23 Nisan 2024 Salı / 15 Sevval 1445

Bir sofranın etrafında dostları buluşturma çabası

Cihan Aktaş, yeni çalışması için “Unutulmayan’da yeni bir aşama için dost ve akrabaları, arkadaşları bir sofranın etrafında buluşma veya buluşturma çabasını yansıtan öyküler var” diyor.

MELEK GEDİK12 Kasım 2018 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Bir sofranın etrafında dostları buluşturma çabası
Cihan Aktaş’ın son öykü kitabı Unutulmayan edebiyatseverle buluştu. 11 hikâyenin bir araya getirildiği kitapta; geçmişi arayan bir kadın öyküsü de var tanklara direnen bir kadının mücadelesi de... Arayış, hasret, direniş, baskı ve umut öykülerin ortak temaları. Türkiye’nin yakın siyasi tarihine kara lekeler olarak geçen darbe girişimleri, baskı dönemleri ve ideolojik saplantılar ise kitabın en can alıcı konularından…
 
l Bir söyleşinizde kadının, yazma serüveninde hayal dünyasının kısıtlandığını dile getirmiştiniz. Bu kitapta ise başkahramanlarının kadın olduğu hikâyeler var. Peki, kadınlara dair yazmak kaleminizi nasıl etkiliyor? Bahsettiğiniz kısıtlama hâlâ sürüyor mu?
 
Oturup bir solukta bir öykü yazdığım hiç olmadı sevgili Melek, kahraman kim olursa olsun uzun bir yazma sürecine ihtiyaç duyuyorum. Özellikle bir kadını anlatayım demiyorum, konu kendiliğinden çarpıyor veya esiyor bir yerden. Kahramanım ve okuyucu açısından bir öyle bakıyorum bir böyle, anlatılması gerekeni doğru ortaya koymak için. Kadınlarda toplumsal yargılarla ilgili endişeler, uzun bir tarihin oluşturduğu önyargılardan besleniyor. Atkaracalarlı şair Cevriye Banu vefatından iki yıl önce, 1915’de divanını yaktı bu korku veya endişe yüzünden. Kendi düşünme cesaretiyle Müslüman olmuş Odessalı bir genç kız, Asya İlçenko da  “Yazmak içimi açmaktı, vazgeçtim” dedi bana Kiev yolculuğumda. Kadınlarda hayatın içinde mevcut olan yanlış anlaşılma korkusu elbette yazarken de kendini gösteriyor, ama aynı zamanda sanat ve edebiyat bu korkunun savaşıldığı zeminler artık. Bir erkek yazar için normal karşılanan paragrafı kadın yazar yazdığında “Sizin başınızdan mı geçti?” diye sorulur. Yazar olumlu veya olumsuz bütün karakter ve tiplerini hissetmeye, yaşantıları içinde var olmaya çalışır zaten. Toplumsal sınırlar değil kılı kırk yarmamızın sebebi, kendi sınırlarımız da var. Üslup her şeye rağmen kendine göre dile getirme endişesiyle oluşuyor. Bir sebeple yazılamayacağı düşünüleni anlatmanın binbir yolundan birine ulaşabilir yazar.
 
l Fotoğrafta Ayrı Duran ve Rüzgârla İyi Geçinmek adlı son iki kitabınızda göçmenleri anlatmıştınız. Peki, Unutulmayan’ı nasıl tanımlarsınız? Hangi dert nedeniyle yazıldı?
 
Kişisel veya toplumsal fay hatlarını konu ettiğim uzun öyküleri bir araya getirdim bu kitapta. Darbeler yüzünden sürekli gergin, kutuplaşmaya açık, fay hatları nedeniyle gücünü tüketip yas iklimine kapanmaya zorlanan, böylelikle de büyük potansiyelini olması gerektiği gibi kullanamayan bir ülke Türkiye. Ne yazık ki geçmişte yaşanan aldanışları kolay unutuyoruz. Yaşanan acı olaylar kurguya dönüştürülmediği takdirde kolaylıkla siliniyor hafızalardan. Sanat ve edebiyatın tanıklığı bu açıdan önemli. İlk öykü kitabımın adı Üç İhtilal Çocuğu. Unutulmayan, ilk öykü kitabımdaki temaları açma ihtiyacının da eseri sanırım. Kitapta son 20 yılda yazılmış öyküler var. Mesela ‘Bir Aile Yemeği’ 30 yıldır zihnimde gelişen, 20 yıldan beri üzerinde çalıştığım bir öykü. Hatta ilk safhalarından birinde, çıkardığı dergi için Ömer Faruk Dönmez’e göndermiş, daha sonra bitmediği fikriyle geri çekmiştim. ‘Korunaklı Herhangi Bir Köşe’ de aynı süreçte yazıldı. İleride bir gün yayımlamak üzere bir kenarda tuttuğum bir dosyaydı, şimdi yayınlanmasında Suavi Kemal Yazgıç’ın payı var doğrusu. Suavi bu dosyadan haberdardı, hatırlatıyordu telefon konuşmalarımızda.
 
l “Bir roman veya hikâye yazmak, bir günlük tutmak için abartılı bir şeyler gerek” diyorsunuz Unutulmayan’da. Abartılı şeyler neler olmalı? Peki, sizi yazma eylemine iten en büyük kuvvet ne?
 
“Abartılı şeyler” kitabın ilk öyküsü olan “Köyün En Güzel Evi’nin kahramanı Pakize’nin ifadesiydi. “Doğrusu, bir aşk uydurmuştu, anlatıcısına adını verdiği uzun hikâyeye, böbrek sancılarıyla başa çıkmaya yardımcı olabilirmiş gibi.” diye hatırlıyordu çocukluğunda tuttuğu günlüğe başlama gerekçesini. Şimdi çok anlamlı değil belki bir defterde günlük tutmak, dijital teknoloji dağıtıyor notları. Öykü kahramanının hatırladığı dönemde günlük tutmak, köy hayatının sınırlarını aşmak, kendine özgü bir dünya kurmakla aynı şeydi.
 
Bildiğini paylaşmak, bilmediğini dahası yanılgı ve kuruntularını fark etmek, hatırlamak ve hatırlatmak için edebi kurgu diğer bütün formlardan daha etkili geliyor bana. Kameraya gecikmiş olmakla ilgili belki bu tespitim, ancak seçme şansım olsa yine de yazı önde gelirdi. Okumayı sevdiğim için yazmaktan kendimi alamadım. Bende izi ve hatırası olan yazarlar ailesine ucundan kıyısından katılmak istedim hep. Cemil Meriç’in dediği gibi okur ve yazar olarak aynı fısıltıya kulak veriyoruz ve birbirimize aktarmalıyız. Edebiyatın her türlü sınırı aşarak acılara ve zorlu anların yalnızlığına şifa sunduğu inancı sanırım hepimizi döne döne aynı cümleyi baştan ele almaya yüreklendiriyor. Meçhul bir okuyucunun benliğine ve yüreğine tam zamanında ihtiyaç duyduğu bir cümleyle ulaşma ihtimali olmasaydı yazmayı sürdüremezdim.
 
l*Konu yazmaktan açılmışken... Birkaç yıl önce bir söyleşinizde “Kendimi romana karşı borçlu hissediyorum” demiştiniz. Ki bu sözlerin ardından Şirin’in Düğünü adlı romanınız okuyucu ile buluştu. Hâlâ böyle mi düşünüyorsunuz? Yazarların, roman ya da öykülere borçları varsa... Bir gün biter mi?
 
Sanmıyorum bitebileceğini, çünkü bir eksiğin varlığıyla yol alıyor edebiyat. Her yeni kurgu eksiği bir başka açıdan görmek için bir basamak oluyor. Yazarken başka bir patikaya sıçrıyor kalemimiz. Bu sefer belki, diyoruz, bu sefer biraz daha yaklaşmayı deneyebilirim.
 
l Unutulmayan buram buram geçmiş kokan fakat bir yandan ‘Şimdiki zaman da var ve zaman akıyor’ mesajını veren öykülerle dolu. Geçmişi özlemle anan bir kadın, aniden ‘online’ dünyaya geçiş yapabiliyor. Modern birey, hem iştahla anı kaçırmak istemiyor hem de sürekli bir nostalji peşinde. Yeni dünyanın insanları sanki, biraz arafta. Geçmiş ile şimdiki zaman arasındaki gelgitler sizce yazarların kalemini de dönüştürüyor mu?
 
Yeni teknolojiler elbette üslubumuzu etkiliyor. Ancak bir de bütün teknolojileri aşan bir klasikler gerçeği var. Don Kişot, Harp ve Sulh, Antigone zamanlar üstü bir etki uyandırıyor üzerimizde. İnsanın kalbine dokunacak, hayattaki rolü üzerine düşündürecek, kendisini başka insanların yerine koymasını sağlayacak kurgunun teknolojiyi aşan başka kuralları var, içtenlik gibi, lafı dolandırmamak, bencil duygulanımlar adına gerçeğin çığlığını örtbas etmemek gibi. Fakat evet, dil dönüşüyor kendiliğinden, hayatın seslere açıklığıyla. İçinden geçtiğimiz çağın edebiyatının ihtiyaç duyduğu nitelikleri Calvino 1984’te, Amerika Dersleri’nde yazmıştı. Her zaman ihtiyaç duyulan niteliklerin dışında dijital teknolojinin zorunlu kıldığı “hafiflik” niteliği üzerinde duruyordu, konferans metinlerinden oluşan bu kitapta. İnce bir kitap yazma gereğini değil, meramı ağır ve cafcaflı ifadelerle anlatmaktan kaçınmayı kast ediyordu kanımca. Görkemli bir sadelikle, duru bir dille anlatabilmek için metne daha fazla emek vermek gerektiği de açık zaten.
 
l Hikâyelerinizde darbe girişimleri, baskı dönemleri ve ideolojik çatışmaların gölgesinde kararan hayatlara dair sayısız anekdot var. Başörtülü olduğu için zulme uğrayan kadınlar, kendi anadillerini konuşamayan Kürtler... Sizce edebiyat, siyasi sorunların gündeme gelmesini sağlayan bir alan mı?
 
Siyaset insanların haysiyetli bir hayat sürdürmesi yönünde bir usül, ancak doğrudan devlet ve iktidarla özdeşleştiğinde oportünist veya hegemonik bir dil kazanabiliyor. Reel siyaset zamanla yarışır ve kitlelerin oyu üzerinden şekillenirken insan gerçeğine hakkaniyetli bir yaklaşımı, hak ve hukuku göz ardı edebiliyor. Bu itibarla sanat ve edebiyatın tasvir ve tanıklığı bir hayli önemli. Unutulmayan’da yeni bir aşama için dost ve akrabaları, arkadaşları bir sofranın etrafında buluşturma çabasını yansıtan öyküler var. Yanlış anlaşılma korkusundan söz ettim yukarıda. Sorunlar örtbas yerine yapıcı yeni bir ufuk adına nasıl konuşulabilir; bu konudaki arayışa bir katkısı olur öykülerimin, umarım.