25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

İstanbullu güvercin Anadolu’da

İstanbul’un Sakinleri barındırdığı imge çeşitliliği ile hem şehri hem hayvan sevgisini hem de insanı aynı anda ortaya koyuyor.

AYDIN ŞAHİNOĞLU8 Şubat 2018 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
İstanbullu güvercin Anadolu’da

İnsan dışındaki bütün canlıların hayvan diye tek ve ortak bir kategori altına sokulması, sağlam düşünceye, zihin berraklığına veya ampirik kavrayışa karşı işlenmiş bir günah olmakla kalmaz, aynı zamanda bir suçtur. Hayvanlığa karşı bir suç değil, hayvanlara, tek tek hayvanlara karşı işlenmiş birinci dereceden bir suçtur demiş Derrida. Neden martı, güvercin, kedi, köpek dışında hayvanları konu edinmemiş yazarlar İstanbul’un Sakinleri’nde diye merak ederken hatırladım bu pasajı. Tuğçe Isıyel’in hazırladığı, Yavuz Türk’ün editörlük yaptığı ve Timaş’ın neşrettiği kitapta Mehmet Güreli, Sevin Okyay, Şükrü Erbaş, Haydar Ergülen, MarioLevi, Ethem Baran, Vecdi Çıracıoğlu, Irmak Zileli, Gökhan Akçura, Ali Ayçil, Fuat Sevimay, Pelin Buzluk, Emrah Polat, Mehmet Sait Aydın, Ömür İlkim Demir, Mevsim Yenice, Melike İlgün, Ömer İzgeç yılın ilk ayında aynı kitapta buluştular. Teması İstanbul ve evcil hayvanlar olan kitaptaki yazılar aklıma hemen ötekileri getirdi. Azalan ormanlardan dolayı boğaza inen domuzlar, sanki bir mevsimi varmış gibi Üsküdar-Eminönü vapurunda seyahat ederken aniden yanımızda beliren yunuslar, çingenelerin bir dönem gezdirdiği ayılar, son yıllarda yılda bir iki kez İstiklâl’de sahibi ile birlikte gezen kınalı kuzu, papağanlar, her ne kadar insan taşırken ölerek gündeme gelseler de aslında eskiden şehrin asli bir parçası olan atlar, bir dönem evde beslemek hususunda yayılan maymunlar… Daha da genişletebiliriz İstanbul’da beraber yaşadığımız hayvanları.

TEHLİKELİ ŞEHİRLER

Yazarlar genelde öykü, anı ya da anlatı formlarını kullanarak okura aktarmaya çalışmış hayvanlarla kurdukları münasebetleri. Ethem Baran tercihini kurmacadan yana kullanan yazarlardan. Bir kuşçuluk öyküsünü oldukça kanlı bitirerek okurun zihninde kalıcı imgeler bırakmayı başarıyor. İstanbul’dan geldiği belli olan güzel bir güvercin Anadolu’nun ücra bir köşesinde çalınır ve hırsızın dünyasından, sahibinin güvercine ulaşma evresi aktarılır. İstanbul bu kez kendisini bir kuşun tehlikesinde belli eder. Tehlikeli olan sadece İstanbul değildir: Paris’teki büyük kedi katliamı, Gamba’daki fil cinayetleri, İstanbul’daki büyük köpek sürgünü… 80 bin köpek, İttihat ve Terakki iktidarı tarafından 1910’da Marmara Denizi’ndeki bir adaya sürgün edilip, birbirlerini yemeye mecbur bırakılmış. Sahile yakın insanlar, yükselen köpek çığlıklarını ömürleri boyunca unutamadıklarını söylemişlerdir. Köpekler kayalıklardan mürekkep adada önce sıcaktan bunalmış, sonra serinlemek için denize girmiş ve nihayetinde birbirlerini yemeye başlamışlardır. Kalanlar ise bir tür psikoz ile kendi etrafında dönüp inlemeye başlamış. Şehre fazla gelen köpeklerin bu tarz bir yöntemle azaltılması dış basın tarafından da eleştirilmiş. Şehirleri kadınlara, kadınları kitaplara benzeten ya da tam tersi bir hesap kuran yazarların yanına bir de şehrin sakin hayvanları ve sakin olmayan insanları ayrımını ekliyor İstanbul’un huzursuz yazarları.