkla esfel-i safilînlik arasındaki salınımını en veciz şekilde ifade eden Hz. Mevlânâ, İslam’ın beş şartı çerçevesinde beyan etmişti manaları. İşte Dervişin Safa Defteri, Mevlânâ Hazretlerinin Mecâlis-i Seb’â’sına atfen Yedi Meclis’ten oluşuyor ve günümüzde İslam’ı doğru anlamak ile abdestin manasını kavramak girizgâhlarından sonra İslam’ın beş şartına odaklanıyor. Namazla, tüm dünyayı bırakıp Allah ile baş başa kalabiliyor muyuz, orucu gereği gibi tutabiliyor muyuz; daha doğrusu o bizi tutabiliyor mu, haccımız bize Kâbe’nin aslını remzedebiliyor mu, zekât bu denli önemliyken açlık ve tokluk sınırı niçin bu kadar uçlarda ve dahi kelime-i şehadetimiz dilde mi kalıyor?

İDRAK MERTEBEYE GÖREDİR

Bir kıyamet talimi olan namazın bereketinden, birmü’min için bu namazın daim olması gerektiğinden defalarca bahseden Hz. Mevlânâ, mübarek oruç ayının cehennem kapılarına kilit olduğunu belirtiyor. Oruçlu diller/gönüller, Allah’a misafirdir, diyor. Kâbe ziyaretinin künhüne varabilmek için “Lebbeyk!” ile gönüldeki haccın nasıl idrak edilmesi gerektiğine değiniyor ve zekât konusunda da şunu ekliyor: “Zekât ver; rızkın(ın) bereketi artar, kesenin bekçisi olur.” Ardından, kelime-i şehadetle ulaşılabilecek Kevser havuzlarından dem vuruyor.

İdrak mertebeye, seyre göredir. Bu nedenle Hz. Pîr, özellikle Mesnevî’sinde çok geniş skalada bir insan kitlesine seslenir ve bu beş şartı çeşitli sembollerle, hikâyelerle somutlaştırır. İşte Mim Kemâl Öke, latîf ve zarif anlatımı, geleneği güncelle birleştiren örnekleri, akademisyenliği ekseninde getirdiği insanlığa dair misalleri ile insan kitabının, bu sırrına vâkıf olunmuş ilmihali bağlamında nasıl okunması gerektiğinin bir rotasını çizerek “sûfî gözü ile şeriat” bilgisi koyuyor ortaya. Zira niyaz ilahisi de şöyle terennüm etmekte:

Âşıkın nesi var ise Maşuk’a fedâdır/ Semâ safâ, cana şifâ, rıha gıdâdır.