19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Hangi kitap nasıl okunmalı?

OKUMA UĞRAŞINA BAŞLADIĞIM YOLDA, BİR VAKİTLER TÜRK EDEBİYATINI ÇOK İYİ TAKİP ETMİŞ SONRA DA MİRASLARI EVLATLARINCA SAHAFLARA BIRAKILMIŞ OKUR AMCALARIN VE TEYZELERİN PAYI ÇOK BÜYÜK.

ERDİNÇ AKKOYUNLU12 Ocak 2017 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Hangi kitap nasıl okunmalı?

Okurlar, okur olmak isteyenlere ya da halihazırdaki okurlara ne okuması gerektiğini bıkmaz usanmaz ve çoğu zaman da nefret ettirecek denli bir anlayışsızlıkla söyler durur. Ama kimse, size nasıl okumanız gerektiğini söylemez. Oysaki hangi metni okuduğunuz kadar bir metni nasıl okuduğunuz da önemlidir.

Her okurun kişisel okuma tarihi var ve bu tarihi zaman zaman hatırlamak, okumaya dair bu eylem gün gelip de tıkandığı vakitlerde okur kişinin çok işine yarar. Nasıl mı? Okumaya başlamam yalnızlığın da etkisiyle çok erken yaşta oldu ve okuma fikrinin dışında neyi okuyacağıma dair herhangi bir fikrim yoktu. Bunu çevremde sorabileceğim kimse de bulunmuyordu. Ne okuyacağımı bilmesem de okunacak kitapları nerede bulabileceğime dair bir fikrim vardı. Varoşunda yaşadığım Kadıköy'ün merkezine giderek Akmar Pasajı'nda bir zamanlar raflar dolusu kitabın sokağa taştığını gördüğüm o eski yapıda, kendime uygun kitaplar bulabileceğimi düşündüm. Yine de bu fikri uygulamak o kadar kolay olmadı. Akmar Pasajı'nın eskiliği ve o yıllarda yayılmaya başlayan Rock müzik dükkanlarından yayılan gürültülü müziğiyle çok ürkütücü görünürdü. Bu nedenle okuma fikrimi hayata geçirmek konusunda pasajın önünde yapılan birkaç keşif gezisi sonucunda tereddütler yaşadım. Sonunda da pasajın önünde yer sergisi açıp ikinci el kitap satan bir açık hava sahafı bulunca, uzman bir okurmuşum gibi kitapları incelemeye başladım. Neye küstüğünü bilmediğim satıcı üzgün bir ifadeyle artık kendine fazlalık gibi gelen kütüphanesini boşaltmış, değerlerinin çok daha altına kitaplarını elden çıkarıyordu... O gün yine şanssızlığım gölgem gibi peşime takılmıştı ve etrafımda kitaplar hakkında konuşan birçok kişi olmasına karşın kimsenin dikkatini çekmemiş, onlardan bir ayaküstü tavsiyesi alamayarak hangi kitaptan okumaya başlayacağımı öğrenememiştim. Fikirtepe'ye döndüğümde, elimde Cengiz Aytmatov'un Toprak Ana adlı 1972 basımı kitabı vardı. O kitabı galiba en eski ve en ucuz kitap olduğu için almıştım. Yazarı ve yazdığı hakkında tek fikrim yoktu... Aytmatov, dünya edebiyatının en kolay okunan ve derinlikli hikayelere sahip aynı zamanda da Hindistan'da birkaç yüz kişinin konuştuğu dile varana kadar en çok dile çevrilmiş yazarları arasındadır.

ŞANSINI KİTAPLARA HARCAMAK

Şimdi düşündüğümde okumaya karar vermiş fakat kimsenin yol göstermediği bir genç olarak o kolay okunan ve derinlikli Toprak Ana'nın bana yeni bir kitap almak için iki hafta sonra Akmar Pasajı'na yolumu düşürdüğünü anlıyorum. Bu sefer pasajın ilk katının gün aydınlığını alan kısmında dolaştım. Pasajın birkaç dükkan ilerleyince dışarısı aydınlıktan insanları kör etse bile tek damla ışığının düşmediği kasvetli mimarisi beni korkutmuştu. Gün gözüyle girdiğim ilk sahaftan adını o güne kadar duyduğum ve paramın yeteceği ilk kitabı almaya kendime söz verdim. Eve bu kez Aziz Nesin'in Zübük romanı ile döndüm. Aziz Nesin, birinci kişi anlatım tarzını artık ustalığın da zirvesinde olduğu günlerde yazdığı Zübük'te mükemmeli kıskandıracak denli iyi uygulamış. Hikayenin Türk siyasetine değen kısmının da ilgi çekiciliğiyle bu kez Toprak Ana ve Zübük ile aynı lezzette bir kitap aramak için, kendime verdiğim sözü tutup Akmar Pasajı'nın birinci katının karanlık olan kısmına gittim. Karanlığın kalbine bana bir armağan vermesi için, yutkuna yutkuna pasajın derinlerine girdim.

O yıllarda insanlar, kitaplarından kurtulmaya çalışıyordu. Daha doğrusu Kadıköy'de bir ölüm salgını başlamıştı. 1950'lerden 1990'lara kadar yerli ve yabancı klasik ve modern tüm romanları hatmetmiş okurlar bir bir ölüyor, mirasçıları da evlerini sattığı ya da ölen anne babanın evine yerleşen yeni evli çiftlerden damat ya da gelin olanı bu naftalinli mirası istemediği için, sahaf dükkanları tavanlara kadar kitapla dolup taşıyordu. Bunu hem onca kitabı nereye sığdıracağından yakınan sahafların kendi aralarındaki konuşmalarından duydum, hem de annesinin babasının kütüphanesini kutulara doldurup "Para mara istemiyorum yeter ki bunları alın" diyerek sahafa getirenlerden gördüm. O zaman anladım ki ilk kitabımı aldığım yerde tezgah açan kişi de böyle bir aile mirasını elden çıkarıyordu ve bu nedenle o kadar üzgündü. Akmar Pasajı'nın karanlığından çıkarttığım ilk hazine Yaşar Kemal'in Yer Demir Gök Bakır'ı oldu. Yıllar sonra Dağın Öte Yüzü adlı üçlemeyi tamamladığımda seriye ikinci kitapla başladığımı anladım.

ÇOK AMA ÇOK KİŞİSEL

Okumaya başlamam karşıma çıkan nitelikli ve derin kitaplar serisiyle devam etti. Ama bu uğraşta, bir vakitler Türk edebiyatını çok iyi takip etmiş sonra da mirasları evlatlarınca sahaflara bırakılmış okur amcaların ve teyzelerin payı çok büyük. Ben Tutunamayanlar'ı, Karamazov Kardeşler'i, Bir Avuç Gökyüzü'nü, Anna Karenina'yı, Bir Düğün Gecesi'ni, Tante Roza'yı, Gölgesizler'i ve daha onlarca romanı böyle ardı ardına sahaflarda dolaşarak, artık ne okuyacağını gelişen edebi zevkiyle kendim belirleyerek okudum. Kitapların kapağına yazılmış tarihleri... Hangi kitabın hangi sevgiliye armağan edildiğini... Kitap bittikten sonra yaşanan duyguları... Birkaç aşk mektubunu... Yaşlanınca unutulmuşlukları kitapların arasında buldum, sakladım. 2000'lerin başında Ankara'da üniversiteye başlayınca da Kızılay sahaflarından kitaplar almaya devam ettim. Ve bu uğraş için zatürree olup da İstanbul'da uğruna hastalandığım Gülün Adı'nın ilk basımını okuyarak iyileşmek için geldiğimde, nedense bir daha sahaflara gitmedim. Zaten sahafların da eski havası kalmamıştı. Çoğu yüksek kiralara dayanamayarak kapanmış var olanlar da birer eski kitap müzayedesine dönüşerek kitaplar için servet istemeye başlamıştı. Sonraki kitap adresim zincir kitapçılar oldu. Daha sonra da dergiler ve gazetelerde edebiyat notları yazarken yayıncılardan gözümden kaçmasın diye gelen kitapları okudum. Ardından kitapçıya sadece okumaya benim kadar değer verdiğine inandığım biri ve ondan olan için roman ile çocuk kitabı almaya gittim. Sonra o kitapçı ziyaretleri de bitti... Ama ben kitapları iyiyse ikinci kez okuyarak, bana göre değilse ya da beğenmediysem bitirmeye çabalayarak okudum. Siz ne sanmıştınız ki, bir romanın nasıl okunacağının formülünü vereceğimi mi? Bunu ancak siz ve okuyacağınız eser belirler. Ben bir okur ile kitabının arasına asla giremem...