18 Nisan 2024 Perşembe / 10 Sevval 1445

Bazı kitaplar bekler bazı vakitleri

RAFTA, ÇOĞUNUN SIRTI SİYAH OLAN ÖYKÜ KİTAPLARI ARASINDA KİRLENMİŞ BEYAZ KAPAĞIYLA YERİNİ YADIRGAMIŞ GİBİ DURAN AYKIRI ÖYKÜLER’İ ÇEKİP ÇIKARDIM. İLK ÖYKÜ “BÜYÜKBABA”YI OKUDUKTAN SONRA KİTABI ELİMDEN BIRAKAMADIM.

TURAN KARATAŞ14 Temmuz 2016 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Bazı kitaplar bekler bazı vakitleri
Bazı anlar/ aylar/ mevsimler/ yıllar bereketli oluyor. Yapmayı düşündüğünüz ya da planladığınız işleri/ uğraşları rahat rahat yetiştirirsiniz böyle zamanlarda. Umduğunuzdan fazla, iyi sonuçlar alırsınız. Edip eylediğinizden zevk alır, neticeden memnun kalırsınız. Dikkat ettim, içten gelen istemenin, samimi niyetin; adeta vakti çoğaltan bir etkisi var. Şu son yıllarda dilimize bir sakız gibi yapışan “çok yoğunuz” lafını pek hazzetmiyorum. Bereketli vakitlerdeyiz demek daha hoş.

Haziran böyle bir ay oldu. Uzun okumalara fırsat verdi. Ramazanın manevî zenginliğini de anmalıyım. Tam on üç kitabın başından girip sonundan çıktım. Durun, telaşlanmayın. Bu sayı, biliyorum, iyi okur ortalamasının bile üstünde. Kendim için söylersem, ayda dört veya beş kitap. Bazı aylar eksilip artabiliyor. Elbette okunan kitabın hacmine, türüne, zorluk derecesine göre de değişebilir sayı. Bu on üç kitabın yarısı, hacim olarak küçüktü. Yüz, yüz elli sayfa arasında. Öykü ve romanlardan oluşan listenin içinde bir de şiir kitabı var: Adem Turan’ın geçen ay yayımlanan Borges Borges’i. İyi okurlar kulağını açsın şu söze: Her ayın okunanlar listesine mutlaka bir şiir kitabı girmelidir.

Listenin yedi kitabı Tahsin Yücel’in telifi olan eserler. Altısı öykü, biri roman. Durup durup da Ramazan’da Tahsin Yücel okumak nereden peyda oldu diyenler çıkabilir. Hayır, hiçbir televizyon hocasından bu yolda bir tavsiye işitmedim. Bühtan edemem. Bu yılın başında ecel atına binen yazarın, iki sene evvel iki romanını okumuştum; Peygamber’in Son Beş Günü ve Sonuncu. İkincisini beğenmemiştim. Yücel’in son romanı, doğrusu zayıftı. (Bir genelleme sayılmasın; şiir, hikâye, roman bağlamında söylüyorum, yaşlılık döneminde telif edilen son yapıtlar, o sanatkârın diğer eserlerine göre zayıf görünmüştür.) Yine de “okunabilir” bir yazar olarak zihnimdeydi Tahsin Yücel.

HEPSİNİ OKUDUNUZ MU?

Kitaplığınızda sayısı binleri bulan epeyce bir kitabı görenler, bir şey demiş olmak için sorar ya, “Bunların hepsini okudunuz mu?” Bilmezler ki satın alınan her kitap çabucak okun(a)maz. Bazı kitaplara el atmak yılları bulur. Size tuhaf gelecek belki, ama her kitap okunmak için alınmaz. Söz gelimi, başucu kitapları vardır, bir ömür ihtiyaç duyuldukça bakılan. Alındıktan sonra çabucak eskiyen, değerini yitiren kitaplar olur. Yanılmışsınızdır. Masa üstüne getirirsiniz, beş on sayfadan sonra kapağını kapatırsınız. Atsanız atılmaz, satsanız satılmaz. Zaman zaman raflardaki kitaplarımın karşısına geçer, okuyamadıklarıma sabırlı olmalarını yinelerim, okuyamayacaklarımı sevgiyle okşarım. Okuduklarıma hal hatır sorarım. Geçen ay böyle bir eşref saatte, bir rafta, çoğunun sırtı siyah olan öykü kitapları arasında kirlenmiş beyaz kapağıyla yerini yadırgamış gibi duran Aykırı Öyküler’i çekip çıkardım. İlk öykü “Büyükbaba”yı okuduktan sonra kitabı elimden bırakmam mümkün olmadı. Bu yetkin anlatımın tadını çıkara çıkara sonuna kadar okudum. Niye saklayayım, pek beğendim kitaptaki öyküleri. Peki, diyeceksiniz, 1989’da yayımlanan ve on beş sene önce kitaplığın rafına konan bir kitap niye şimdi okunuyor? Ben de size Behçet Necatigil’in “Açık” şiirindeki o güzel dizeyi hatırlatırım. Ve biraz değiştirerek derim ki, “bazı kitaplar bekler bazı vakitleri.

Böyle olur, beğeniyle okuduğum bir yapıtın ardından, yazarının bütün yazdıklarını okumak isteğine kapılırım. Aykırı Öyküler’den aldığım edebî hazzın sevkiyle, yeni bir yazar keşfetmenin kıvancıyla Milli Kütüphane’den Tahsin Yücel’in öykü kitaplarını ve romanlarını istedim. (Söylemenin sırasıdır, Bıyık Söylencesi Milli Kütüphane’de mevcut değil.) İlk kitaptan (Uçan Daireleri 1954) başlayarak yayımlanma sırasıyla bütün öykülerini okudum. Fark ettim ki, Tahsin Yücel’in en yetkin öykülerini en evvel okumuşum. Fakat Ben ve Öteki’ni de çok sevdim. O hüzünlü Albıstan öykülerini. Alıp alıp Anadolu insanının sahici ama kara, kederli, yoksul yaşamalarına götüren hikâyeleri. Yazarın doğup büyüdüğü toprağın insanlarını bu kadar sevgiyle anlatışı, onların içinden çıkmış gelmiş biri olarak içtenlikli tutumu takdire şayan. Ne var, yazar, yer yer fazlasıyla didikliyor hayatları, mahremiyete dokunuyor. Kara lekeleri, utanma pahasına da olsa göz önüne getiriyor.

Aslında Tahsin Yücel, bu yerel, yerli damarı ta ilk kitabında fark ettiriyor. Kendi deyişiyle “Ötegeçe”de doğmuş ve yetişmiş olan bu adam, bir öykünün peşinden gidiyor durmadan; bu toprakların insanının macerasının. Meseleler, olaylar, hayatlar bizden gayrısına ait değil. Tuhaftır, hem orta kısımda hem lisede “Galatasaray”ın Frenk havasını solumasına karşın Tahsin Yücel yerliliğin sesini duyuruyor. Daha ilginci, bir öyküsünde bu okuldan nefretini anlatıyor. Tatlısu Frenklerine horgörüyle bakıyor, keyifli keyifli alay ediyor onlarla. Unutmadan söyleyeyim, Yücel’in anlatımını tatlılaştıran şey, ironi. Müthiş bir alaysılama ustası. Öyle ya, “paradan başka hiçbir şeyin para etmediği bir çağ”ın  “yürekleri nasır tutmuş insanları”, onların hırsları, doymazlıkları, bencillikleri, cingözlükleri, hoyratlıkları, farkında olmadıkları acziyetleri başka nasıl anlatılabilir. Şurası da var ki, hepten tersine dönmüş bir dünyada şaşırıp kalanları, yoksulluk içinde kıvrananları, çaresizliği, ölümü ve aşkın açtığı yaraları bile anlatırken de yer yer ironiye başvuruyor yazar.

BİR ÇİFT MAVİ GÖZ İÇİN

Tahsin Yücel’in “Yastık” öyküsündeki cümlelerle kapatalım yazıyı: “Şu dünyada bir çift mavi göz için yaşanabilir, para için, alkış için, erişilmez ülküler için yaşanabilir, koca ömür bir mısraya verilebilir. Yaşamanın her türlüsü kutsal, güzel, ama kokmuş bir yalana koca bir ömür verilmez, kokmuş bir yalanla geçen ömre ömür denmez, kokmuş bir yalanla geçen ömür ömür olmaz.”

Az daha unutuyordum; dil tutucuları, Tahsin Yücel’in yeni kelime titizliğine hatta “uydurma” sözcük tutkusuna kızabilirler. Hakikaten kimi zaman, bu hususta fazlaca aşırıya kaçtığı söylenebilir. Ne yapalım, her yazarın bir kusuru vardır.