19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Görünmek olmaktan uzaktır

NAZİFE ŞİŞMAN ‘OLMAK’ VE ‘GÖRÜNMEK’ ARASINDAKİ TEZATLIĞA DİKKAT ÇEKEREK SORUYOR: “GÖRÜNMENİN, KEMALE ERMENİN ÖNÜNDEKİ EN ÖNEMLİ ENGELLERDEN BİRİ OLARAK GÖRÜLDÜĞÜ BİR KÜLTÜREL ATMOSFER, NASIL DEĞİŞİP DÖNÜŞÜYOR?”

HALE KAPLAN ÖZ15 Temmuz 2016 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Görünmek olmaktan uzaktır

Nazife Şişman, zamanın ruhunu okumaya odaklı kitaplarıyla dikkat çeken bir isim. Kamusal Alanda Başörtülüler, Günün Kısa Tarihi, Yeni İnsan: Kaderle Tasarım Arasında gibi kitaplarıyla önümüze alternatif okumalar sunan Şişman’ın yeni kitabı Dijital Çağda Müslüman Kalmak bu çizgide tarihe düşülmüş önemli bir not. Teknolojinin hızı içinde Müslümanların gündeminden çıkan tartışmalar, Facebook ve yeni mahremiyet tanımı, kültürde kulağın değil gözün hakim oluşu, hiper denilen zenginleştirilmiş okuma...  Hepsini konuştuk, buyurun.

- Kitabın ismiyle başlayalım. Dijital çağı öncekilerden farklı kılan ne ki Müslüman kalmayı sorunsallaştıran bir izlenim doğuyor daha ilk baştan?

Elbette hayatımıza katılan her teknolojik yenilik, gündelik hayat örgütlenmemizi de zihniyet dünyamızı da etkiler, dönüştürür. Çağın fizyonomisini oluşturan dijital teknoloji için bu çok daha vurgulu bir şekilde ifade edilmeli. Çünkü yaşadığımız çağ teknolojinin hakimiyetinin sorgulanmadığı, sürükleyici gücün teknoloji olduğu bir çağ. Bu yüzden Müslümanlar 70’li yıllarda yaptıkları “imam mikrofon kullandığında namaz kabul olur mu?” şeklindeki tartışmaları teknolojinin hızı içinde kaybetmiş durumdalar. Görüntünün vazgeçilmezliği, “suret yasağı”nı gündemden çıkarmış gibi görünüyor. Bu değişim ve dönüşümle yüzleşmemiz gerektiğini hatırlatmaya ve içinde yaşadığımız dijital kültürün ne idüğünü tasvir etmeye çalışıyorum kitapta.

- Facebook ve mahremiyet tanımının değişmesi önemli bir konu. Kendini sergilemenin normalleşmesinin yanında nispet kültürünü de tetiklediği söylenebilir mi bu mecraların?

Mesela bu konu, kullanılan aletin belirleyiciliğini ortaya koyması açısından önemli. Hepimiz elimizde hem metaforik manada hem de madden kamera ile yaşıyoruz. Her anımızı kaydedilecek ve sergilenecek bir görüntü olarak yaşıyoruz. Adeta kaydetmek üzere yaşıyoruz. Peki bu durumda mahremiyet anlayışımız nasıl değişiyor? Lütfen burada hemen şallı Instagram kızlarına indirgenmesin bu söylediklerim. Bir Hocaefendinin camiden çıkıp istirahate çekildiği makama kadarki anlarını kaydedip çiçekli kalpli tezahüratlar ve ‘like’larla sergilendiği hesaplar hiç de nadirattan değil. Seyir toplumu herkesi kapsıyor.

Görünmenin, kemale ermenin önündeki en önemli engellerden biri olarak görüldüğü bir kültürel atmosfer, nasıl değişip dönüşüyor? Farkında olalım diyorum.

- Dini telkin dili ne oranda etkilendi peki?

Medya, aracı demek. Din dili de medyaların içinde yeni şekiller alıyor. Biz 28 Şubat’ta daha bariz bir şekilde karşılaşmıştık ekran hocaları ile. İsmail Kara Hocamız’ın Yaşar Nuri Öztürk’ün vefatı üzerine yazdığı yazı, medyanın din dilini nasıl değiştirip dönüştürdüğünü ortaya koyuyor. Bunun da ötesinde muhatabın “herkes” olduğu bir vaz u nasihat dilinin, yani youtube kanallarının din dilini nasıl etkilediği de gündemimizde olmalı. Reytinge bağlı bir mecranın ilim sahiplerini seyirlik malzemeye dönüştürme riski bariz çünkü.

- Kulak ve göz arasındaki fark ve göze dayalı bir kültüre teslim oluşumuz... Heidegger neden en ontolojik organımız dedi kulak için? Kulağa dönüş mümkün mü?

Heidegger’den yapınca alıntıyı, kulağa daha çabuk ulaşıyor. Halbuki bütün dinlerin hitabı kulağadır. O yüzden “Gördük ve inandık” değil, “İşittik ve itaat ettik” der müminler. Bugün gözün hakimiyeti altında yaşıyoruz. Oysa göz aldanır, çok çabuk büyülenir. Ve bugünkü teknoloji gözü muhatap alırken hızla da bu aldanma katsayısını artırıyor. Kulağa dönüş mümkün mü? Dönüş, zor olsa da her zaman mümkündür. Söze itibarını iade eder, kelama kulak verirsek...

- “Arama motorlarındaki sıralamanın zamanın ruhunu okuyabileceğimiz araçlar olduğu iddiası, bizatihi bu süreçlerdeki teknik kısıtlılıklar ve düzenlemeyi popülerliğe bağlayan manipülatif yönetsel mantık dikkate alındığında geçerliliğini yitiriyor. “ diyorsunuz. İnternetle ‘bir olmuş’ bu zamanın ruhunu nasıl okuyacağız peki?

Zamanın ruhunu elbette interneti dikkate alarak, hatta onun içinden okumalıyız. Sanal reel ayrımının keskin sınırları yok artık. Pek çok reel işlemi sanal ortamda yapıyoruz. Orada yazıyor, yayınlıyor ve okuyoruz mesela. Ya da ödeme yapıyor, alışveriş yapıyoruz. İletişim ve haberleşmemizi sağladığımız, sohbetimizi yaptığımız alan da internet ortamı. Bu yüzden çağı anlamak için mutlaka internetin içinden bir okuma yapmak şart. Benim alıntıladığınız cümlede kastettiğim ise, sadece arama motorlarından öne çıkan maddeler üzerinden bir değerlendirme yapılamayacağı.

- Google bunu yapıyor her yıl çağın “zeitgeist”ını okuduğunu iddia ederek...

Evet, her yıl hangi ülkede insanlar en çok neyi sordu Allame Google’a diye listeler yayınlanıyor. Adı sizce de çok iddialı değil mi? Halbuki biz bir kelime ile arama yaptığımızda, hem kendi arama geçmişimizle, hem sıralanan maddelerin kelime eşleşmesi için sunuluş tarzıyla hem de tıklanma sayısı ile bağlantılı maddeler çıkıyor karşımıza. Karşımıza ilk çıkan on madde hep daha fazla tıklandığı için de belki yüzüncü sırada çıkacak ve derdimizin asıl dermanı olacak olan veriye ulaşmamız mümkün olmuyor. Yani demem o ki enformasyonun bir hiyerarşisi var. Tıklanmaya endeksli ve manipülasyona açık.

- “Bildiğimiz Kitabın Sonu” başlıklı bölümle başlıyor kitap. İronik olmuş. Bu tercihi de sormak istiyorum.

İlk anda sanılacağı gibi basılı kitaba ağıt şeklinde nostaljik bir yaklaşımım yok bu konuda. Matbaada basılı kitabın beş yüz yıllık bir tarihi var. Ondan önce de “okuma” vardı. Bizim Müslümanlar olarak metinle ilişkimiz araçsal değil. Elbette Kitap bizim için hakikate götüren ayetlerle dolu. Ama kuru harflerin gövdesine yüklenmemiş hakikat, “yürüyen Kur’an” diye tavsif edilen bir elçi aracılığıyla gönderilmiş. O yüzden bilginin aktarımında “sema” yani dinleme prensibi var. İlmin ulaştırılmasında insan (alim-arif) her zaman önemini korumuştur. Kitap tek başına konuşmaz İslam geleneğinde. Ama bugün matbaa sonrası yaşanan doğrudan metinle muhatap olmanın daha ileri bir aşaması ile karşı karşıyayız. Yazarından bağımsız, yoğrulmaya, katkıya açık metinler dolaşıyor dijital ortamda. Bu durum bizim bilgi hiyerarşimizi nasıl dönüştürüyor? Soru bu.

- Sürekli değişen linklerle oradan oraya savrulan, twitter gibi mecralarda sınırlı karakterle yazmaya programlanmış nesle bir şeyler okutmanın zorlukları da gündeminizde. Bir önceki kuşak “nasıl yazmalıyız?” diye sorgular ve radikal bir değişiklik yapabilir. Bu değişim hayr olur mu diye aklıma geliyor ilkin. Hiper okumayı derinlikli okumayla birleştirmek mümkün mü?

İnternetin okuma ve yazma alışkanlıklarını nasıl etkilediği elbette gündemimde. Matbaa nasıl iki kapak arasına alınan ve yazara otorite verirken ondan özgünlük bekleyen bir sürece yol açtıysa, dijital ortam da kitabı, daha doğrusu metni okuyucunun müdahalesine açtı diyebiliriz. Yani vikipedi’ye herkes metin yazabilir. İslam ilim geleneğindeki haşiye yazmayı modernist bir bakış açısıyla aşağılayanlar, şimdi zenginleştirilmiş metni kutsuyor. Çelişki değil mi? Bir başka yenilik: Bir metni okurken çeşitli linklerden yol alarak başka başka mecralara gidebilirsiniz. Bu zengin bir okuma biçimi belki. Ama sörf yapmanıza imkan sağlarken, durup düşünmeye fırsat bırakmayan bir araç bu. Halbuki düşünmek durmakla mümkün. Hiper denilen zenginleştirilmiş okuma ile derin okumanın birleştirilmesi elbette bir umut. Ama bunu başarabilmek için de hıza teslim olmamayı göze almak gerek.

- Bahsetmeden geçemeyeceğim... Önümüzde Nihayet dergisi örneği var. Gençler öyle çok seviyor ve okuyor ki. Nihayet “çok tanıdık” ama bir o kadar da bu zamandan uzak... Bu dili nasıl kurdunuz ki bu kadar etkili oldu?

                Nihayet derginin vurgusu bugünü, gündelik olanı konuşmak üzerine. Eylemle ve nesneyle sınanmamış bilgi bilgi değildir. Bu yüzden gündelik hayat önemli. Sokakların arasına dalmadan, insanların gündelik hayatlarına dahil olmadan olmakta olanı anlamak mümkün olmaz. Bu yüzden hayatta ne varsa dergide de yakın oranlarda var. Mesela ilk sayımızda kına gecesi de taziye çadırı da yer alıyordu. Bu bilinçli bir seçimdi. Yaşlı genç, fakir zengin, eğitimli eğitimsiz insanların hikayeleri yer alıyor dergimizde. Haber olarak değil, hikayenin duyguyu geçiren dili ve bize yaklaştıran üslubu ile varlar hepsi. Gündelik hayatın sosyolojisi içinden konuşurken edebiyatın hayata temas eden noktalarından istifade ediyoruz. Mesela her ay bir öykü ile bir haberi eşleştirerek tartıştık hep meselelerimizi. Şimdilerde bir sinema filmi, bir reklam filmi ya da başka bir metin üzerinden tartışıyoruz. Bu manada basılı bir dergi olsa ve dijital ortamda bir kısmı yayınlansa da sözlü kültüre dahil olmanın, insanların hayatına değmenin, karşılıklı konuşmanın yollarını arayan bir dergi Nihayet.