25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Güzel Şahitlik

Kıymetbilmezliğin çoğaldığı, vefanın azaldığı, insanî münasebetlerin kirlendiği bir vakitte çıkageldi Saadettin Acar’ın Güzel Şahitlik isimli kitabı.

TURAN KARATAŞ12 Mayıs 2017 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Güzel Şahitlik

Kıskançlığın, kibrin, benbenliğin, horgörünün ulu dağlar yüksekliğinde seyrettiği günümüz dünyasında, diğeri için hüsn-i şahadette bulunmak, bugünkülerin ifadesiyle başkası için güzel tanıklık yapmak, gıpta edilecek bir davranış. Aslında bu, mü’minde bulunması gereken bir tavırdır. Fakat Müslümanların çoğu nice zamandır öze ilişkin hassasiyetlerden çok görünüşe değgin ölçülerle yaşar oldukları için bu türden asli güzellikler bile bize fevkalade görünüyor. Önderimizin vasıfları olan adaletli, merhametli, cömert, alçakgönüllü, nezaketli, ümitvar olmak; kıskançlık göstermemek, dünya malına kıymet vermemek; insanların kusurlarını yüzlerine vurmamak, kimseyi incitmemek, hor görmemek gibi güzel hasletlerle bezenmek yerine dışımıza, kılığımıza itina gösteriyoruz, markalı urbalarla arzı endam ediyoruz. Benim gördüğüm kadarıyla kıymetbilmezliğin çoğaldığı, vefanın azaldığı, insanî münasebetlerin kirlendiği bir vakitte çıkageldi Saadettin Acar’ın Güzel Şahitlik’i.

Hemen çoğunu şahsen tanıdığı, kimisiyle arkadaş, dost olduğu sanat, edebiyat, düşünce dünyasından insanlara şahitliğini dile getiriyor Saadettin. Kitabın ilk bölümünde (yedi sayfasında) anlatılan, başka bir âlemden, “dünyanın kıyısında bir adam” Molla Ferhan Acar, yazarın babası. Tam bir teslimiyetle Müslüman. Dünya kirine bulaşmamış, tertemiz. Emredildiği gibi yaşamış, dosdoğru. Mala mülke meyletmemiş, helal lokmayla gıdalanmış. Hilesiz hurdasız bir ömür. Bu Anadolu babasının şu hasletlerini biz de şiar edinsek keşke: “Dünyaya ve dünya ehline özendiğini hiç gören olmadı. Makam ve para sahiplerine hiç yanaşmadı. Muhtaç olmasına ve ortalamanın epey altında bir hayat sürmesine rağmen hep şükretti.” Dokuz çocuğunu Müslümanca bir hayat için hazırlamayı başgaye bilen bir babaya karşı eli kalem tutan bir evladın vefa borcu. Gıpta ettim Saadettin’e. Her baba böyle bir oğul güzellemesini hak etmektedir.

ZEVK-İ SELİM

Kitabın ikinci bölümü (s. 23-42), “üstad” Sezai Karakoç’un düşüncesini, şiirini, eserini tanıtan, anlatan uzun bir yazı. Bildiğim kadarıyla Saadettin’in yetişmesinde, müktesebatında Sezai Beyin epeyce dahli olmuştur, bu da onun şükranı. Yolunu kaybetmiş suyu adeta tekrar yatağına döndüren büyük sanatkâr, mütefekkir Karakoç’u ayrıcalıklı kılan özellikleri şöyle sıralıyor yazar: Özgünlük, özgüven, yetenek, gelenekle kurulan sahih ilişki, samimiyet/ hasbilik, sanatçı duyarlığı, itikadi duruş, hakkaniyet duygusu, irfani duyuş, zevk-i selim, muhayyile gücü.

Sonraki bölümde on iki “güzel yüz” var şahitlik edilen. Hepsi de bizim dünyamız içinde mühim şahsiyetler. Şöyle böyle tanıdığımı zannettiğim yirminci asrın büyük bilgesi Aliya İzzetbegoviç’i, Saadettin’in anlatımından sonra daha bir sevdim. Yakınlaştım. Aliya’nın “Allah’ım! Dürüst ama kalbi olmayan doğru insanlardan sana sığınırım. (Allah’ım! Beni onların kalpsiz dürüstlüğünden koru.)” duasını anlamak için düşündüm. Yine bu bölümde, “Müslüman dünyanın yetiştirdiği en büyük düşünce adamlarından biri” olarak tavsif edilen Seyyid Hüseyin Nasr için yazar, “21. yüzyılda dünyaya bir Müslüman örneği sunmamız gerekirse bunun Nasr benzeri bir insan olabileceğini düşünüyorum” diyor. Acar’ın şu tespitini pek beğendim: “Eğer Ersin Nazif Gürdoğan’dan tüm yazı ve konuşmalarını özetlemesini isterseniz, zannederim sonuç olarak diyecektir ki: Allah’tan korkun. Çünkü Allah korkusunun her şeyin başı olduğunu söyleyen bir inancın temsilcisidir o.”

Acar’ın anlatımı duru, meramını dolaştırmadan, karıştırmadan söylüyor. Kendisi de belirtiyor, yazıların en büyük hüneri samimiyeti. Okura da sirayet ediyor bu içtenlik. Abdurrahman Arslan’la ilgili yazdıklarıyla hemen hiç tanımadığınız birine kanınız kaynıyor, gidip tanışasınız, konuşasınız geliyor. Şahsen ben aşina oldum, yakın oldum sanki. Aslında tanıyormuşum bu adamı deyiverdim. Sayılarının artmasını arzuladığımız münevver Müslüman insan örneği diye düşündüm.

İbrahim Tenekeci hakkında yazılanları okuyunca, işte dedim, kardeşliğin, dostluğun yazıyla somutlanıp zamana ve geleceğe emaneti. Bir yazarın kaleminin zekâtı bu olmalı, yetenekleri ve değerleri takdir etmek. Kusurlarımızı zaten rakîp görüyor ve söylüyor. Bize düşen kardeşlerimizin güzel taraflarını görmek ve göstermek. Böyle bir eğilim ve eylem, içimizdeki kıskançlığı da yıkayacaktır.

MÜSLÜMANCA DUYUŞ

Saadettin Acar’ın şahsî tanıklıkları bana daha değerli göründü. Bir şairin, yazarın eserleri yahut sanatı hakkındaki malumatı başka yerlerde de bulabiliriz. Fakat kişiliklere aydınlık düşüren bu şahsî tecrübeler, yaşanmışlıklar, gözlemler biriciktir. Bir küçük eleştiri, kitabın “ve sözler” bölümündeki söyleşiler, eserin hava bütünlüğünü bozmuştur. Yazardan ödünç alarak söyleyelim, “zulüm, kibir, riyakârlık, kara siyasa, çeşit çeşit dalavere, beyaz baldır, ak akçe hesabı” kasıp kavururken ortalığı, böyle güzel şahitlikleri yazıvermeyi önemsemeliyiz. Çünkü bu, kıymetbilirlik demek; hasbîlik demek, kardeşliğe verilen değer demek; bu, muhabbet demek; sevdiklerinin elini sıkıca tutan bir dostun güzel şahitliği demek, hesapsız çıkarsız kucaklayış, ivazsız garazsız bakış demek. Müslümanca duyuş demek. Daha ne olsun.

ŞİİR YÜZLER

Kitabın “şiir yüzler” bölümünde, yazar, Ahmet Murat için, “Edebiyat dünyasında kirlenmemeyi başarmak büyük bir çabayı zorunlu kılar. Bu kaypak zeminde ilerlerken adımları büyük bir dikkat ve titizlikle atmak gerekir. Kibre ve riyaya kapılmamak ve haddini bilip onu aşmamak gerekir. Ahmet Murat, bana göre etraftaki birçok (fitne ve) tehlikeye rağmen temiz kalmayı başarmış bir insan, bir şairdir. Bunun böyle devam etmesi için umudu ve duayı biriktiriyorum.” diyor. Yukarıdaki cümlelerin Saadettin Acar’ı da tavsif ettiğini, aynı temenniyi kendisi için de söylemeliyim.