24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

Din değiştirmiş ''Mesih''ten sonra

SUSKUNLUĞUN YÜKÜ MÜTEMADİYEN İSLAM’IN VE MÜSLÜMANLARIN ALEYHİNE HAREKET EDEN TEHLİKELİ BİR TOPLULUK OLARAK KABUL EDİLEN DÖNMELER/SABAYİSTLER HAKKINDA HAZIRLANMIŞ, ZAMAN İÇİNDE GENİŞLETİLİP-GELİŞTİRİLMİŞ ÖNEMLİ BİR AKADEMİK ÇALIŞMA.

İSMAİL KÜÇÜKKILINÇ14 Ekim 2016 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Din değiştirmiş ''Mesih''ten sonra

Sabatay Sevi ve Osmanlı-Türk Dönmelerinin Evrimi alt başlığına sahip Suskunluğun Yükü, şimdilerde ehemmiyet ve kıymetini hatta aktüalitesini kaybetmiş ama zamanında bilhassa muhafazakâr-mütedeyyin camiada devletin ve milletin felaketine sebep olan,  mütemadiyen İslam’ın ve Müslümanların aleyhine hareket eden tehlikeli bir topluluk olarak kabul edilen Dönmeler/Sabayistler hakkında hazırlanmış, zaman içinde genişletilip-geliştirilmiş bir akademik çalışma.

Yazar, tezini giriş ve sonuç kısmında çok başarılı bir şekilde hülasa ve meramını da net olarak ifade etmiştir.  Yazar  “din değiştirmiş Mesih”in 1676’da ölmesini müteakip Osmanlı topraklarında kapalı bir toplum hayatı yaşayan, Yahudi, Hıristiyan ve İslam inanç ve ritüellerini harmanlayarak apokaliptik yeni bir teoloji geliştiren Dönmelerin 19. yüzyılda sayıları artan bir şekilde dinî kimliklerini reddettiklerini, Osmanlı ve bilhassa Cumhuriyet Türkiyesi’ndeki Batılı tarzdaki ekonomi ve eğitim ağlarına dâhil oldukça sekülerliği, bireyciliği ve modern fikirleri benimsediklerini ve kendi toplumlarını da dönüştürdüklerini, hatta özgürleştirdiklerini iddia etmektedir.

BİNYILCI VE MESİHÇİ TELAKKİLER

Yazara göre Dönmelerin homojenleştirilmeleri yanlıştır, onlar artık Yakubî, Karakaş ve Kapancı olarak değil de modernleşme döneminin bir tezahürü olarak Ortodoks, reformcu ve asimilasyoncu olarak tasnif ve tavsif edilmelidir; en Ortodoks ama aynı zamanda kamusal alanda İslamî ibadetleri yerine getirmede en hassas(!) olan mezhep Yakubîlerdir.

Sabatay Sevi ve Sabataycılığın Yahudilik ve Hıristiyanlıkla binyılcı ve Mesihçi telakkilerle alaka ve bağı detaylı şekilde ele alınmakta, Osmanlı Devleti’ndeki serencam da çoğu birincil kaynaklara istinaden gereği kadar anlatılmaktadır.

Yazar, Mesihçi hareketlerin Avrupa’nın aksine Osmanlı’da tesirinin az olduğunu, çünkü Yahudilerin Osmanlı Devleti’nde katliam ve zulme maruz kalmadığını belirtmektedir.          

Netameli mevzu ve meselelerde hele de kapalı gruplar hakkında çalışma yapmak çok zordur. Bu çalışmada en göze çarpan husus, kimi zaman mübalağa, kimi zaman da iftira olarak telakki edilen bazı şayiaları “tevsik” etmese bile doğrulamasıdır. Şifahî malumat ve kaynağın kimi saha ve mevzularda “vesika”dan daha muteber ve “sahih” olduğunu bu çalışma bir kere daha teyit etmektedir. Yazar, Dönme olan muhataplarını ilmî bir çalışma yaptığına ve niyetinin sadece “anlamak” ve “haksızlık yapmamak” olduğuna ikna etmiş olmalı ki hem tevatür-şayia olarak maruf bazı âdetlerin mevcudiyeti ya da mahiyeti hakkında net bir bilgi alabilmiş hem de onların kapsam ve tesirini çeşitli mezhepleri baz alarak kıyaslayabilmiş. Yazar, bazı anekdotları ve mühim sırları, özel yaşamın bir parçası olduğu gerekçesiyle kitabına almamış. Yazarın muhatap olduğu bazı Dönmelerin, yazarın ana teziyle uyumlu olarak Dönmelikle inanç-düşünce-ibadet olarak bağının zayıflamış ya da dönüşüm geçirmiş oldukları ve bazı sırları fâş etmemeyi hayatî-zarurî bir mükellefiyet olarak telakki etmedikleri anlaşılıyor. Yazarın, cinsel ahlaksızlıkla anılan “kuzu bayramı” ile alakalı yazdıkları ve bu meyanda birçok Yahudi hahamının bazı Dönmelere  “mamzerim” [piç] nazarıyla bakıp onlarla işbirliğinde bulunmayı reddetmelerine yaptığı vurgu bigâne kalınamayacak zenginlik ve sahihliktedir. Zaten asırlardır tevatür-şayia olarak tedavülde olan bazı âdetlerin hepten yanlış, mübalağa veya iftira olması da mümkün değildir.

DENGELİ VE İLMÎ

Mustafa Kemal’in Dönmeliği iddiasına yaklaşım da hayli dengeli ve ilmîdir. Yazar bir kısmı Amerika mahreçli 1919-20 tarihli haberleri naklettikten sonra “Bu haberler, Mustafa Kemal’in kökenine dair iddiaların, yalnızca onun aşırı seküleştirmeci çabalarından rahatsız olan İslamcılar tarafından tartışılmadığını, aynı zamanda Türk Devrimi’nin tartışılmaz lideri olmadan önce çeşitli çevrelerde de söylenti halinde dolaştığını gösterir” demektedir.

Dönmelerin Dış İşleri Bakanlığı’na olan ilgileri ile alakalı söylenenler bilindik şeyler olsa da böyle bir çalışmada dile getirilmesi de önemlidir. 

Yazar tarih-sosyoloji-psikoloji- coğrafya-dinler ve mezhepler tarihi gibi farklı sahalara taalluk eden ve birkaç yabancı dil bilmeyi gerektiren bir konuyu çalışmış; kendisi donanımlı ve tezi de ziyadesiyle kaliteliyse de yine de ufak-tefek hata ve tenkidlerden azade değil.

FİTNE HADİSESİ

Vanî Mehmed Efendi ve Sevi münasebetine dair söylenenler tartışmaya çok açık. Avcı Mehmed’in Kadızadelilerle olan yakınlığı hususunda bağlam gerektirdiği için biraz daha detaya girilebilirdi.

Yazar “Sabatay ve hareketi, sultana karşı, Kutsal Topraklar’da bir krallık yaratmayı hedefleyen silahlı bir isyan olarak değil, zuhur ve fitne hadisesi olarak görüldü. Bu açıdan hareket, modern uzmanlar tarafından iddia edildiği gibi, proto-milliyetçi veya Siyonist bir hareket değildi” derken aslında detaya girip mukayeseli tahliller yapabilecekken burayı çok sathî geçmiştir. Gayrimüslim olmayanheretik-mesihci-mehdici ya da zındık-mülhid olarak tavsif edilen Osmanlıların isyan ve hareketlerine kıyas için biraz daha sayfa ayrılabilirdi.

Yazar “Dönme erkeklerinin çoğunluğu ve neredeyse bütün Dönme kadınları, muamma kimliklerini, Yeni- Luriacı Dönme Kabalası’nın ilkelerini takip ederek muhafaza etmişlerdir” tespitinde bulunup “bu nedenle, Kabala ile sufizmden unsurların birleştiği ‘senkretik’ yeni bir din oluşturmaktan ziyade, Dönmeler, post-mesiyanik Yahudi bir çerçevede, bütün mevcut dinlerin üstünde olan, bir meta-din yaratmışlardır” derken bu meta-dinin altını dolduramamakta ve aslında kitabın temel mantık örgüsüyle de çelişen ifadeler kullanmaktadır.

DR. NAZIM’A HAKSIZLIK

Kanaatimce bu, bir meta-din olgusundan ziyade Dönmeliğin elastikiyetine, hatta gücüne işaret eder. Yazarın iddia ve ifade ettiği üzre şayet Yakubiler Melamî sufilere, Kapancılar Mevlevî sufilere ve Karakaşlar da Bektaşî sufilere daha fazla ilgi duymuşsa sırf bu olgu bile Dönmeliğin  “bütün ‘doksa’ların ötesinde bir varlık durumunu işaret eden, meta-doksik bir din” olmadığına işaret eder. Dönme Kabalası, Dönmelerin Ortodoks olmayan sufi tarikatlarına ilgisini kolaylaştırmıştır ve bu ilgi pragmatiktir; meta-din için bir veri değildir zannındayız.

Yazarın Dr. Nazım için “bilebildiğimiz kadarıyla Dönme bir aktivistti” ifadesi bir haksızlıktır. Kanaatimce Yahya Kemal Beyatlı’nın Dr. Nazım’la alakalı şahadeti daha gerçekçi ve geçerlidir. Yazarın Jön Türklük ve İttihadçılık okumalarının maddî bilgi hata yapmasına mani olacak mikyasta olmadığı da anlaşılıyor. Mesela “20. yüzyılın başında Ahmed Rıza, Abdullah Cevdet, Ali Suavi,  Mizancı Murad ve Dr. Nazım Bey, Paris’teki en etkin Jön Türklerdi” ifadesi inşallah sadece maddî bir hatadır. Yoksa Ali Suavi gibi bir Yeni Osmanlı’nın hepsi de Jön Türk ve kendisinden en az bir kuşak daha genç olan isimlerle zikredilip Paris’in en etkin Jön Türkleri arasında olduğunun iddia edilmesi akademik bir çalışmada olmaması gereken bir hatadır.

SONUN BAŞLANGICI

Bunun gibi “1907’den sonra... Dr. Nazım ile Bahaeddin Şakir de Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni kurdu” ifadesi de ziyadesiyle problemlidir. Yazarın “İTC’ye ikinci muhalefet merkezi ise, İTC’nin materyalist dünya görüşünü reddeden ve şeriatın yeniden yürürlüğe konulmasını isteyen muhafazakâr dinî çevreler arasındaydı” ifadesi de savrukluğa-özensizliğe bir numunedir. “İTC’nin materyalist dünya görüşüne” sahip olduğu birilerinin iddiası olabilir ancak bu, bir iddia olarak ifade edilmeli, şayet yazar bu kanaatteyse bunu de net şekilde ortaya koymalıydı. Yazar, 1915-1922 arasında Osmanlı topraklarında yarım milyon Yunan’ın[yazar acaba Rumları mı kast ediyor?] öldüğüne dair bilgisinin kaynağını göstermeliydi.

Kitabın en zayıf bölümününse “Dönmeleri susturmak: Sonun Başlangıcı” başlıklı bölüm olduğunu söyleyebiliriz. Şefik Hüsnü, Dr. Nazım ve Cavid Bey’in Mustafa Kemal’in hışım oklarına maruz kalmasının her şeyle alakası varsa da Dönmelikle yoktur; kaldı ki Dr. Nazım’ın Dönme olmadığı da muhakkaktır.