20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Bir varmış, hiç yokmuş

Napoli Doğu Bilimleri Enstitüsü’nde İslami Ar. Bölümü’nde eğitim gören Lavinia Petti, bu sırada da yazdığı öykülerle Premio Tabula Fati, Premio Book’s Bar, S.Giovane gibi ödüllerine layık görülmüş. Sis Hırsızı yazarın ilk romanı.

RABİA ELİF ÖZCAN10 Ağustos 2017 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Bir varmış, hiç yokmuş

“Bir insanın geçmişte olanların gölgesiyle ve asla gerçekleşmeyecek şeylerin kuruntusuyla nasıl yaşayabileceğini hep merak ettim. Bunu kimse yapamaz. İşte bu yüzden ölüyoruz. Yaşamı sürdürdüğümüz için yaşlanmıyoruz biz, onu sürekli hatırladığımız için ihtiyarlıyoruz.”

Bilmek, unutmak ve hatırlamak… Geçmiş ile gelecek arasındaki zamansız ve mekânsız köprü, aslında hepi topu bu üç basamağın uzunluğunda, genişliğine ve derinliğinde. Bir ucunda geçmişin somut yaşanmışlığı ve tutunup sırtımızı yaslayabilmemiz için bize el uzatan hatıraların verdiği güven, öteki ucundaysa geleceğin muğlaklığı ve bir sis perdesi ardındaki gizemin getirdiği merak… Ancak, ya köprünün her iki ucu da aynı yere çıkıyorsa? “Hikâyeler başladıkları yerde biter. Aynı yerde, aynı şekilde, hikâyenin başlangıcındaki kahramanıyla…” diyen İtalyan yazar Lavinia Petti’nin ilk romanı Sis Hırsızı’nda incelikle işlediği dünya, tam da böyle bir köprü üzerine kurulu. Ne geçmiş, bütünüyle mutlak ve değişmez ne de gelecek bilinmezliklerden ibaret. Zaman ve mekân adeta bir sis tarafından kovalanıyor ve bu sisin peşinde de bir hikâye anlatıcısı koşuyor, Antonio Maria Fonte. 

Antonio, kedisi Calliope’yle birlikte küçük bir apartman dairesinde kendi hâlinde yaşayan, bununla birlikte hatırı sayılır bir okuyucu kitlesine de sahip bir yazardır. Hayranlarından aldığı çok sayıda mektubu, oturduğu apartmanın çatı katında gizlice biriktirir. Bir gün, çoğunluğunu görmezden geldiği bu mektuplardan birinde tam 15 yıl öncesine ait bir hatıraya rastlar. Yalnızca bazı şeyleri anımsatıcı birkaç kısa cümleden oluşmaktadır bu mektup. Fakat her bir kelime öyle davetkâr ve gizemlidir ki Antonio, kimden geldiğini bir türlü hatırlayamadığı mektubun sahibini bulmak için kelimelerin peşine düşer.

Bir gece Napoli sokaklarının sessiz hikâyelerle dolu karanlıklarında kaybolmuşken kendini eskici dükkânını andıran tuhaf bir yerde bulur. Burada raflar, unutulan eşyaların yanı sıra kaybolan anıları, rüyaları, hayalleri hatta sesleri ve kokuları da taşımaktadır. Ve Antonio, hatırlamaya çalıştığı anılarla mektubun sahibini bulmak için çıkacağı yolculuğun ilk adımını burada atacaktır; Tirnail’e giden, inanılmazlıklarla dolu büyüleyici bir yolculuk.

PETTI’NİN HARİKALAR DİYARI

Tirnail, Sis Hırsızı’nı hem biçimsel hem de kurgusal olarak anlamamızı sağlayacak olan anahtara sahip, ana mekânlarından biridir. Kayıp Eşyalar Ofisi’nin sahibinin de başta söylediği gibi, burada “Mekânlar ve eşyalar sadece biri onlarla karşılaştıkları zaman var olmaya başlarlar.” Nitekim kurgu boyunca insanlar ve dahası, hatıralar da böyledir; geçmiş zaman, yaşanmış olmasının getirdiği bir somutluğa ve gerçekliğe sahip değildir kendi başına. Var olması için öncelikle hatırlanması gerekir ve ancak ondan sonra belirsiz bir sis tabakasından sıyrılıp gerçeklik kazanır. Bu noktada var olmak, algılanmış olmaktır, diyerek romanın Berkeley felsefesi üzerinden ilerleyeceğinin sinyalini verir Petti. Hikâye, bir yandan bahar yağmurlarıyla buluşan Venedik kanalları, şiirsel bir gizemle birbirine dolanmış Napoli sokaklarıyla İtalya’nın masalsı dokusunda örülürken, diğer yandan Tirnail gibi tamamen kurgusal bir yere kapı aralayarak zamanın ve mekânın sınırlarını ortadan kaldırır. Böylelikle tıpkı biçimsel olarak geçmişle gelecek arasındaki geçişlerinde olduğu gibi gerçek ile hayal arasında da özgürce dolaşma imkânı bulur. Ancak Tirnail yalnızca Petti’nin gizemler, bilmeceler ve tehlikeli maceralarla dolu kurgusal dünyası değil, aynı zamanda edebiyat tarihinin pek çok farklı zaman diliminde nefes almış yazarların kurgularının da yaşadığı bir dünyadır. Özellikle kelimelere dayanan bilmeceler, “isimlerin gücü”, birbiri içine geçmiş hikâyeler gibi unsurların etrafında şekil alan kurguda Carlos Ruiz Zafón’un Rüzgârın Gölgesi adlı eserinin büyük etkileri olduğunu görebiliriz. Ancak Petti’nin dünyası, bunun çok daha ötesinde bir renkliliğe sahiptir; buraya bir kez adım attığımızda, artık kendimizi Lewis Caroll’un harikalar diyarındaki beyaz tavşanın peşinde bulur, ayak izlerini takip ettikçe Santiago’nun balıkçı kulübesinde Hemingway’in kokusunu duyarız.  

BOL ÖDÜLLÜ BİR KİTAP

2015’te İtalya’nın prestijli yayınevlerinden Longanesi tarafından basılan Sis Hırsızı, uzun süredir İtalyan raflarının çok satanlar bölümündeki yerini koruyor. Meraklısına bir parantez açacak olursak, Sis Hırsızı’nın basım aşaması da kitabın adından nasibini alıp birtakım sisli süreçlerden geçmiş. 1988’de Napoli’de dünyaya gelen Petti, Napoli Doğu Bilimleri Enstitüsü’nde İslami Araştırmalar Bölümü’nde eğitim görmüş, bu sırada da yazdığı öykülerle Premio Tabula Fati, Premio Robot, Premio Book’s Bar, Scrittura Giovane gibi çeşitli edebiyat ödüllerine layık görülmüştür. Yazar, ilk romanı Sis Hırsızı’nı kaleme alırken bir yandan da üniversite eğitimini sürdürür, bu sırada da romanın bir kopyasını 2014 yılı Mayıs ayında yayınevine gönderir. Yayınevi, bu kopyayı çok başarılı bulur ve basımı için Lavinia Petti ile iletişim kurmaya çalışır. Fakat yazardan cevap alamaz; çünkü Petti o sırada üniversite eğitimine odaklanmıştır ve maillerini kontrol etmez. Bir süre sonra durumu fark eder ve eylül ayında yayınevine metnin tamamını ulaştırır. Fransız yayınevi Grasset kitaba hayran olur. “Böylesine genç bir yazarın bu kadar olgun olması olağanüstü,” diyerek İtalya’da basılmadan önce kitabın haklarını satın alır.  Öyle görülüyor ki bir ilk roman için oldukça iddialı ve başarılı olan Sis Hırsızı, ileride post modern edebiyatın klasikleri arasınaadını yazdıracaktır.