18 Nisan 2024 Perşembe / 10 Sevval 1445

Hanedan’ın çileli yüzyılı

SÜRGÜNDEKİ HANEDAN, DÜNYANIN EN BÜYÜK İMPARATORLUKLARINDAN BİRİNİ YÖNETEN OSMANLI HANEDANI’NIN SARAYDA DOĞAN AMA SONRA KADINLARI YABANCI PRENSLERLE EVLENMEK, ERKEKLERİ BULAŞIKÇILIK, BİLETÇİLİK YAPMAK ZORUNDA KALAN HATTA GURURU NEDENİYLE GECELERİ ÇÖPTEN YEMEK TOPLAYAN SULTANLARIN ÖYKÜSÜNÜ ANLATIYOR.

SELİM EFE ERDEM8 Ekim 2015 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Hanedan’ın çileli yüzyılı

OSMANLI Hanedanı, dünyadaki en uzun ömürlü hanedanlıklardan biriydi. Evet Osmanlı altı asır hüküm sürmüştü, Çin, Mısır, Roma ya da Bizans’ın ömrü bin yılı aşmıştı ama her birinde sayısız farklı hanedan tahta oturmuştu. Bu imparatorlukları kuran krallar ve aileleri ile yıkılışları sırasındaki kralların hatta milletlerin artık birbiriyle hiç ilgisi yoktu. Bizans hanedanı o kadar sık değişmişti ki “Sabah erken kalkan komutan, tahta oturup kral oluyordu” esprisi bile yapılır. 12. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nu kuran ve yıkıldığı 20’nci yüzyıla kadar yöneten Osmanlı Hanedanı ise, 11-18. yüzyıllar arasında neredeyse tüm Avrupa’yı yöneten Habsburg Hanedanı ile Avrupa’nın en uzun ömürlü hanedanlarından biridir.  Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, bu hanedanı ve bugünkü temsilcilerini belki de bugüne kadar hiç anlatılmadığı kadar detaylı bir şekilde ele alan bir kitaba imza atmış. Timaş Yayınları’ndan çıkan Sürgündeki Hanedan/ Osmanlı Ailesinin Çileli Asrı adlı kitap, kimin Osmanlı hanedan üyesi olduğunun bile tartışma konusu olduğu günümüzde adeta bir kaynakça. Yazarına, Osmanlı Hanedanı’nı sorduk.

 

Osmanlı Hanedanı’na ilişkin bugüne kadar yazılmış belki de en kapsamlı kitapla karşı karşıyayız. Bu kitabı yazmaya neden ihtiyaç duydunuz? Kitabın ana temasında, ne anlatmak istediniz? Kitabı ne kadar sürede hazırladınız? Kitaba ilişkin olumlu veya olumsuz nasıl eleştiriler aldınız?

Hânedanın sürgününün üzerinden neredeyse bir asır geçti. Çok kimse için tesirlerini hâlâ acı bir şekilde sürdüren sürgün neredeyse unutuldu. Hem bu mühim hâdiseyi gözler önüne sermeyi düşündüm. Bu haksızlığa dikkat çekmek istedim. Hem de hânedan ve sürgünle alakalı merak edilen, bilinmeyenleri paylaşmayı düşündüm. Tanıdığım hânedan âzâları da beni teşvik ettiler. Zaten çocukluğumdan beri Osmanlı tarihine ve hânedana alaka duyardım. Kitabın hazırlıkları senelerce sürdü. Hânedan ferdleriyle görüştüm, görüşemediklerimle haberleştim. Sürgün yerlerini gezdim. Bu mevzuda yazılmış ne varsa okumaya çalıştım. Bu bilgilerin toplanıp kitap hâline getirilmesi bir yıldan fazla bir zaman aldı. Hemen herkesten müspet dönüşler oldu. Birkaç çatlak ses çıkmadı değil. Bunlar zaten Osmanlı düşmanlığını saplantı hâline getirmiş ciddiye alınmayacak sıradan kişilerdendi.

BUGÜN 22 ŞEHZADE VAR

Kitapta,  hanedanın şu anda 22 şehzade ve 16 sultandan oluştuğunu söylüyorsunuz. Ayrıca çok sayıda hanedan kolundan da bahsediliyor. Bu şehzade ve sultanlar, tüm kollardan gelen isimler mi yoksa sadece bir tek kol mu temsilci sayılıyor?

Bu insanların hepsi 1808-1839 arası saltanat sürmüş olan Sultan II. Mahmud’un padişahlık yapan iki oğlu Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz’in soyundan geliyor. Bütün Osmanlılar bu iki zâtın soyundandır. Önceki nesildeki şehzâdelerin soyu devam etmemiştir. Sultan çocukları da hânedandandır, şehzâde veya sultan sayılmaz ama hepsi sürgünü tatmışlardır. Bir de bu soydan olmayan gelin ve damatlar var. Onlar da hânedana mensuptur, hatta onlar da sürgün edilmişlerdir.

 

Hanedanın bir temsilcisi var mı? Yoksa en yaşlı üye olarak mı seçiliyor? Şu anda, hanedanın reisi olarak kimden bahsedilebilir?

Bir tarihî teâmül vardır: Hânedanın en yaşlı şehzâdesi padişah olur. Bugün saltanat olmadığı için, bu zât hânedan reisi sayılıyor. Şimdi New York’ta yaşayan 92 yaşındaki Osman Bayezid Efendi, hânedan reisidir. Sembolik bir makamdır. Buna itiraz etmek kimsenin haddi ve salahiyeti değildir.

SULTANLAR, YABANCI PRENSLERLE EVLENDİ

Kitapta, hanedan üyelerinin çok sayıda yabancı ülke prens veya kralıyla evlendiği görülmekte. Belli başlılarını saymak gerekirse, hangi sultanlar, kimlerle evlendi? Bunlar, biraz da maddi açıdan zorunlu evlilikler miydi? Bugün hâlâ, ailesinin kökeninde Osmanlı sultanı olan krallar ya da devlet başkanları var mıdır?

Haydarabad Nizamı’nın iki oğlu ile Halife Abdülmecid Efendi’nin kızı Dürrişehvar Sultan ve Sultan V. Murad’ın torunu Nilüfer Hanımsultan evlendi. Sultan Murad’ın bir başka torunu Selma Hanım Sultan yine bir Hindli hükümdar Sacid Hüseyn ile evlendi. Abid Efendi, Arnavutluk kralının kızkardeşi ile evlendi. Sultan Reşad’ın torunu Mihrümah Sultan, Ürdün prensi Naif ile evlendi. Ömer Faruk Efendi ile Sabiha Sultan’ın üç kızı, Neslişah, Hanzâde ve Neclâ Sultanlar, birer Mısır prensi ile evlendi. Irak Kralı II. Faysal, Sultan Vahîdeddin’in torunu Prenses Fâzıla ile nişanlı iken, ihtilal oldu. Tahtını ve canını kaybetti. Bunların çoğu aileyi maddî bakımdan ferahlatmak için yapılmış evliliklerdi. Bir bakıma kendilerini feda ettiler. Çocukları hayattadır ama hükümdar değildir.

 

Hanedanın hukuken, Türkiye veya dünyanın bir başka ülkesinde, bir gayrimenkul ya da toprak için hak iddia etme hakkı var mıdır? Varsa, nerede, ne yapabilirler?

Hânedan sürgün edilince, mallarını kaybettiler. Bunları geri alma hakları vardır. Ancak gerek İngiltere ve Fransa, gerekse Ankara hânedanın tekrar servet sahibi olmasını önlemek için bunun önünü siyasî ve diplomatik yollarla kesmeye çalışmışlardır. Senelerce mücadele ettikleri halde bir şey elde edemediler.  Türk hükümeti bu mevzuda yumuşarsa, ecnebileri de yumuşatırsa, önceki haksız muameleler iptal edilir ve hânedan da atalarının mevcut mirasını elde edebilirler.

HALİFELİK KALSA, KÜRT SORUNU OLMAZDI

Kitapta, yeni cumhuriyetin bir yandan halifeliği kaldırırken bir yandan İslam ülkeleri tarafından tanınmak için yaptığı girişimler dikkat çekiyor. Ankara’daki şûrada, İslam ülkelerinin destek vermesi durumunda Türkiye Cumhuriyetinde hâlâ halifelik olabilir miydi?

Mümkündü. Ama bunun hakiki bir halifelik olmayacağına da dikkat çekmelidir. Ne İngiltere, ne de Ankara bunu isterdi. Zira İngiltere sömürgecilik siyasetine aykırı buluyordu. Ankara ise halifelik kalsaydı, dine ters düşen inkılapları kolay gerçekleştiremezdi. Osmanlı hanedanı olmayınca, halifelik de olamaz, kimse kabul etmezdi. Zira Osmanlılar halifeliği hatır için değil, hakkıyla elde etmiştir.

 

Osmanlı Vakfı neden kuruldu? Üyeleri arasında kimler var ve bugüne kadar ne gibi faaliyetlerde bulundular?

Son zamanlarda hânedan ferdleri arasında yardımlaşmayı temin için bir Osmanlı Vakfı’nın kurulması mevzubahis olmuş; fakat ne hükümetlerden, ne de zenginlerden gereken alakayı görmediği için fiiliyata geçememiştir.

 

Kitabın yazarı ve Osmanlı Hanedanı’nı en iyi bilen isimlerden biri olarak, halifeliğin kaldırılması size göre Türkiye Cumhuriyetinin yaptığı stratejik bir hata mı yoksa doğru bir karar mı? Neden? Türkiye, halifelik, cumhuriyet ve demokrasiyi birleştiren kendine özgü bir model üretebilir miydi?

Halifelik, İslam tarihinin en eski müessesesi idi. Türklerin elinde de hakiki hüviyetini bulmuştu. Türklere dünyanın en güçlü devletini kazandıran biraz da bu olmuştu. Halifeliğin kaldırılması ile hem Müslümanlar öksüz ve Müslümanlık sahipsiz kaldı. Hem de Türk milleti hüviyetini kaybetti. Bugün yaşanan Kürt meselesi biraz da bundan kaynaklanmaktadır. Halifelik kalsaydı, bugün Türkiye dünyanın söz sahibi devletlerinden biri olurdu kanaatindeyim. Cemiyet de daha huzurlu olurdu. Türk tarihinin dönüm noktalarından birisidir. Halifelik, İslâm dinindeki toleransın tecelli ettiği bir makam olarak pek çok meseleyi de ortadan kaldırırdı. Nitekim bugünki insan hakları sistemi, bir şer’î devlet olan Osmanlı Devleti’nden çok geridedir. Halifelik, memlekette yaşayan çeşitli ırk ve dinleri birleştiricidir.

Kitaba neden ‘çileli asır’ ismini verdiniz?

Bir devlet kurmuş, bir millet meydana getirmiş koskoca bir hanedan, bir gecede vatanlarından sürgün edildi. Mallarını, dostlarını kaybetti. Dinlerini, dillerini öğrenmek ve yaşamak imkânından mahrum bırakıldı. Açlıktan ölenler, kimsesizler mezarlığına gömülenler, tabutuna haciz konanlar, gayrı müslimlerin yardımı ile geçinenler, çöpten yiyecek toplayanlar, ağır işlerde çalışanlar, intihar edenler oldu. Nisbeten rahat olanlar da vatansız, pasaportsuz kaldı. Atalarının fethettiği topraklardan transit bile geçemez, dilini konuşamaz, dinini yaşayamaz oldular. Hiç lâyık olmadıkları bir muamele... Çileli bir asır değil de ya nedir?

 

***

ÇÖPTEN YEMEK TOPLAYAN SULTAN

Bulaşıkçılıktan biletçiliğe kadar, hanedan üyelerinin yaptığı pek çok iş var.Sizi en çok hangisi etkiledi?

Sefaletten hastalanıp yataklara düşen Fehime Sultan’ın cariyesi, gece sokaklarda dilenip üç beş kuruş getiriyor ve velinimetine bakıyor. Şimdi kimsenin paylaşamadığı Sultan Hamid’in oğlu Nuri Efendi, bir parkta açlıktan ölü bulunuyor. Bir başka oğlu Abid Efendi sokak sokak dolaşıp seyyar satılıcılık yapıyor. Bir diğeri Abdürrahim Efendi bu hayata dayanamadığı için şakağına kurşunu sıkıyor. Sultan Hamid’in kızı Şadiye Sultan ve Sultan Aziz torunu Gevheri Sultan, ölmek için dua ediyorlar. Hem Sultan Hamid’in hem Gazi Osman Paşa’nın torunu Fatma Âliye Hanımsultan, gece çöpten yiyecek topluyor. Bunları anlatırken bile insanın dudakları titriyor, gözleri yaşarıyor. Bırakın bir Müslüman Türkü, insan olanın kabullenemeyeceği bir haksızlıktır. Bu sebeple millet iflah olmuyor. Haksızlık telafi edilmedikçe de korkarım olmayacaktır.

***

HÂLÂ KORKUYORLAR

Yasal bir engel olmadığı halde, hanedan soyundan gelen hiç kimse neden bugüne kadar her Türk vatandaşı gibi siyasete atılmayı, Türkiye’yi yönetmeye aday olmayı düşünmedi?

Hânedan sürgün edildikten sonra yurt dışında da sıkı takip altında tutuldu. Evlilikleri, işe girmeleri, seyahatleri bile Ankara tarafından kontrol edildi. Sürgün kararı kaldırıldıktan sonra da yurda dönenler gözaltında tutuldu. Bu, hânedanda inanılmaz bir ürkeklik, hatta korku meydana getirdi. Onun için konuşurken ve insanlarla görüşürken çok dikkatli davranırlar. Siyasete zaten sürgünden evvel de dâhil değillerdi. Sonra da hiç bir zaman rağbet etmemişlerdir. Tekrar başlarına benzer felâketlerin geleceğinden korkmuşlardır.