26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Her nefeste bir Hayati Sır: Yazının iç sesi!

Hayati Sır, yazıyı bir ibadet olarak görüyor, ruhun ‘aşk’ hâli içinde yazarak Allah’a yaklaştığını ifade ediyor. Okuyucuyu, kalplerindeki vahyi okuyabilmeye çağırıp, yakınlık için bir yokluk gerektiğini anlatmak istiyor.

GİZEM ÖZLEM BARLAS15 Eylül 2017 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Her nefeste bir Hayati Sır: Yazının iç sesi!

hayati Sır’ra göre insan ‘Aşk’ hâlinde benliksiz bir yakınlık elde edebilmektedir. Yakınlık hissi kişinin kalbinde huzur bahşeder. Kişiyi, şükreden bir duâcı kılar.  Aklını kalbinin içine almasını sağlar. Kâinatın, sırlı titreşimindeki musikiyi işittirir. Hayati Sır, aynı zamanda, kalbin sükunetini bozan bir dış sesten bahseder. Bu dış ses, dünya hayatında insanı Rabbinden uzaklaştırmak isteyen, ilahî zikri duymasına engel olan bir perdedir. Bu dış sesi durdurabilecek olan ancak iç sestir. İç ses ise Kur’an sesi ile birdir. Yani “Rabbimizden gelen ‘bir’ iç ses!” insanı nefsin tesirinden kurtaracak kudrettir. Ancak, kişi bazen iç ses olarak duyduğunu sandığı kendisini doğru yoldan ayıracak yanıltıcı sesler içinde kalabilmektedir. ‘Şeytan gürültüsü’ olarak tanımladığı ses kişinin kendi kalbini duymasına engel olmaktadır. Bu gürültü, insanı, cennet ikliminden ayırmak isteyen bir sestir.

“‘Ses’! İç ses! Arada hiçbir şey yokken... ‘Birlik’! Sağlanabilir.... Tevhid Aşkıyla... Dememiz budur... ‘Aşk’sız olmaz... ‘Birlik’ sağlanamaz... ‘Ses’ birliği! ‘Söz’ birliği! ‘Anlam’ birliği! ‘İnsan’! Kâinatın... Titreşmesi içindeyken... Duyulan... İç ses! Yazarken ‘biz’! Harflerin, kelimelerin, anlamların titreşmesiyle duyulan iç ses! ‘Yazı kalem’de! ‘Sır’dır ya!”

KALBİN SESİ, VAHYİN SESİ

İnsanın, bir iç sese ihtiyacı vardır. Hayati Sır’ra göre yazı da bir iç sestir. Yazarken, kalbin sesi kelimelerin mevcudiyet kazanması ile duyulur. İnsan, kendinden geçer, zamansız bir an içinde bulur kendini. Kalem, aşkın bir hâle mihmân olur. Onun için yazı inşirahtır. Yazının iç sesi manadır. Hayati Sır, yazarken de zikreder.  Yazdıkça, Yüce Allah’a yakınlaştığını söyler:

 “Yazılanlar... ‘Bir’ ritim üzerinedir... Müziktir! Kâinatın müziğidir... Sestir! Ah! Siz bilmezsiniz! Duymazsınız! O ‘ses’! Her daim biz-im kalbimizden gelen ‘bir’ sestir... Vahyin sesidir... Rabbimiz... ‘Biz’e seslenir... Der ki! Duyun bu sesi! Ve ne derse yapın... Uyun o sesin söylediklerine! Kur’an’dır... O sesin ahengi! Kâinatın zikridir... Sizinle ‘bir’ zikridir... Sizler! İnsanlar! O sesin... ‘Bir’ parçasısınız... Zerresi! Ve hep birlikte zikrediyorsunuz... Şeytan! İşte! Sizi! O ahenkten... Zikirden... Koparmak ister... Ahengi bozmak içindir... Bu dünyanın gürültüsü! Şeytan gürültüsü! Ey!”

Hayati Sır, şeytan gürültüsünden kurtulmak için kişinin iç yolculuğa çıkmasını söyler. Kalbin zikrinin, kâinatın zikriyle birlenmesi, kişinin içindeki sır sesi işitmesini sağlayacaktır. Bu sebeple Hayati Sır, ‘Kur’an’a gelin’der ve insanı hakikatinden kopartmaya çalışan dünyalık şeylerden uzaklaşın, tevbe edin çağrısında bulunur:

“Kapatın şeytan ‘ekran’larını! O zamanı! ‘Ekran’ların içinde geçirdiğiniz zamanları! Kur’an ‘oku’yarak telafi edin! Edebilin... Rabbinize yalvarın... Ağlayın... Af dileyin... Tevbe edin... Size! Zihin ve kalp açıklığı versin... ‘An’layın... Kur’an’ı! Kur’an... Her daim yenidir... Canlıdır... ‘Hayy’dır... Sizi! Kur’an... Kurtaracaktır... Eğer ‘an’layabilirseniz...”

Kişinin, gürültülü ekranlardan uzaklaşıp, ailesini, çocukları hapsoldukları yerden kurtarıp, yüzünü sevdiğine dönüp, kalbe yönelmesi gerekmektedir. Bu hâlin içinde kişi hakikati keşfedecektir.  Hayati Sır,“Budur ‘hakikat’! Kendi içine girdikçe kalbine çıkman… Kur’an’ı bulman… Ve ‘an’laman…” demiştir.  İnsan, yeryüzü halifesidir. Şeytan, insanın sırrını unutturmak istemektedir.  İnsan, şeytanın haz tuzaklarından korunabilmeyi öğrenebilmelidir.  Sahici olmayan şeylerden uzaklaşmalıdır. Kendi içindeki hâli bulabilmeli ve o hâl içine girebilmelidir.

KENDİNDEN KENDİNE BİR YOL

“İnsanın ‘bir’ hali vardır ki! Kendisi bile bilmez... O halinin içine giremezse! Kendisini bu dünyada ebediyen kalacak sanabilir... Oysa geçicidir bu dünya hayatı! Gün gelecek... Bitecektir! Unutulacaktır... ‘İnsan’ın asıl hayatı Cennet’tedir... Ah! ‘Bir’ an gibidir... İçinden ve dışından çıkar insan o zaman gelince! Zamanın... Ey hakikat zamanı! Zamansızlığı ya da ‘insan’ın ruhunun... Açıkça yazıyoruz işte! Ruh! ‘İnsan’ın ruhu! ‘Bir’dir elbette! Rabbiyle! Sustuk!”

İnsan, kendinden kendine bir sırdır. Aşkın bir sırrıdır. Her nefeste bir aşk hâlidir. Ancak, bu dünya hayatının yapay mutluluğu onu girdabın içine çekmeye çalışmaktadır.  İnsan, verdiği sözü unuttukça, kendi hakikatindeki mutlak sırrı hissedememektedir. Bu dünya içinde kendi değerini bilememektedir. İlahî kudretin kendisine kerem eylediği sırrı görememektedir.

“‘İnsan’! ‘Bir’ sır olduğu zaman... Kendinden kendine ‘bir’ yol açılır... Sırlı ‘bir’ yol! Cesursan... Teslimiyeti biliyorsan... O yoldan! O ‘sır’lı yoldan... Yürürsün içeriye! Kendinden içeriye! Ey Kalbim Kur’an! Vahiydir... ‘Biz’im yolculuğumuz... Vahyin içinden açılırız uzaklara! Çok uzaklara! Tahayyül edemeyeceğiniz kadar uzaklara! Bu dünyadan çok uzaklara! Belki de! Cennet’ten bile çok uzaklara! Ey kalbim! Ey! ‘Biz’ seni bildik... Çok şükür ki bildik! Ve iman ettik... Kendimizden çok uzaklarda! Ey! ‘Biz’! Onca uzaklığa rağmen bildik ki! O uzak olan... En uzak! ‘Aslında’! Biz-iz!”

Âlemi kendinde birlemiş insan, ‘şey’lerin dış müdahalesi ile gittikçe kendinden uzaklaşmaktadır. Kendinden uzaklaşması demek kendi sır manasından uzak kalmasıdır. Ve bu yüzden kendini yalnız hissetmektedir. Dünya hırsı hakikati perdelemektedir.  İnsan, kendisine emanet edilen ruhu koruyamamaktadır.