16 Nisan 2024 Salı / 8 Sevval 1445

İnsanın en güçsüz hissettiği an en güçlü olduğu andır

15 Temmuz darbe girişimini, bir milletin özgüveninin yerine gelmesi olarak okumak gerektiğini söyleyen Hasan Aycın “Her şeyin bittiği an, aslında çok büyük bir başlangıcın da dönüşüm noktasıdır. İnsan, güce yaslı bütün araçları yitirdiği anda, mutlak güce yaslandıysa-yaslanabiliyorsa, acz bunun adıysa, çok güçlü bir konum elde eder” diyor.

HALE KAPLAN ÖZ/ RÖPORTAJ24 Şubat 2017 Cuma 07:00 - Güncelleme:
İnsanın en güçsüz hissettiği an en güçlü olduğu andır
Bu yıl dördücüsü düzenlenecek olan CNR Kitap Fuarı’nın Onur Konuğu çizer Hasan Aycın. “15 Temmuz” teması ile projelendirilen fuarda Aycın’ın bu tema merkezindeki eserleri ziyaretçiyle buluşacak. Onur Konuğu Aycın ile 15 Temmuz’u, yazım aşamasındaki son romanını ve fuarda okurla buluşacak yeni kitaplarını konuştuk.

l 15 Temmuz CNR Kitap Fuarı’nın ana teması olarak belirlendi. Fuarın Onur Konuğu olarak size 15 Temmuz’u ve o günün sizde neler çağrıştırdığını sormak istiyorum.

Bu yıl herkesin öncelikli teması 15 Temmuz. Allah bir daha yaşatmasın o günleri. Bu milletin hayatında bir yol arızası gibi kalsın istiyorum. Büyük bir acıydı. Başarıya ulaşmış olsalardı ne olacağını kestiremediğimiz büyük bir acı. Allah’tan hiç beklemediğimiz, ummadığımız yiğitlik örnekleri, kahramanlıklar ile savuşturuldu. Başta tabii Cumhurbaşkanı’nın çıkıp cep telefonuyla -o her şeyin bitti dendiği anda- milletine seslenmesiyle tarih döndü. Ezan ve salalar ile de artık unuttuğumuz bir geleneğin ne kadar hayati, ne kadar diriltici olduğuna şahitlik ettik. Allah bir daha yaşatmasın.

l Acı çok büyüktü evet ama bir o kadar büyük bir direniş, diriliş vardı. Bir milletin özgüveninin geri gelmesi olarak da tarif edilebilecek bu durum bir sanatçı için nasıl verimler sunar?

Kendi adıma, sanatçı bakışını karıştırmadan düşüncemi ifade etmek istiyorum. Bir kere her şeyin bittiği an aslında çok büyük bir başlangıcın da dönüşüm noktasıdır.  İnsanların en güçsüz hissettikleri anın en güçlü oldukları an olduğunu düşünüyorum. Acz çok büyük bir güce dönüşebilir. Bu benim temel felsefemdir. İnsan, güce yaslı bütün araçları yitirdiği anda, mutlak güce yaslandıysa-yaslanabiliyorsa, acz bunun adıysa, çok güçlü bir konum elde ediyor. Herkes kendi hayatında da bunu müşahede eder aslında. Biz farkında oluruz ya da olmayız, mutlak bir güç vardır. O gücü yakinen hissetmemiz hali bir anlamda acz halidir diye düşünüyorum. Sadece ona güvendiğimiz bir an. İnsanın ya da toplumun ne kadar güçlü olabileceğini de kestiremediğimiz bir an bu aynı zamanda. O günün sonunda “Ben buradan ne çıkartabilirim, ne çizmeliyim?” diye düşünmedim açıkçası. Gazetede çizmiyor olsaydım, bir beklenti olmasaydı gündemle ilgili, belki de çizmeden geçirebilirdim o günleri. Büyük bir acıydı. Onu hissetmek ve üzerine dersler çıkartmak benim için daha mühimdir. Bir fırsata dönüştürmek şeklinde bir bakışı doğru bulmuyorum.

l Bir fırsat olarak bakmak doğru mu? Mehmet Akif İstiklal Marşı’nı yazdı benzer bir durumda...

Mehmet Akif İstiklal Marşı’nı yazmak istemediği şiir olarak yazdı daha doğrusu yazdırıldı. Dostlarının baskısıyla, kıramadığı için yazdı. Diğer şiirleri öyle değildi. Akifname isimli eserinde Hasan Basri Çantay kendisinin bu konudaki dahlini anlatır. Akif’in gözünün önüne oturur, oflaya puflaya bir şeyler yazar. Mehmet Akif sorduğunda ne yaptığını “İstiklal Marşı şiiri yazıyorum. Sen yazmıyorsun, ben yazıyorum...” der. Yani Akif’in isteyerek yazdığı bir şiir değildir ama iyi ki yazmıştır. Tercih etmemiştir sadece.

l Birçok kimse 15 Temmuz’un bir milat olduğuna dair yorumlar yapıyor. Siz buna katılıyor musunuz? Hem Türkiye hem de Ortadoğu’nun kaderi için ne ifade ediyor o gün?

Milat oldu diyenler eğer “Tehlike geçti, bir daha kıyamete kadar böyle bir iş başımıza gelmez” diyorlarsa ben ona katılmıyorum. Tehlike her zaman vardır. Bir millete düşen de zaten teyakkuz halinde olmaktır. Yeryüzünde hiçbir millet tek başına yaşamıyor. Türkiye’nin ve İslam milletinin içinde olduğu şartlar belli. Türkiye son 15 yıllık süreç içerisinde bütün İslam milletleri için umut oldu. Çok seyahat eden biri değilim ama seyahat edenlerin izlenimlerinden anladığım bu. Birkaç hafta önce umredeydim. Çok büyük bir mozaik var zaten orada. Dünyanın her yerinden Müslümanları geldiği bir yer. İki hafta kadar o mozaiğin içinde ben de yerimi aldım. Bütün Müslümanlar için Türkiye umut olmuş. 15 Temmuz’u milat kabul edenler bu yönüne vurgu yapıyorsa doğrudur. Herkes buraya umut bağlamış. Sık sık atıfta bulunuyorlar. Kendilerini ifade ederken Türkiye’deki bu süreç üzerinden ifade etmeyi tercih ediyorlar. Size de bunu göstermek istiyorlar zaten. İçerideki insanların dinamizmi açısından bakarsak da... Evet, önceden bir atalet vardı. Sivil güç bu ataleti üzerinden attı. Artık hem bireylere hem de millete bir özgüven geldi. Bunun aksini söylemek mümkün değil. Bu insanımızın yeryüzündeki sorumlulukları açısından da çok gerekliydi. Köydeki bir insan bile dünyanın öbür ucundan bahsediyor. Dünyayı sahiplenerek hayatı benimsediğini görebiliyoruz.

l Sizin eserlerinizden oluşan bir sergi de açılacak. Eserleri hangi kriterlere göre seçtiniz?

15-20 eserin yer alacağı bir seçki sergilenecek fuarda. 15 Temmuz temalı çizgiler olacak.

l En son konuşmamızda Bin Hüseyin’den sonra yeni bir romana başlayacağınızdan bahsetmiştiniz. Üzerinden epey süre geçti hala yayınlanmadı. Endişeliyiz

Bizde gelenektir, bir hatim biter bitmez tekrar ilk sure okunur. Fatiha bir sonraki hatmin başlangıcı olur. Yazacağım son roman da Bin Hüseyin yazılırken başlamıştı zaten. Ama yolumu kesen o kadar çok şey var ki... Bir kere çok fazla çiziyorum. Çizgiler yazıyı kesiyor. Çizgiden yazıya, yazıdan çizgiye geçerken ben muhakkak bir boşluk yaşıyorum. Bir intikal süreci... Yarısını hallettiğim bir roman aslında ama kaç yıl geçti aradan... Adı Münteha olacak. İki romanımın da alt başlığı vardı: Sahipkıran’ın alt başlığı Nam-ı Diğer Hamzaname. Bin Hüseyin’in alt başlığı Nam-ı Diğer Battalname. Münteha’nın alt başlığı da Nam-ı Diğer Aşkname olacak. Bunda bir ön metin yok. Kendi dönemime ilişkin bir roman zaten. Kendi kuşağımı anlatıyorum. Hatta diğer ikisinde bir anlatıcı vardı. Yazar ya da mhatap dinliyordu anlatılanları. Münteha başlarken yine üstad var ilk sahnede. “Şimdi sen konuşacaksın, ben dinleyeceğim” diyor. Sözü yazara bırakıyor ve çekiliyor aradan.

l Bu son roman olacak diye bir sınır koymanızın sebebi nedir?

Kendimi bir edebiyatçı gibi değil, vazifesi olan biri olarak algılıyorum. Her şey Keloğlan masallarıyla başlamıştı. Benden bir kuruluş, bir çocuk kitabı hazırlamamı istedi. O sırlarda bir arkadaşımla konuşurken bizim için hayatı anlamaya zorlayan bir anekdot geçti. Bir çocuk edebiyatı editörünün, kendilerine gelen dosyalarda ne kadar “İnşallah, Maşallah, Bismillah” gibi kelimeler varsa dosyadan çıkarttıklarını, çünkü Türk çocuklarının bunlara şartlanmasını istemediklerini anlattığı bir radyo programına denk gelmiş. Bunun üzerine ben de “Bizim için hayatın anlamı nedir?” sorusunun peşinden gittim. Bunun masalını yazmak istedim. Oturdum bilgisayarın başına Billur Sürahi isimli masalı yazdım. Bu masal Esrarname’nin de ana çerçevesini oluşturdu. Coelho’nun Simyacı’sı çok gündemdeydi. Simyacı’yı satın alırken bir arkadaşım Elif Şafak’ın Pinhan’ını da almamı önerdi. İlk romanıydı ve o romanla ödül almıştı. Simyacı ve Pinhan’ı arka arkaya okuyunca Esrarname’yi yazma durumu hasıl oldu. Yine aynı sorunun peşindeki hayat serüvenimizi anlatır Esrarname: “Bizim için hayatın anlamı nedir?” Yazabilirsem bu roman da kendi tanıklığım açısından hayat anlayışımızın bir çerçevesini oluşturmak bağlamında diğer romanları tamamlayıcı niteliktedir. Bin Hüseyin bu toprakların İslamlaşmasının romanı. Bir anlamda benim kendi yeryüzümün romanı. Münteha da bir dönem romanı ya da bir belgesel roman değil ama kendime numara yapmadan yazdığım bir roman. Diğer romanlarımda olduğu gibi bu romanda da isim ve mekanları değiştirmek zorunda kaldım. Birçoğu hayatın içinden, tanıdığım insanlar. Çok azı kurgu. 

l “Bize göre hayatın anlamı nedir?” sorusunun peşinde iki roman yazdınız. Birini de hala yazmaktasınız.  Bunu bir röportaj sorusu olarak cevaplayabilecek misiniz, bize göre hayatın anlamı nedir?

Kulluktur. Yaratılmış olmanın şuuruna ermek. İnsanın kendini insan olarak tanımlayabilmesi bence. Bizi varlık alemi içerisinde canlı- cansız tüm varlıklardan ayıran ellerimiz, ayaklarımız, gözlerimiz mi? Ya da nedir?

l Bunu gerçekleştirmeye çalışırken karşı karşıya kaldığımız en büyük sorun nedir peki?

Zulümle baş etme sorunudur. Zulüm var. Bununla baş etmekte insanoğlu zaman zaman çaresiz kalıyor. Bizde bir gelenek vardır. Müslümanlar sözlerini bir ayetle bitirir. Hatiplerin son sözleri genellikle şu ayet olur: Düşmanlığımız ancak zalimleredir.