20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Dört kere ilk kitap

Raşit Ulaş, Zeynep Tuğçe Karadağ, Cengizhan Konuş, Tuba Kaplan. İlk şiir kitapları geçtiğimiz günlerde yayınlanan dört şair. Yani şiirimizde dört bahar rüzgârı. Yolları açık olsun diyoruz.

SUAVİ KEMAL YAZGIÇ9 Haziran 2017 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Dört kere ilk kitap

Sir şairin ilk kitabı şiire bahar getirir. Baharın bütün med-cezirleriyle birlikte hem de… Bu med-cezirler yüzünden “şiirde” ilk kitabı yayınlamak hem şair hem de yayıncı için zorlu ve risklidir. Bu riski göze alan dört şairin ilk kitabına değinmek istiyorum bu noktada…

ACİLE TEK GİDEN

Zeynep Tuğçe Karadağ’ın ilk kitabını açıyoruz öncelikle. “Gece tek başına acile giden hastayla/Kendisine hiç el sallanmayan yolcu, aynı insandır aslında” mısraları kitaba hâkim olan atmosfer hakkında fikir veriyor. Günlük hayatta bir balığın içinde yaşayıp fark edemediği su gibi içinde soluk alıp verdiğimiz “normallerdeki” anormali teşhis ediyor ve sıradanlı “fevkaladeleştirerek” şiirleştiriyor Karadağ. Niçin mi böyle yapıyor? Belki de onun bir nesrinden kopya çekmemiz lazım bu noktada. Sürekli yazdığı Kültür Gündemi sitesinde Özgecan Arslan’ın ardından kaleme aldığı yazıda Karadağ şunları diyordu: David Fincher’in Se7en filmindeki John Doe karakterinin söylediği replik gibi: “Her sokak köşesinde, her evde, ölümcül bir günah görüyoruz ve hoş görüyoruz. Hoş görüyoruz çünkü sıradan, çünkü olağan. Sabah, öğle ve akşam hoş görüyoruz.” Bu kadar hoşgörü(!) yeter, ihya et bizi Türkiye! Bu topraklarda yaşanan vahşetlerden ötürü anksiyete sahibi olduk. Üstü kalsın”  diyor şair. Görme ve duyma eşiğimizi sorgulatacak “normallerden” dem vuruyor Karadağ. İyi de yapıyor. 

KAVGA BAŞLIYOR

“Şiir ya bir duadır ya da beddua” diyen Valery miydi? Emin değilim. Raşit Ulaş da şiir bir gazavatname. Sadece kitabının isminin Kavga Başlıyor olmasından kaynaklanmıyor bu yargım. “Bana Türkiye kadar bir kılıç gerek/çiçek nasılsa açar. Allahu ekber” mısralarıyla başlıyor kitap. Bütün Kavga Başlıyor zulme karşı sessiz kalmama şiiridir esasen. “Yunus Emre’nin Sanayi Devrimini Görmemesine Övgüdür” der mesela.

Gazetelerde haber değeri az bulunan imdat çığlıklarını şiirleştiriyor Raşit Ulaş. Yarım kalan ameliyatlar, karbonmonoksit zehirlenmeleri… “İncirlik Üssü” ocağımıza dikili bir incir ağacı oluyor onun şiirinde. Bütün bunlar şiirde yer almalı mı? Bence evet. Her kelime, tema şiirde yer alabilir mi sorusunun yanlış olduğunu “şairin” meramını ifade etmeyi bir şekilde başarabileceğini düşünüyorum. Bir temanın şiirleştirilememesi temanın kendisinden değil şairin onu ifade etmekte aciz kalmasından kaynaklanır bence. Raşit Ulaş’ın kavgasını da bu bakımdan önemsiyorum.

TARAFSIZ GÜNLER

Cengizhan Konuş’un Tarafsız Günler’i bir şikayetname olarak da okunabilir. Ancak vurgulamam gerekir ki bu “yüzeyden” bir bakıştır. Her şeyin aslını astarını arayan bir şiir yazıyor Konuş. Kitabın ismindeki zehirli ironi bu açıdan dikkat çekici. Çünkü bu zehir bir panzehir arayışının işareti aslında. İroni olsun diye ironi yapmıyor Cengizhan Konuş, derdini ifade etmek, meselesini dillendirmek için ironiyi bir araç olarak kullanıyor. Konuş, ironi olsun diye ironi yapmadığı için şiiri de “entelektüel bir fantezi” olmaktan “tarafsız” bir oyun olmaktan çıkıyor. 

“hangi anlama çekersen çek hayatı

her şeye doksan dokuz kere başlayabilir insan

 

kendine sokuldukça

rengini bulan yaşamak

izafiyet teorisi nedir bilmeyen annelerin bağrında

İstanbul trafiğidir

alnımıza denk gelen apartman boşlukları

merdiven süpürüyor aydınlık odalara

yüzündeki makyaja inanıyor kadınlar

bu pazar yine tatil

ülkemiz çan seslerinden uyuyamıyor” diyor şair ve susuyoruz.

TEK VURUŞTA ÖLMEK

“Seni anlata anlata bitiremeyeceğim halkım” diyor Tuba Kaplan, Tek Vuruşta Ölmek’te. Alabildiğine uzun, salkım saçak mısralar yazıyor. Bu salkım saçaklık “muğlaklıktan” kaynaklanmıyor ama “net” bir şiir var Kaplan’ın. Kaosu tasvir ederek kuruyor şiirini. Kimi şair damıtır ve azaltır. İleride Tuba Kaplan’ın da tercihleri değişebilir bilemem. Şimdiki tercihi zamanın ruhunu ve ruhsuzluğunu deşifre etmek için çok uygun görünüyor bana. 

Bu noktada şairin nesrine atıfta bulunmak isterim. Tuba Kaplan, Türk aydınını eleştirirken “Batının kavram ve klişelerini buzluktan çıkarıp piyasaya sürerek, başkasının kavram ve kelimelerini üzerimize alarak, kıblemizi değiştirerek olmuyor bazı işler” diyor. Şiirde kendi kelimeleriyle yazmakla yetinmiyor sorgulanmaktan münezzeh tutulan “yerleşik yabancı” kalıpları da sorguluyor. 

TOPLU SONUÇLAR

İlk kitaplar sadece şairlerinin değil zamanlarının da habercileridir. Şairin ve zamanın ruhu ilk kitaplarda kendini daha çok ele verir. Şairin bütün şiir hayatının tohumları ilk kitaplarında gizlidir. Şair sonradan bambaşka bir poetik tercihe de yönelse ve hatta ilk kitabını reddetse de ilk kitabından “ustalığının” temellerini okuyabiliriz. Şiir bir yanıyla şairinin şahsiyetiyle irtibatlıdır çünkü. Poetika değişse de şahsiyet dip akıntılarda devam eder. Bunu reddedilen ilk kitaplardan örnekler vererek açabilirim elbette. Ancak bu yazının konusu dört şairin ilk kitabı.

Bu yazı Ataç’ın zar atma yazılarından biri olmadı farkındayım. Zaten adını andığım şairlerin de bence öyle numaralara ihtiyacı yok.