16 Nisan 2024 Salı / 8 Sevval 1445

Harfler de ruhlar gibi sakatlanıp örseleniyor

SADIK YALSIZUÇANLAR İLK ANLATI TÜRÜNDEKİ KİTABI C’NİN HAZIRLANMIŞ HAYATI’INDA BİR HARFİN ÇAĞRIŞTIRDIĞI KİŞİ, DURUM VEYA OLAYLARI ANLATIYOR.

YUSUF ÇOPUR11 Kasım 2016 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Harfler de ruhlar gibi sakatlanıp örseleniyor

Öyküleriyle tanıdığımız Sadık Yalsızuçanlar ilk defa “anlatı” türünde bir eserle buluştu okurlarıyla: C’nin Hazırlanmış Hayatı. Yazar eserinde bir harf’in çağrıştırdığı kişi, durum veya olayları anlatıyor. Kitaptaki metinler, biraz öykü, biraz hikâye biraz roman, biraz da masal tadında... Bütün bu türler arasında geçişlilik var. Bu geçişliliğin izlerini yazarın son öykü toplamlarında görmeye başlamıştık aslında. Harfler, ruhlar, yalnızlıklar arasındaki sınırlar zaman zaman flulaşıyor, bazen tümüyle kalkıyor kitapta. Geriye kalansa kimi zaman koca bir yalnızlık kimi zaman da bedeninde üşüyen garip bir ruh oluveriyor... Yazarla son kitabını konuştuk.

İlk defa “anlatı” türünde bir eserinizi okuyoruz. Öykü, roman derken anlatıya giden yoldan biraz bahseder misiniz?

Ben yazmaya öyküden başladım. 1980 yılının ilk karı yağıyordu. Ankara’da üniversitede okuyordum. İlk öykümü burada yazdım. Başlığı, Ana idi. Taşralı bir üniversitelinin, annesinden utandığını gördüm. Eve gider gitmez daktilonun başına geçtim. Bir çırpıda öyküyü yazdım. Gerçi lisede öyküsel metinler yazıyordum ama düzenli değildi. Edebiyat en çok ilgi duyduğum dersti. Daha çok öğretmenimin teşvikiyle arada bazı öyküsel metinler yazmıştım. Ama öyküyle ilk ciddi temasım üniversiteye başladığım yıl oldu. Sonrasında sürekli öyküler yazdım. 1990’a değin üç öykü kitabı yazmıştım. Sonra ilk romanım Yakaza’yı yazdım. O da 90’ların ilk çeyreğindeydi. Böylece öyküye roman da eklendi, ikisi bir arada sürdü. Başka türlerde de yazmakla birlikte yazı uğraşımda daha çok öykü odakta idi. Bu tabii sonradan gözlediğim bir şey: Her öykü kitabıyla öykü kurma ve anlatma biçimim de kısmen değişiyordu. Olaya dayalı öykülerin yanı sıra durum hikayeleri veya küçürek öyküler, daha soyut, daha imgesel bir dilin egemen olduğu öyküler de yazıyordum. Öykü ve romana sonradan ‘anlatı’ diyebileceğimiz daha serbest metinler de eşlik etti.

Harflerden birbirine değ(e)meyen hayatların öyküsüne uzanıyor yazdıklarınız. Birleştikçe ayıran harfler ve hayatın kıyısına uzanan eller. Harflerin hayata oyunu mu dersiniz tüm bunlar için?

Harfler kitabını, (sonradan kapsamlı kitabı bölüp üç ayrı tematik kitap halinde de yayımladım, farklı isimlerle) İbn Arabi’nin, Harflerin İlmi’ni okuyunca yazmaya başlamıştım. Şeyh-i Ekber, harflerin ümmet olduğunu söyler. C’nin Hazırlanmış Hayatı ile diğer bazı anlatılarımdaki harf öyküleri, bu süreçte oluşmaya başlamıştı ama az da olsa harf hikâyeleri daha önce de kaleme almıştım. Ama sonradan bu izi daha çok ciddiye alıp sürdüm ve yeni öyküler belirdi. Eril harfler, dişil harfler, nemli, soğuk harfler, sıcak harfler, sessiz harfler, sesliler, yalnızlar, bitişmeyenler, ayıranlar, ima edenler... Özetle harflerin imkanları, imaları, çağrışımları çevresinde gelişiyor. Bazen hayata oyun oynuyor, bazen hayatı kucaklıyorlar, bazen kuşatıyor,  bazen de kıyısına uzanıyorlar. Bazen bir kelime bir harften doğuyor, o kelime başka kelimeleri çağırıyor, birleşiyor sonra ayrılıyorlar. Hazret’in, ‘elif ile lam birleştiler ve yıllar bir düş oldu’ sözünü kitaba motto almıştım. Bu, tabi Hurufilik kapsamında değerlendirilemeyecek bir yaklaşım. Harf esasen cümledir, sahih bir okumayla bu görülebilir.

Ayrılık hemen her yazıda hissettiriyor kendini.  Birbirinin yalnızlığına bakan gözler hep üzerimizde sanki. Tasavvufi bir bakışın yansıması mıdır bu hal?

Denilebilir. Mesela elif. Bitişmiyor. Yapayalnız yani. Benim ilk öykülerimden birinin başlığı böyledir: Elif Gibi Yapayalnızım. Bunu diyorum yıllar önce kasıtsız biçimde zaten yazmışım. Sonradan biraz olsun farkında olarak harflerden hareket eden öykülere yöneldim. Yalnızlığın İslam irfanında yaygın algının dışında yorumlandığını biliyoruz. İbn Arabi, bir gün halvetteyken, bir dostu aniden hücreye girer. Dalgınlıktan sıyrılır. ‘Efendim bağışlayın, sizi rahatsız ettim’ der. Şeyh-i Ekber, bunun üzerine, ‘sen gelesiye sevgilimleydim, sen gelince yalnızlığa düştüm’ buyurur. Garip de böyledir. Bedeni burada, gönlü Hak’ta olana, hatta, gönlü bedeninde gurbette olana garip denir.

Modern insanın duygusuzluğuna göndermeler oldukça fazla metinlerde. Anlamını yitiren harflerin ruhlardaki soğukluğundan mı bu duygusuzluk hali, yoksa hayatını yitiren anlamların ruhlardaki yarasından mı?

Bunu bilinçli yaptığımı söyleyemem. Sen vurgulayınca biraz daha fark ediyorum. Çok doğru. Harflerin yalnızlığı, şimdiki tuhaflıkları, ruhsuzluğu sanırım bu, harfle ilgili çağrışımları belirlemiş. Cümlenin ikinci boyutu da doğru. Daha doğrusu ikisi de aynı soruna gönderme yapıyor. Ruhlar sakatlanıyor, örseleniyor, yaralanıyor. Harflerin de benzer bir yazgısı var.

Kalabalık şehirlerin içinde kaybolan ruhlar topluluğu gibiyiz, diye düşünüyor insan kitabı okurken. Binalar yükseldikçe gönüller daraldı diyorsunuz. Ve gönül genişliği için ey insan, kendine dön, özüne! Diye de okunabilir yazdıklarınız. Şehre hapsolunuştan kurtuluşu var mı sizce hayatların?

Modern hayatın ruhumuzda nasıl bir sonuç, nasıl bir etki oluşturduğunu ima ediyor sanırım. Şehir, aslında, bizim geleneksel sözlüğümüzde gönül anlamındadır. Yani gönül şehidir, şehir gönüldür. Hacı Bayram-ı Veli, bir şiirinde, ‘şar dedikleri gönüldür’ diyor. Şar, şehirden bozma bir kelime. Hz. Mevlana, ‘Köyden şehre göç etmek gerek’ diyor. Bu tabi, bugün yanlış anlaşılmağa müsait bir ifade. Oysa, Hz. Mevlana’nın köyden kastı, nefs-i emaredir. Şehirden ise, ruh-ı insanîdir. Yani benlikte Hakk’ı bulmak, gönüle ulaşmak, hayvani nefsten insanî ruha dönüşmek gerek, diyor. Bu şehir ya da inşa/yapı sembolizmi, bizim geleneksel edebiyatımızda bir sembol alanıdır. Oysa modern şehirler, hayvani benliğin, Sadettin Ökten hocamızın ifadesiyle ‘haz ve hız’ın, bizi, ruhumuzdan, özümüzden, aslî doğamızdan uzaklaştırdığı, bizi yabancılaştırdığı yerler. C’nin Hazırlanmış Hayatı’ndaki öyküler, işte bu zindana hapsolmuş insanların kurtuluş özlemini de yansıtıyor.