26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Bernhard’ın sevgisi de nefreti kadar tutkulu

Neden, Kiler, Nefes, Soğuk ve Çocuk, Sel’in yayınladığı beş kitaplık bir otobiyografi serisi. Özellikle Çocuk’ta Thomas Bernhard’ın ilkokulu bitirinceye kadarki öyküsünü okuyunca, bitmek tükenmek bilmeyen nefret ve anlatma şevkinin nedenleri ortaya çıkıyor.

MUHAMMET SAFA24 Şubat 2017 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Bernhard’ın sevgisi de nefreti kadar tutkulu
Bazı hastalıklı durumlar vardır. Novalis’ten alıntıyla: “Her hastalık aslında bir ruh hastalığıdır.” Ruhun iyileştirilmesi türlü marazı engeller. Bunun için çaba harcayanlar çok olsa da hastalığıyla tutkulu bir ilişki geliştiren ve ileri giderek bu durumdan mutlu olan, övünen kimseler de vardır. Bu hastalıklı bir durumdur işte. Hastalığını kendi lehine çevirenler ya da ruhi bunalımlarını haykırarak diğerlerini hasta edenler de mevcuttur.

Thomas Bernhard her daim hasta bir adamdır. Doğumundan ölümüne kadar sürekli marazlarla yaşamıştır. Bu Bitik Adam’ın haykırışlarını okuyanlarda da derin çatlamalar görülebilir. Ben, tutkunu olduğum yazarların bütün kitaplarını peş peşe okumaya müptelayımdır. Döne döne. Bir kitabını bitirince diğerine başlamanın sevinciyle koşarım kitaplığa. Yeni bir kitabı çıkınca herkesten önce alır gözümün önüne koyarım. Daha elimdeki kitap bitmeden yeni aldığımı karıştırır, rastgele sayfalar açıp okurum. Bu aç gözlülük Thomas Bernhard ile tanıştıktan sonra daha farklı bir boyuta geçti.

Bundan seneler önce bir vesile ile (Ali Ayçil) Thomas Bernhard’ı tanıdığımda şoka uğramıştım. Şok kelimesini çok kullanmam ve aslında çok basit bir tabirdir, herkesin dilindedir, yerli yersiz kullanılır; ama başka çarem yok, evet “şok” tam da karşılığıdır, Thomas Bernhard’ın. Çünkü beyninizi zonklatır. Evet, seneler önce kışın çok sert geçtiği bir iklimde ilk kez karşılaştığım bu yazarın Don’unu okurken, yazar iliklerime kadar işliyordu bütün cümlelerini, Beton’unu okurken hiç tanımadığım insanlardan nefret ediyordum ve artık sürekli Bernhard’ı arıyordum. Beni esir almıştı. Sürekli aynı şeyi anlatıyor olsa da sıkılmıyordum. Evet, aynı şeyi anlatıyordu, yineliyordu, durmadan söylüyordu, aynı şeyleri bir şekilde forma sokup kinle döküyordu. O, döktüklerini topluyor, bir daha fırlatıyordu. Devridaim ediyordu.

GEVEZE VE ANTİPATİK

Thomas Bernhard geveze, kompleksli, nefret dolu ve antipatikti. Ama seviyordum onu. Okurunu esir alıyordu. Onun ağına yakalandığınızda onu sonuna kadar dinlemek zorundaydınız. Aslında sürekli ondan ayrılmak, lanet edip kaçmak istiyordunuz; fakat bir şekilde sizi yakalıyordu ve durmadan anlatıyordu.

Bernhard’ın nefreti bütün kitaplarında metinlerin merkezindeydi. Romanlarından anlatılarına, ödül konuşmalarından değinilerine kadar Türkçeye çevrilmiş bütün kitaplarını okumuştum. Sonra 2015’in Şubat ayında yeni bir “zulüm” başladı. Thomas Bernhard’ın otobiyografisi. Aslında yazdığı her şey onun biyografisiydi. Bir şey kurgulamıyordu. Bir yerde oturuyor ve gördüklerini, zihninde kalanları okurlarına anlatıyordu. Yineleyip duruyordu. Yazar bir sandalyede oturup saatlerce size bir şeyler anlatabilirdi ve bu anlattıkları aslında aynı şeydi ve bu aynı şeyleri siz hep yeni bir şeymiş gibi dinleyebilirdiniz ve belli bir süre sonra Bernhard’ın bu sesleri zihninizde yankılanmaya başlardı. Bu tekrarlı ses artık sizi bırakmamak üzere beyninizde yerini sağlamlaştırıyordu. Sel Yayınları’nın yeni projesinin (Thomas Bernhard’ı müthiş bir şekilde çeviren Sezer Duru’dur -ki başka bir yayınevinden kötü bir çevirisini okumuştum-) haberiyle yeniden büyük bir heyecana kapılmıştım. Beş kitaplık bir otobiyografi basılmaya başlamıştı. Neden, Kiler, Nefes, Soğuk ve Çocuk. Neredeyse iki yıla yayılan bir periyotta yayımlanan bu beş kitabı beklerken tabiri caizse bir afyon tiryakisinin yaşadığı acizliği yaşıyordum. Elim ayağım titriyordu. Bu küçük risaleler bittikçe yeniden başa dönüyordum. Yazarsa yine aynı kinciliğiyle, aynı ezikliğiyle, aynı gevezeliğiyle sürekli etrafındakileri kişileri ve kavramları aşağılıyor; durmadan acı çekiyordu, acı çektiriyordu.

Beş kitabı okuyunca neden bir Thomas Bernhard’ın var olduğunu anlayabiliyordunuz. Özellikle en son yayımlanan Çocuk’ta yazarın doğumundan ilkokulu bitirinceye kadar süren öyküsünü dinleyince bu bitmek tükenmek bilmeyen nefret ve anlatma şevkinin nedenleri ortaya çıkıyordu. Nasıl bir ailede doğduğunu o küçük yaşlarda ne gibi tecrübeler yaşadığını okudukça size de o nefret geçiyordu. “Ben bir düşmandım, bir suçluydum. Onların arasına katılmaya hakkım kalmamıştı.

Her şey bana karşı hareket ediyordu. Uyum, neşe, selamet; bunlar bana göre değildi. Herkes beni işaret ediyordu sanki, bu da fazlasıyla küçük düşürücüydü.” Aslında bu itiraf Bernhard’ın bütün öyküsünün özeti mahiyetinde, toplum içinde kendini gördüğü yer gibi. Uyumsuz, saldırgan, küskün, kötümser… 

Thomas Bernhard okurlarını sürekli kışkırtıyordu. Şöyle düşünün:  Bir yerdesiniz ve kötü bir olayla karşılaşıyorsunuz ya da iyi bir olayla ya da şöyle diyelim kısacası bir durum var ve siz o durumun içindesiniz. Bir anda yanınızda biri beliriyor ve durmadan kulağınıza bu durumun ne kadar berbat olduğuna dair kötümser ve nefret dolu yorumlar yaparak sizi gaza getiriyor ve siz de çığlık çığlığa ayağa kalkıp elinize geçirdiğiniz her şeyi o duruma karşı kullanıyorsunuz ve hüngür hüngür ağlıyorsunuz lanet okuyup küfrediyorsunuz ve durmadan bağırıyorsunuz. “Bir sen eksiktin!, bütün mutsuzluğum senin yüzünden!,

Allah seni kahretsin!, hayatımı mahvettin!, her şey senin yüzünden!, ölümüm senin elinden olacak!, hiçbir işe yaramazsın, senden utanıyorum!, baban gibi işe yaramaz, beş para etmezsin tekisin!, başımın derdi, yalancı!” Thomas çocukken bu ve benzeri birçok itham, azar ve kötülenmeyle büyüyor. Annesinin bu sözleri yazarın komplekslerini tetikleyen ve insanlara karşı olan nefretinin başka bir sebebi muhtemelen. Çocuk’u okurken yazarın o yaşlarda sürekli ağladığına şahit oluyorsunuz. Babasını hiç görmeyen, annesi tarafından gayri meşru olarak dünyaya getirilen ve daha dünyaya gözünü açar açmaz istenmeyen, sürekli başkalarına bırakılan, başkalarıyla yaşayan, dayak yiyen, ileri yaşlarına kadar altını ıslatan, sürekli ıslah edilmeye çalışılan bir çocuktan nasıl bir yetişkin olması beklenirdi ki?!

ÖTEKİ İNSANLAR

Bernhard’ın yatılı okulda yaşadıkları, verem teşhisiyle hastanede geçirdiği günler, oldukça vehimli ve hastalıklı bir adamın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Serinin Kiler adlı kitabında Bernhard az da olsa kendini iyi hissetmektedir. Çünkü nefret ettiği okula veda etmiştir. Bir karar alıp uygulamıştır. Kendi tabiriyle “Öteki insanları ters yöne giderek bul”muştur. Bu tersine gidiş sanatını ortaya çıkarmasına vesile olmuştur. Nefretini her daim yanında taşıyan yazarın “öteki insanlar”a olan sevgisine de tanık oluruz. Bernhard’ın sevgisi de nefreti kadar tutkulu ve kuvvetlidir. Yazar ilginç “şey”lerle yakınlık kurar. Bakkal çıraklığının dünyanın en önemli işi olduğuna sizi ikna edebilir. Ama her şeyden önemlisi Bernhard demek büyükbabası demektir. Büyükbabası olmasa muhtemelen bir yazar olamazdı.