25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Bir dedektif rüyalarınızı izliyor

BÜLENT ATA’NIN YENİ ROMANI RÜYA DEDEKTİFİ’NDE DİL, GÖRÜNTÜNÜN İÇİNDE GEZİNİRKEN TASAVVUFA DA UĞRUYOR: “BİR RÜYA GÖRDÜM. YAŞLI, SAKALLI BİR AMCA DEDİ Kİ: HER RÜYA BİR YOLCULUKTUR. RÜYA ÂLEMİNDE ALIRSIN, VERİRSİN AMA HİÇBİR ŞEYİ DEĞİŞTİREMEZSİN. SADECE SEN DEĞİŞİRSİN BU YOLCULUKTA.”

SEVİNÇ ŞAHİN11 Kasım 2016 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Bir dedektif rüyalarınızı izliyor

Hikâyeler ve masallar temelde bir yolculuk öyküsüdür, konuları ne olursa olsun. İnsanın bu yolculuğu bir noktada başlar ve kemale erdiğinde son bulur. Kemale ermesi yolunda yaşadıkları, başına gelenler ve hissettikleri hikâyeyi meydana getirir. Sanki bu iddiaya işaret eder gibi bir nevi giriş yazısı olan Şehrazat’tan sonraki ilk bölümün adı “Rüya Yolcusu.”

Bölümün ilk cümleleri ise şöyle: “Bir rüya gördüm. Yaşlı, sakallı bir amca dedi ki: ‘Her rüya bir yolculuktur. Rüya âleminde alırsın, verirsin ama hiçbir şeyi değiştiremezsin. Sadece sen değişirsin bu yolculukta.”  Hikâyeler daima değişimle sonuçlanan bir yolculuk içermez elbette ama işin içine rüyalar girdiyse durum başka bir hâl alır. Kişi fark etmez bile nasıl ve neden değiştiğini.

Gılgamış rüyasını “Korkarak uyandım Tanrıların bana bahşettikleri uykudan. Bir rüya gördüm dostum garip, hayranlık verici ve kaygılandırıcıydı” diye yazmış. Kutsal kitaplarda Hz.Yusuf ve Hz. Yakup da rüyaları uyandıkları dünyaya çeker bilindiği gibi. Walter Benjamin’in “Sabah vakti boş mideyle anlatılmamalı!” dediği rüyalar dünyası farklı zihin yapıları koyar ortaya. Uykuyla kopmuş görünen bir bilincin dolanıp gelmesi, maceralardan maceralara koşarken dünyanın kaderini değiştirecek anahtarı elinde taşımak sadece edebiyatın değil felsefe ve psikanalizin de konusu elbette. Ancak edebiyatın yaklaşımı başka! Bilinç dışının yazılması bir cesaret ister ne de olsa ve rüyaların ardına bir dedektif düşürmek de ancak bir yazarın yapacağı iştir. Rüyaları yazmak. Bunu kimi zaman insanın kendine ihaneti ile veya azalmakla da ilişkilendirebilirsiniz. Rüya Dedektifi’nde dil, görüntünün içinde gezinirken tasavvufa da uğruyor.

ALİ’NİN TESLİMİYETİ

Kitap her şekilde bir dizi film tadında hatta “Sinema filmi çekilse yeridir” denecek kıvamda sürükleyici. Bülent Ata yazmanın pek çok çeşidiyle uğraştığından eserlerinde çok farklı yazım tarzlarına rastlamanız kaçınılmaz oluyor. Bir Bülent Ata okuruysanız bunu çok kolay benimsiyorsunuz zaten.

Kitap üç ana bölümden oluşuyor. Rüyalarla alıp veremediği olan kahramanımız Ali’nin, gördüğü rüyaların sizi bir yerlere götürdüğünü, size bir şeyleri işaret ettiğini fark ederseniz rüyalar daha bir anlam ve önem kazanır nezdinizde. Ali’nin başına gelen de bundan başkası değil. Hikâyeyi okurken zaman zaman akıl karışıklığı da yaşayabilirsiniz. “Kim kimdi?”,”Rüya ne, gerçek ne?”,”Bütün bunlar yaşandı mı gerçekten?” gibi cevabı müphem sorular algınızla oynayabilir. Oynamalıdır da. Yazarın yapmak istediği de budur zaten; algı karmaşası yaratmak.

Ali ile bir şekilde yolları kesişen birçok karakter var hikâyede. Nesrin ve Ruşen Amca, Ali’ye en çok yaklaşan, Ali’nin gönlünde, hayatında ve rüyalarında esaslı bir yer edinen iki karakter. Ruşen Amca da Nesrin de Ali’nin hayat ırmağını farklı yönlere akıtan iki önemli insan. Ali hayatı değişsin isteyerek çıkmıyor bu yolculuğa ama değişme vakti geldi mi bazen irademizin üstündeki irade küçük müdahaleleriyle bu değişimi yaratıyor, bize de boyun eğmek düşüyor. Bu boyun eğişteki teslimiyetin samimiyeti bizim ağırlığımızı meydana getiriyor. Ali’nin teslimiyeti de Ali’nin ağırlığını belirliyor.

“Ali, sabah namazından sonra yola çıkıp gitti. Ruşen bir örtünün altına girdi kayboldu gitti.”

AZ, AZ DEĞİLDİR

Kitabın son bölümünü okuduğunuzda derin bir nefes alın ve ilk sayfalara dönerek Şehrazat başlığının altındaki satırları bir daha okuyun. Sonra uzanın yatağınıza ve kapatın gözlerinizi...

“İnsan yalnız değildir.

Yalnız olsa bile yalnız değildir.

Ağaçların gölgelerin arasından gecenin serinliğine yenik bir savaşçı için söylenecek, yapılacak bir şey yoktu. Yaşlı adam eve varınca ocağı açtı, yumurta kırdı menemen yaptı. Yanına üzüm koydu getirdi. “İki lokma bir şey ye!” dedi. Azıcık bir ekmek vardı. Böldü uzattı. “Az gibi göründüğüne bakma! Az, az değildir” dedi. “Karnını doyur.” Ali söz dinleyip hatır için yedi. Yedikçe kendine geldi. Ruşen Amca kalktı, ona yatak hazırladı. “Şimdi dinlen, yarın senin için doğacak güneş. Anlıyorum seni. Ama bırak. Senin olanı Allah istemedikçe kimse alamaz. Giden gelir. Gönlünün tut. Sabret oğlum. Üzülme!” dedi odadan çıktı.” 

Bülent Ata kalemi güçlü ve renkli bir yazar olduğunu, sayfa sayısıyla anlam dünyasının büyüklüğü ters orantılı olan bu eserle bir kez daha ortaya koyuyor. Yazmak, okunabilecek ve hatta bir okur kitlesi edinecek bir şeyler yazmak, öyle kolaylıkla kazanılabilecek bir şey değil. Ama “Yazmasaydı ölecekti.” dediğimiz yazarlarımız var çok şükür ve onlar bu işi oldukça iyi yapıyor. Bülent Ata yıllar sonra bile okunacak eserlere imza atan “Yazmasaydı ölecekti.” listesine giren bir edebiyatçımız.

Kitaplığınızın bir köşesi Bülent Ata köşesi olsun, bolca da yer bırakın... Benden söylemesi.