16 Nisan 2024 Salı / 8 Sevval 1445

İnsanın kendinden kendine bakışı

Cennet, kelimelerin nuruyla ümitvâr ediyor okuru...  Her sözcüğü, sanki kendi içinde açılan sonsuz bir mananın seyrinde “Cennete ‘bir’ yol alış!” içinde. Kelimeleri secde ettirmiş Hayati Sır, yazıyı kara imgelerden uzaklaştırmış.

GİZEM ÖZLEM12 Nisan 2018 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
İnsanın kendinden kendine bakışı
‘Oku’maya başlamadan önce soralım kendimize, “Ya bilmediğin! ‘Günah’ nedir söylesene? Aşk nedir? ‘Tevbe’ nedir? Ah bilmezsin... Söylesene! ‘Cennet’ nedir ki?” ve sonra, “Gelin hadi! ‘Bir’ hayal kuralım... Cennet hayali! Ortak olun siz de bu hayale!”
 
Hayati Sır’ın hakikatin özsel diliyle kurduğu şiirsel sözdizimi, bizleri kelimelerle sırladığı bir ‘yazı-cennet’ine çağırıyor... İnsana ruhun sırrı olduğunu hatırlatıyor sözleriyle... Yazısının öz bütünlüğü, okurun kelimelerle etkileşimini sağlarken, estetikliği yazının iklimi içine alıyor... Sır’ın yazısı, yeniliksiz bir yazı değildir. Tekrarlanan kelimeler yeni bir ‘oku’ma içindir. Yeniden okutturur kelimeler kendilerini... Okurken ruhu ile buluşur insan, yıllarca uzak kalmış gibi kendinden, derin bir özlemle... Ve özlemle beklenmiş bir an içinde, bir bakış size bakar... Kalbin ritmi cennet sessizliğinde işitiliyor... Yazının hali ise, “İç içe ‘bir’ hal işte! ‘Kalem’! Ve ‘biz’! ‘Bir’ ruh olarak... Yazıyoruz! Cennet’i hissederek... İçimizde! Öyle ‘nefes’ alıyoruz... İç içe ‘bir’ nefes! Ey!”
 
Hayati Sır, Cennet kitabına, cennetten bir bakış ile cehennem kitabını da eklemiştir. Dünyadayken cenneti bulanlar... Ve yine dünyadayken cehennemi bulanlar... Seçim, insanındır. Kurtuluş için aşk gerektir. «‘Hayat’ nedir ki? Kısacık ‘bir’ an... İki Cennet arasında! Ya da cennetle cehennem arasında!” Âlemde iyilik ve kötülük, aydınlık ve karanlık içinde olan insan, kalbindeki hakikati bulup kâmil bir kişi olabilirse kalbinde bulunan cevherin nuruyla karanlıktan kurtulacaktır.  Ruh, insanın kendi kendine yakınlığının sırrı, cevheridir. Kendinden kendine bir bakıştır. ‘Cennet sözünün emanetçisidir.  Bu emaneti koruyabilmek için, “’Aşka gelmek şarttır!” demiştir Hayati Sır.  Çünkü, “‘Aşk’tır... Cennet! Ruhun... ‘Ruha kavuşmasıdır...”.
 
KELİMELERİN SECDESİ
 
Hayati Sır, kelimelerin nuruyla ümitvâr ediyor okuru...  Her sözcüğü, sanki kendi içinde açılan sonsuz bir mananın seyrinde “Cennete ‘bir’ yol alış!” içindedir. Kelimeleri secde ettirmiş Hayati Sır, yazıyı kara imgelerden uzaklaştırmıştır.  İnsanın, tutsak edildiği karanlık içinden kurtulması için farkındalık sağlamak istemiştir. Her nefeste yazılan sır yazının kalemi olmuştur. Peki, Hayati Sır durmadan neden yazmıştır? Nedendir bu yazı ihtiyacı? Yazı-kalem oluş nedendir? Şöyle anlatıyor: “Cenneti yazmak... Zarurettendi! Çünkü! Ümit tükenmek üzere! İnsanlar bezmiş! Günlük hayatlarının içinde debeleniyorlar... Çıkışı bulamıyorlar... İtikadî eksikleri var... Tamlık peşinde değiller... Tevhid aşkını bilmiyorlar... Cenneti unutturmuş onlara şeytan... Tuhaf ‘şey’lerle meşgul ediyor! Elektronik putlar... Onlara ‘esir’ olmuşlar...  Kalbin yolunu kaybetmişler... Vahyin... Kur’an ‘oku’manın... Cennetin...”
İnsan, gittikçe koşullandırılmış bir karmaşa içinde tükenmektedir. Tam da bu durumda, dalgalar üstünde çırpınan, kendi öz-manasını yitirmiş kanatsız insan “Kalbin kayığı”nı bulamazsa...  Hakikatsiz kalır... Yitirir... Ve duyamaz kalbinden kendine seslenen, “Her an Cennetim ben... Ey cennetler Kur’an Kalbim!” diyen sesi...
 
CENNET RUHU İNSANDADIR
 
Cennet, mekanik bir manasızlıktan ve maddenin insanın aslını unutturacak karanlığından kurtulmakla hissedilebilecektir. Öyle ki, “Cennet’in ruhu insandadır...” der Hayati Sır. İnsanın, sığınacağı yer, onun hakikati unutup kendi kendine kurduğu mekanik bir zamana göre planlanmış olan gürültülü dünyası değildir. Kûr’ân’dır. Kalbindeki Aşktır. O zaman İnsan kendini Cennet huzuru içinde hissedecektir.
 
“Cennet’in içinde olmak... Sözün bitmesidir... Boş sözün... Sadece mânâ! Mânâ dolu sözler... Rabbimizin huzurunda! Her ‘söz’! ‘Bir’ anlam içinde olmalıdır... Secde eden kelimelerle konuşulmalı! Düşünülmelidir... Boş söz yok! İç içe mânâlarla! Şiir diliyle! Basit ve yoğun... Kelimelerin cevheriyle! İlk sözler... Gülümseterek kelimeleri! Mutluysalar... Kelimeler... Öylelerse! Konuşulmalıdır... ‘Bir’ Cennet sözüyle! Hafif esrik olarak... Aşk içinde! Rabbimizin huzurunda! Secdede! Dua eder gibi konuşulmalıdır... Cennet’te!”
 
Aşksız kalan İnsan, ‘an’sızlaştı, kendini ve çevresini de anlamsızlaştırmaya başladı... Yapaylaştırdı... İşte, İnsan, bakışını dünya ile perdelerse, iç ahengini yitirir. Kalbin cennetini göremez... Aklı kalple birleyemeyen aşk hali içine giremeyecektir... Ona göre, cennet, aşk hali içindedir: «‘Aşk’sız... cennete girilmez! ‘Aşk’ olmadan... Hiçbir perde kalkmaz... Aşk kendinden vazgeçmektir... Kendinden vazgeçince de tüm perdeler kalkar... Teslimiyet başlar... Rabbine teslimiyetse ‘ruh’a dönüştür... ‘Ruh’a dönüş işte! Cennete giriştir...”
 
“Rabbim lütfet ‘biz’e ne olur... Aslımızı da görelim... Cennetin aslının içinden! Sen ‘Ol’ dersin... Olur hemen! ‘Biz’e cennetin aslı gösterilir... Sen ‘biz’i cennetine istersen...” duâsıyla, yazılmış olanı, teslim bir kalp ile ‘oku’duk...
Öyleyse, soralım, ‘biz-imle’ olanı nasıl yitirdik?