23 Nisan 2024 Salı / 15 Sevval 1445

Babam Cemil Meriç’in aynasında düşünmek

“Başımızın üstüne bir çatı çatamazsak” diyordu Cahit Zarifoğlu bir mektubunda, “nakışları nereye koysak ıslanacak, harap olacak.” Yaklaşık 200 yıldır akan çatımızdan ötürü, fikir dünyamızın temelleri de zarar gördü. Cemil Meriç’in ömrü, bu bilinçle, düşünce binamızın her yanını inşa etmeye çalışmakla geçti.

Dr. Celal Fedaİ10 Mart 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Babam Cemil Meriç’in  aynasında düşünmek
Haberli olduğum kadarıyla bugüne dek hiçbir yazarımız, şairimiz, düşünürümüz, kendisini bize tanıtmak için Cemil Meriç kadar çok uğraş vermedi. Ediplerimizin hayatlarına, iç dünyalarına dair elimizdeki bilgiler, 20. yüzyılda yaşayanlar için bile kırık döküktür. Y. Kemal, Tanpınar, N. Fazıl hakkında yazılan biyografilerimize bakalım...
 
Yaşadıkları zamanın Batılı şair ve yazarları hakkında kaleme alınan biyografiler ile kıyas edilemezler. E. Pound, T. S. Eliot üzerine, farklı izleklere odaklanan onlarca biyografi bulabilirsiniz. Ediplerimizden pek azı, iç dünyasını açar. Kimisi de nalıncı keserini eline haddinden fazla alır. Birçok boyutuyla ele alınabilecek bu mevzuda Cemil Meriç, bir istisnadır. İç dünyasını okuruna öyle cömertçe açar ki kendisini gerçekten arayan kişi için Meriç’in sadece Jurnal’leri değil tüm eserleri, arayanını kendinde hapsetmeyip kendi arayışına götüren bulunmaz birer işaret levhasıdır. 
 
Türk edebiyatı, Cemil Meriç ile, tabir caizse gerçek manada kendi Montaigne’ine kavuşmuş ve kavuştuğu anda, sadece Montaigne’i değil deneme türünün sınırlarını da aşmıştır. Yargımın ikinci bölümünü bilhassa iddialı kurguluyorum ki Meriç ile Montaigne’i kimi açılardan da olsa eşitlediğimiz düşünülmesin. Zira deneme türünün sınırları içinde kendilerini ifade etmenin dışında bu iki isim birbirine benzemez. Sarah Bakewell’in Nasıl Yaşanır ya da Bir Soruda Montaigne’in Hayatı ve Cevaplamak İçin Yirmi Teşebbüs adlı ilginç kitabı, bu hususta bize yeterince yardımcı olacaktır. Kişisel gelişimi basit bulmakla birlikte gene de ondan vazgeçmeyip üst düzey bir yazar üzerinden kişisel gelişim bilgisini alarak dünya hayatını ‘dolu dolu yaşamak’ isteyenler için Bakewell, Montaigne üzerinden ibretlik kimi öğütler çıkarıyor. Kitabının daha başında diyor ki: “’Nasıl yaşanır?’ sorusu, etik bir soru olan ‘Nasıl Yaşamalı’ ile aynı soru değildir.” Cemil Meriç ile Montaigne’in yolu daha burada ayrılıyor zaten. Meriç’i kaderi, Stefan Zweig’ın, Montaigne’in kendisine neyi ifade ettiğini düşündüğü anda aklına gelen “insanın aşırı tutkulu olması” ve “dış dünyaya karışmaktan kaçınması” öğüdünden, daha en başta uzak düşürmüştür. Cemil Meriç, tutkuludur; dış dünyayla hemhal olmak için can atar ve o etik sorunun, yani “Nasıl yapmalı?”nın peşine düşer. Montaigne ise, suyu sevdiğini söyleyen ama onun derinlerine dalmayan, bunun her halini de profesyonelce yaşayıp anlatan olimpiyat madalyalı bir yüzücüdür. Cemil Meriç, başkalarının fikirleriyle oluşmuş fikirler ummanının derinliklerine de kendi derinliklerine de vurgun yeme pahasına, bile isteye dalmıştır. Defalarca vurgun yemiştir ama bize de benzersiz bir kaderin sunacağı inciler çıkarmıştır. Bir Batılı olarak başladığı düşünce yolculuğunu, irfanımızın Allah dostu bilgelerinden biri olarak tamamlamıştır. Batının düşünce dünyası, Zweig’ın kendisinin takip edip bize de gösterdiği gibi Erasmus, Montaigne üzerinden kendi hümanizmini son 300 yıldır tüm dünyaya mal edebilmiştir. Cemil Meriç, bizim bize has arayışımızın müstesna bir ismi olarak önümüzde duruyor. Onun benzersiz gayreti ve zorlu yaşamını entelektüellerimiz olsun kendine mal edebilmeli. Ama Nasıl? 
 
TÜRK FİKİR HAYATININ 50 YILI
 
İki yıl kadar önce katıldığım, Galatasaray Üniversitesi öğrencilerinin tertip ettiği bir Cemil Meriç toplantısını unutamam. Meriç’i kıskançlıkla ne kadar sevdiğimi bir kez de orada fark etmiştim. Toplantının sonunda kıymetli Ümit Meriç Hanımefendi, salondakilere küçük sorular soruyor, cevapları bilene babacığının kitaplarını armağan ediyordu. Üniversite yıllarında Cemil Meriç’in eserlerini bulamadığı için epeyce yüklü bir paraya kitapların neredeyse tamamını fotokopi ettirip okuyan biri olarak, bu durum benim canımı sıkmıştı. Orada da bu durumu ifade etmiştim. Şimdi, Ümit Meriç Hanımefendi’nin İnsan Yayınları’ndan çıkan Babam Cemil Meriç kitabını okuyorum ve kıskançlığım, üzerinde tatlı bir hal olarak yine benimle. Hatırlayanlar bilir, bu kitabın ilk baskısı yıllar önce yapılmıştı. Küçücüktü. Hiç bitmesin, diyerek okumuştum. Ardından İletişim Yayınları’ndan yapılan genişletilmiş baskı geldi. Şimdi ise daha da genişletilmiş, notlarla zenginleştirilmiş bir halde karşımızda. Ümit Meriç, malum olduğu üzere, babası için hayırlı evlat olmanın yanında Cevdet Paşa’nın Cemiyet ve Devlet Görüşü adlı çok kıymetli bir incelemenin de yazarıdır. Babam Cemil Meriç, bize Cemil Meriç’in yanında Ümit Meriç’i de tanıma imkânı veriyor. Sadece onu da değil “Meriç’ler”in şahsında Türk fikir hayatının 50 yılı karşımızda. 
 
ADONIS’İ, ZEUS’U GETİRSEM…
 
Babam Cemil Meriç’te, Cemil Meriç’in iç dünyasını, adeta onun dilinden dökülmüş Jurnal’leri kadar yakından görüyoruz. Ümit Meriç, babasını kâh uzaktan bakarak kâh yakınında ama bir yabancı gibi gözleyerek kâh da onunla kendi kişiliğini aynileştirerek aktarıyor. Kızı tarafından idealize edilmiş bir babayı okumuyoruz bu yüzden. Ümit Meriç, babasının tüm insanî yanlarını atlamadan aktarabiliyor. Hem de aktardığı her hususa layık olduğu özeni göstererek. Bu nedenle de elimizdeki kitapta Cemil Meriç kadar Ümit Meriç’i de okuyoruz. Gözlerini kaybetmeden önce de babasının eli kolu olan bir kız çocuğunun zaman içinde kat ettiği yol, okuyanlar olarak bize kolay gelirse de öyle değil: “(…) Açıkça dile getirmez ama onun evlenmesini hiç istemez. Taliplileri ya da talip olmaya niyetlenenleri bir yolunu bulup uzaklaştırır. Bu konunun açılmasından da hiç hoşlanmaz. Ümit de ‘Adonis’i getirsem yeterince akıllı değil diyecek, Zeus’u getirsem yeterince yakışıklı bulmayacak!’ diye ‘Neden evlenmeyi düşünmüyorsun?’ diyen arkadaşlarını güldürür. Kendisi de zaman zaman duygusal dalgalanmalar yaşar ama aslında onun gönlü de, babasını ‘mağara’sında bir başına bırakıp evden ayrılmaya bir türlü razı olmaz.”
 
Baba-kız arasındaki bu bağ, ikisinin de ayrı ayrı ve birlikte, kendilerine ait ‘örnek bir kader’i yaşamanın ağırlığıyla yoğrulmaktadır. Ümit Meriç, bu kaderin tüm boyutlarını anlatmaya gayret etmektedir. Kimdir Cemil Meriç? Dimetoka’dan Reyhaniye’ye uzanan aile macerasından Hatay’a, oradan İstanbul’a, Batı kültürüne ve nihayet Türk irfanına ulaşıp secdeye varmış örnek bir kaderin tüm yükünün ve sorumluluğun adı. O sorumluluk ve o yük, orada öylece hep durur zaten. Mesele, onu kendi yazgısı içinden, Allah’ın ona üflediği nefesi kendinden çıkan nefesle birleştirerek duymaktadır. Ümit Meriç, tam da bunun, babası için olduğu kadar kendisi ve çevrelerindeki pek çok insan için de ne anlama geldiğini hakkıyla görüp gösterebiliyor.    

NAKIŞLARI NEREYE KOYSAK ISLANACAK

“Başımızın üstüne bir çatı çatamazsak” diyordu Cahit Zarifoğlu bir mektubunda, “nakışları nereye koysak ıslanacak, harap olacak.” Yaklaşık 200 yıldır akan çatımızdan ötürü, fikir dünyamızın temelleri de zarar gördü: “Kaderimizi çizen Avrupa’nın siyasî ihtirasları. Kullandığımız kelimeler onun emellerini dile getiriyor.” diyen Cemil Meriç’in ömrü, bu bilinçle, insanlarımız arasında köprüler kurmaya çalışmakla olduğu kadar düşünce binamızın her yanını inşa etmeye çalışmakla geçti. Neredeyse 50 yaşına kadar kendisinden bir şey söylemedi, düşünce tarihini bir çırak gibi tavaf etti. Fikrin dağını tırmanırken nefsinin dağını, sarp yokuşlarını geçerek tırmandı. Ümit Meriç, bunun en yakın tanığı. Bize Cemil Meriç’i anlatmak gibi bir ‘örnek kader’i de diğer çalışmalarının yanında yürüterek, kendi sorumluluğunu ve yükünü de taşımaya devam ediyor.

Babam Cemil Meriç, kendini medyanın içinde kaybeden düşünce hayatımızın yarım ve yamalıklı zamane Montaigne’leri için iyi bir kendine gelme imkânı kanımca: “Ben edebiyata sürünerek girmedim, prens olarak girdim, şövalye olarak girdim ve Palas Athena gibi zırlarımla doğdum. İlk yazımla son yazım arasında büyük bir fark olacağını sanmıyorum. Ağaç dal budak salmış, büyümüş o kadar.” Bu meydan okumanın yanında bizim de bir sözümüz olmalı. Nasıl mı? Ona hürmetle eşlik ederek ve bizim de ‘örnek bir kader’imiz olsun muradıyla…