19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Dünyanın pimini çeken öyküler

Abdullah Harmancı, beşinci öykü kitabı Melek Kayıtları ile insanı yalın haliyle anlatmaya devam ediyor. Hayatı fevkaladelikler içinden değil sıradanlıklar içinden inşa ettiği kesitlerle öyküleştiriyor.

Suavİ Kemal Yazgıç24 Şubat 2017 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Dünyanın pimini çeken öyküler
Hayat -her ne kadar anlatırken kullansak da- yaşarken “giriş-gelişme-sonuç” üçlüsüne sığdıramayacağımız bir süreç. Doğum girişe, ecel sonuca benzemiyor neticede. Hayatı anlatırken/anlamaya çalışırken bu şablon, bir araç olarak işimize yarıyor hepsi bu. Ancak bu aracın mutlaklaştırılması bizi başka sorunlarla karşı karşıya bırakıyor. Yaşanılanı araca uygun hale getirmek; epey bir eğip bükmeyi, kesip biçmeyi gerektiriyor zira. Abdullah Harmancı ise bu araca gerek görmüyor ve hayatı kesitler halinde inşa ediyor. Bazen bir ana sığan, bazen içinde hiçbir olaya yer vermeyen kesitler bunlar.

Kitabın isminde Kuranı Kerim’de “kiramen katibin” olarak bahsedilen ve insanların iyi ve kötü amellerini iki meleğin kaydetmesine atıf var. Melek Kayıtları’nı, Harmancı hikâyesi bağlamında hayat kesitleri olarak okumamız mümkün. Bu anlamda Melek Kayıtları ilk dört kitaba da bağlanıyor.

CALVİNO’YA SELAM

“Bir Keresinde Bir Öykü Okumuştum” cümlesiyle başlıyor Melek Kayıtları. İlk öykünün adı Görünmez Öyküler, İtalo Calvino’nun Görünmez Kentler’ine uzaktan selam gönderiyor. Bu öykünün arka planında Abdullah Harmancı’nın öykü poetikasını da okumak mümkün. Hayatı boyunca ideal öyküyü bir kişinin sonra onu bulduğunu düşünmesiyle arayışına son vermesini anlatıyor. Öykünün genç karakterinin arayışa son vermesi, hayatının kalan kısmını bulduğu o öyküye vakfetmesi, bir anlamda aynı öykünün de defalarca okunabileceğinin/yazılabileceğinin bir işareti olarak değerlendirilebilir. Maksat bir öykü kalabalığında “nicelikleri” büyütmek değil yüreğini yakalayan öyküyü bulmak ve onda sükûn bulmaktır. Bir öyküyü mesken tutabilmektir mesele. (Mesken tutmak deyince ismini Batı’dan esen bir rüzgârdan Gedavet Gayrimenkul’u unutmuş değilim. Bir rüzgâr kadar geçici olan dünya mülkünü anlatan “Behçet Bey Neden Gülümsedi?” adlı hikâyeyi ise buradan zikretmeden asıl konuya geçmek istemem.)

Kitaba ismini veren Melek Kayıtları adlı öyküyü ise “küçürek öykülerle” örülü bir öykü olarak okumak mümkün. Her biri tek başına öykü olan ama bir araya gelince yeni bir bütünlük oluşturan Melek Kayıtları, isminin hakkını veriyor. On Dakika adlı öykü ise hayatını işgal eden ve meşgul olduğu uğraşılarla istediği gibi huşu içinde bir Ramazan yaşayamayan bir karakterin hayatı üzerinden hepimizin hayatındaki kusurlu ibadetleri, ne yaparsak yapalım noksan kaldığını hissettiğimiz hayatımızı anlatıyor. Hayatı fevkaladelikler içinden değil sıradanlıklar içinden inşa ettiği kesitlerle öyküleştiriyor Abdullah Harmancı. Böylece okuyunca “bunun benimle alakası yok” deme lüksümüz de olmuyor elbette. Kendi yazdığı kitabı ile cep telefonu arasındaki “ikilemi” fark eden “Gıcır Kitap Cix Telefon” öyküsünün karakteri gibi… Bu noktada ilk kitabından beri Konya’nın caddeleriyle, parklarıyla Harmancı’nın yazdıklarında giderek daha somutlaştığını görmenin mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Harmancı’nın şehirlerin tektipleştiği bir çağda, Konya’nın bugününün fotoğrafını çekmesinin bir inşaat şirketinin tabelasından da olsa gedaveti bize hatırlatmasının ne kadar önemli olduğunu vurgulamak isterim. Yaşadığımız günlerin nefsanî çelişkilerine yakalanan insanları ve bu çelişkiyi aşan meczuplar; Harmancı’nın hikâyelerinin temel karakterlerini oluşturuyor. Zira dünyevi gailenin işgali altındaki insanın kendi içinde yaptığı nefs mücadelesinden kesitleri Melek Kayıtları’nda inşa eden Harmancı, yazdıklarında pek çok ayet ve hadise lafzen olmasa da ruhen atıfta bulunuyor. Böylece altı çizili, kapital harflerle yazılmayan yani okurun gözünün içine “Bu budur” diye hakikati kör edercesine sokmayan incelikli bir “tebliğ” okunuyor. Hissesi olan kıssalar kaleme alıyor Harmancı. Bunu da onun öyküsünün artı hanesine yazmamız gerekiyor zira Harmancı bunu, kıssa geleneğinin yeniden hatırlanmaya çalışıldığı yakın dönemlerin pek çok yazarının denediği fakat pek azının altından alnının akıyla kalkabildiği tehlikeli bir bölgede inşa ediyor. Kötü bir öykü yazmanın daha da fenası sıradanlığa düşmenin böylesi kolay olduğu bir alanda atını başarıyla süren yazar, bu noktada bir tebriki hak ediyor.  Yalın ve ironik bir anlatım yakalamayı başararak birçok yazardan ayrılıyor Harmancı. Zira yalın anlatımı basitlikle karıştırmıyor ve ironiyi şatafatın getirdiği karmaşa ve kargaşada yakalama peşine düşmüyor.

Nümayişsiz bir coşku

Melek Kayıtları, Abdullah Harmancı’nın olgunluk dönemi öykülerinden bir demet. Yazar, bir yerde “iyi hikâyeyi” şu sözlerle tarif ediyor: “İyi hikâye, onu var kılan marifeti ayan beyan sergilemeden, cümleleri arasında eritmeyi başarabilmiş hikâyedir zannımca. Bizi kelime kelime, cümle cümle fetheder. Bittiği zaman bitmiştir. Ruhumuzda sızısı yahut coşkusu vardır artık.” Harmancı’nın yazdıklarında aradığı öncelikleri bu cümlelerden okumak mümkün. Nümayişsiz bir sızı ve coşku. Bir pim kadar küçük, pim kadar etkili öyküler yer alıyor Melek Kayıtları’nda. Görünen o ki Harmancı, yazdıklarıyla dünyanın pimini çekmeye devam edecek.