20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Fuarda kitap imzalayamayan bir yazarın günlüğü...

KİTAP FUARLARINDA PAZARDAKİ ZERZEVAT SATICISI GİBİ, GELİP GEÇENLERİ TEZGÂHLARINA ÇEKENLER VAR. ALLEM KALLEM BİR ŞEY SATIYORLAR. MESELA, ORTA YAŞLI BİR HANIMA, ADINI YANLIŞ OKUMADIYSAM TUZLUĞU UZATIR MISIN HAYAT İSİMLİ BİR KİTAP SATTILAR!

TURAN KARATAŞ11 Kasım 2016 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Fuarda kitap imzalayamayan bir yazarın günlüğü...
“Sevgili günlük” diye başlamayacağım. Lâkin aşağıda okuyacağınız satırlar, hayli karmaşık duygularla, birbiriyle çatışan ve çelişen hallerle yaşanan uzun bir günün sonundaki düşüncelerdir.

Geçtiğimiz günlerde, yazar sıfatıyla bir davete icabet ederek Anadolu’nun güzel şehirlerinden birine gittim. Hayatımda bir değişiklik olur, birkaç okuyucumla buluşur söyleşirim, dedim kendime. Kentin ulaşımı kolay, yeşil, ferah ve geniş bir alanına kurulmuş fuar. Birçok yayınevi iştirak etmiş. Niçin etmesin, bütün masraflarını büyükşehir belediyesi üstlenmiş. Yer parası yok. Yol, konaklama, yeme-içme de belediyeden. İmza için gelen yazar ve şairlerin mesârifi de. Daha ne istenir...

Açılışın üçüncü gününe denk gelen cumartesinde, kaldığımız dört yıldızlı otelde epeyce uzun ve doyurucu bir kahvaltıdan sonra yayınevimizin standına varıp sandalyeme kuruldum. Artık okuyucularımın hücumuna, en azından bendenizle şerefyâb olmalarına muntazırım. Bir iki saat geçti, kimseciklerin durup baktığı yok kitaplarıma. Vaziyet hoşuma gitmiyor. Huysuzlanıyorum. Yüzümü göremiyorum, ama iyi olmadığımı tahmin ediyorum. Bu esnada, stant gönüllümüz Nadir Abi, işbilen bir ev sahibi olarak devreye giriyor. Tecrübeli, tedbirli ve cömert. Tedarikli gelmiş. Çantasını açıp evvelâ nefis bir kahve ikram ediyor. Gerilen asabıma iyi geliyor. Fuarın kapalı alanının dışına çıkıp hava alıyorum.

     Geç ve uzun bir kahvaltıdan sonra öğle yemeği yiyecek durumda değilim. Üstelik yediklerimi hazmedecek herhangi bir eyleme de kalkışmış değilim. Söz gelimi, daha bir tanecik bile kitap imzalayamadım. Yanisi, yemeği hak edecek maddi-manevi bir durum yok ortada. İçeri girdim. Şöylemesine bir gözlemleyeyim, ülkemin güzel insanları hangi kitaplara ilgi duyuyorlar, neler okuyorlar, bir göreyim; hani bir de görüneyim, dedim. Diğer stantlarda, benim gibi kitaplarını imzalamaya, okuyucularıyla buluşmaya gelmiş şair ve yazar arkadaşlardan, dostlardan kimler var, selamlaşalım.

KAÇ TAKİPÇİNİZ VAR?

Üç beş tanıdık ile karşılaştık. Hal hatır sorduk. Yolu uzattım, fuara katılan hemen bütün yayıncıları gördüm. Bu arada bir yazar arkadaş ‘’Sosyal medyada var mısın? Twitter, instagram, facebook hangisini kullanıyorsun?’’ diye sordu. ‘’ Yokum. Hiçbirini.’’ cevabını verdim kestirmeden. ‘’Kim nereden bilecek sizin burada olduğunuzu?’’ diye kaygılandı, burada bulunuşumu anlamsız bulan bir yüz ifadesiyle. Biraz kızgınlıkla ‘’Sizin burada olduğunuzu kim biliyor?’’ dedim. ‘’Şimdilik 682 izleyicim var twitter’da. Onlara duyurdum.’’ ‘’Takipçilerinizin kaçı bu şehirde yaşıyordur?’’ ‘’Bilmiyorum.’’ dedi. Ayrıldık.

Bir saati bulan şu gezintide fark ettiklerimi, zihnimin bir köşeciğine dercettim:

1. Dini kitaplar/yayınlar(popüler olanları), özellikle hanım ziyaretçilerin ilgisine mazhar oluyor.

2. Çocuk kitaplarına da kısmi bir ilgi var. Bilhassa oyuncak biçimine sokulan kitapçıkları evirip çeviren güzel yüzlü, aydınlık bakışlı çocuklar görüyorum.

3. Televizyon marifetiyle parlatılan, sosyal medya aracılığıyla her saat başı olmasa da hemen her gün izleyicilerine afili laflar yazıveren, benim henüz okuma şerefine kavuşamadığım kimi isimlerin kitaplarına gençler iltifat ediyor. Meşhur masaldaki şekerden kulübe gibi, içinden ne çıkacağına aldırış etmeden, kapağına, hurufatının süksesine kapılıp alıveriyorlar değersiz kitapları.  Böyle ürünleri pazarlayan yayıncıların stantlarındaki görevliler de becerikli maşallah. Pazardaki zerzevat satıcısı gibi, gelip geçenleri tezgâhlarına çekiyorlar. Allem kallem bir şey satıyorlar. Mesela, orta yaşlı bir hanıma, adını yanlış okumadıysam Tuzluğu Uzatır mısın Hayat isimli bir kitap sattılar!

4. Böyle yeni sayılacak fuarlara, ciddi, değerli kitapları görmeye, almaya gelen bilinçli okuyucu/ziyaretçi sayısı çok az. Bunu bildikleri için bazı büyük yayınevleri bütün kitaplarını değil de çok satanlarını getirmiş.

SAYININ, KUYRUKLARIN NE ÖNEMİ VAR

Dönüp dolaşıp yine kitaplarımın bulunduğu standa geldim. Gelen giden var mı bakışıyla selamladım Nadir Abi’yi. Öğrencinizmiş galiba, bir kız sizi sordu, dedi. Sevindim, heyecanlandım. Telefonunu bırakmış. Aradık. Biraz sonra koşarak geldi. Simayı hemen hatırladım, ismini kendi söyledi. Biraz konuştuk, fotoğraf çektirdik. Söyleşiler kitabımı imzalayıp armağan ettim. Ohh. Sevindim. Satılmasa da bir kitap imzalamıştım. Hem de sevdiğim, müeddep bir öğrencime. Bir iki saat daha oturduk. Yine Nadir Abi o sessiz bedeninden göründü. Baktı hava ağırlaşıyor, çantasından çerez olarak yenen cips biçiminde kurutulmuş tarhana ve ceviz çıkardı. Kendi bahçesindeki ağaçlardan topladığı cevizleri bıçağıyla kırıp önüme koymaya başladı. Midem de istekli bir vaziyete gelmiş. Başladık nefis ceviz eşliğinde tarhana yemeye. Fevkalade lezzetli. Ne kadar yedik bilmiyorum, kırılmayan cevizlerden çok kabuk birikti poşetin içinde. Eee, bu kadarı kâfi. Şimdi kazara bir okuyucu çıkıp gelse, ne der bu halimize! Tekrar kitap imzalama vaziyeti aldım. Derken akşamı ettik. Artık kalkalım diyecektim, bir genç geldi. Doğrudan bana yönelmiş olarak önümde durdu. ‘’Merhaba’’ dedi. ‘’Buyurun, hoş geldiniz’’ deyiverdim, “Nerede kaldınız’’ diyecekken. Söyleşiler kitabımı eline aldı, içindekiler kısmını inceledi. Oralı değilmiş gibi bakıyorum. İmzalatacak belli. ‘’Yazılarınızı okuyorum hocam, epeyce yararlandım’’ dedi. Şiir yazıyormuş, bazı dergilerde görünmüş şiirleri. Adını söyledi. Aşina olduğum bir isim değil. Hâlbuki izlediğim, okuduğum dergilerde çıkmış ürünleri. Demek ki dikkatimden kaçmış. Vaktim varsa, yanında getirdiği iki şiirine bakmamı istedi. Birini okudum. Bir iki şey söyledim. Kitabımı uzattı imzalamam için. Bilinçli bir okurla buluşmanın kıvancıyla birkaç güzel cümle yazdım, imzaladım. Gün boyu kitap imzalamış gibi mutluydum. Demek ki dedim, bu şehre şu biricik insan için gelmişim. Sayının, kuyrukların ne önemi var.

Muhtemelen bundan sonrada benzer fuarlara katılacağım. O biricik okur için. Kim bilir, belki o da gelmeyecek. Benim gibi, dar alanda, kitap üstüne tanıtım, değini, eleştiri yazıları ve denemeler yazan birinin kaç okuyucusu vardır? Umutsuzluğa gerek yok. Her şehirde bir Süleyman, yüce gönüllü bir Nadir bulunur nasıl olsa...