25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Kadınların parmak uçları tarihe dokunduğunda

Emel Özkan’ın Deliorman’dan Çıktım Yola kitabını görünce hayret ettim. Çünkü şiir değildi. Ama anlattığı ve ailesi üzerinden ortaya çıkardığı muhacirlik hikayesi zaten şiire çok yakındı. Okuduktan sonra, kitabının türünü bir ‘ara disiplin’ olarak düşündüm.

SİBEL ERASLAN14 Aralık 2018 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Kadınların parmak uçları tarihe dokunduğunda

Emel Özkan şiirlerine dikkatimi çeken şair dostum İbrahim Tenekeci, onun için ‘’fevkalade naziktir, güzel ahlak sahibidir’’ demişti. Bir vesileyle beni aradığında Emel’in konuşmasındaki kibar aksan dolayısıyla, gitmeyeceğim bir toplantıya gitmiş çok da memnun kalmıştım. Şairdi ve anneydi ve ikisi de ona fevkalade yakışıyordu. 

Deliorman’dan Çıktım Yola kitabını görünce hayret ettim. Çünkü şiir değildi. Ama anlattığı ve ailesi üzerinden ortaya çıkardığı muhacirlik hikayesi zaten şiire çok yakındı. Okuduktan sonra, kitabının türünü bir ara disiplin olarak düşündüm. Aslında ilk bakışta, yakın tarih çalışmasıdır bu kitap. 1880’den 1979’a kadar geçen süreçte kendi soy kütüğü üzerinden gittiği, anlatılmamış/saklı tarih, antropolojik imkanlarla kuvvetlendirilmişti kitabında. Eski fotoğrafların yanı sıra mülakat yaptığı kişilerin de fotoğraflarını kullanmış, okuyucuya mekanların şimdiki halleriyle eski hallerini kıyaslama imkanı sağlamış. Bu haliyle kitap, tipik bilimsel araştırma izleğini takip etmiş. Ama anlatılara dayalı yönüyle kurulan güzel bir denge sayesinde kitap aynı zamanda hikayeleşmiş... Tarih ile hikayenin arasında salınması hoşuma gitti...

CEDLERİN ONAYI

Tarihe atıf yapan -aslında tarihin sütünü emen- kadın yazarlarda beni asıl heyecanlandıran tad,  masallara ve şarkılara uzanan kılcal damarlı, çetrefilli, serazat anlatı tarzıdır. Bu yüzden, tarihi masallaştırıyorlar eleştirisi alır kadın yazarlar çoğu kez. Bütün kitabı boyunca bir yerde yaklaşmış masala Emel Özkan. Girişte bir rüyadan bahsediyor. Kitapta konu edilen büyükler kabirlerinden çıkmış, oturuyorlarmış, Emel de bunu cedlerinin onayı olarak yorumlamış. Fevkalade çarpıcı bir sahne. Masal veya şarkı derken tam da bunu kastediyorum. Ama Emel Özkan, bilimsel çabaya öylesine sadık kalmış ki, kitap aile hikayesi olarak, masal veya şarkıdan çok tarih kısmında yer almaya hak kazanmış...

Bilimsel araştırma kamusu, kadınların tarih yazmasına çok iyi gözle bakmaz. Bu bakımdan resmi ve genel tarihlerin kurduğu disipliner bakışı çeşitlendirme girişimindeki kadınları oldukça cesur bulurum. Bunu özel ve küçük tarihlere yolculuk yaparak kurar kadın edebiyatçılar. Feminist kütüphanenin bu bakımdan büyük katkısı oldu. Resmi tarih anlatısının dışında kalmış ve önemsizleştirilmiş, gözden kaçırılmış, değerli bulunmamış hikayeleri sabırla arayıp bulmak adına dünyanın her yerinde, sessiz ve değerli işler yaptılar, yadsıyamayız.

AİDİYET ARAYIŞI

Benim 4 Defter, Rumeli Rüzgarı, Emel Özkan’ınsa Deliorman’dan Çıktım Yola adlı kitaplarımız ise, yukarıda değerli bulduğumu ifade ettiğim tarihsel feminist kaygıdan daha farklı bir yerde duruyor; Balkan Savaşlarından itibaren Osmanlı’nın yıkılışı ve İstiklal Harbi günlerini de anlattıkları için… Bu iki kitap aynı zamanda bir memleket tarihi ve aidiyet arayışı, devlet kuruluşu aşamalarını da içeriyor. Bunun en bariz ifadesi, her iki kitapta da ‘’Mustafa Kemal Paşa’’ atıflarının bariz şekilde yer almasıyla kuvvetlenir. Sadece anlatım tarzlarındaki yenilik açısından değil, mütedeyyin yazarlar arasında -belki de ilk kez- Atatürk’ten içtenlikle bahsetmeleri açısından da dikkate değer. Muhacirlerdeki o yatışmaz varoluş ve beka saplantısıyla da ilgilidir sanırım. 

Muhacir yazarlardaki bu tavır, yani şu ev-ocak periliği, şu vatan memleket sevdası, her soy kütüğüne yolculukta kulaklarına eşlik eden kağnı gıcırtısı, okunan ezan-verilen selalarla boğazlara düğümlenen ah’lar, kırmızı ve yeşil merakı, rüyalarda çıkagelen gemiler, hasılı bilinçaltında yatan ruh, sanatın kendisidir. Çünkü sanat, ayrılıktır, kopuştur, hüzündür.

Edebiyatta yeni tarzların arandığı bir dönemdeyiz. ‘’Aralık’’lar dönemindeyiz. Arayışın ve izafiyet yakınlaştırmasının yoğunlaştığı günlerden geçiyoruz. Rumeli Rüzgarı’nı kaleme aldıktan sonra, adetimiz gereği son okumayı birlikte yaptığımız Ömer Lekesiz ile, tür konusunda epey konuşmuş ve yazışmıştık. Benim ısrarla hatıra demek istediğim tür için Ömer Bey, hikaye demeyi uygun buluyordu. Zira bu türü hatıradan ayırt eden en önemli farkın nostalji barındırmaması olduğunu söylüyordu. Emel Özkan’ın kitabı için de aynı değerlendirmeyi yapabiliriz o halde. Bu kitap, bir hikaye kitabıdır.  

Kitabın; tarih, hatıra, şehir ve hikaye tadları aralıklarında gezinen bir kitap olması, lezzetini arttırıyor. Kitaptaki bilimsel araştırma yöntemlerine elden geldiğince sadık kalma endişesi üzerinde de düşündüm. Bir şair hem de muhacir, didaktik olabilir mi anlatıda? Kendini ancak zorlarsa olabilir dedim. Ve bu disiplini, başlangıçta atıf yaptığı üzere, Prof. İsmail Kara’dan kaynaklanan akademik gelenek tazyiki olarak düşündüm. Bu haliyle kitap, belki daha ciddi bir ivme kazanıyor, ama sanat açısından riskler, yükler alıyor. Son kertede, şiir imkanı yetiştiği için, kitap ‘’hikaye’’ rotasından çıkmıyor. (Allah’tan şairdir yazarımız) Sanatçının akademiye asla teslim olmaması gerektiğine inananlardanım. Emel Hanım’a bu zorlu anlatımı başarıyla kotardığı için teşekkür ediyorum. 

Bir teşekkür de Profil Yayınları’na ve Münir Üstün Bey’e. Kadınların yaptığı yakın ve özel tarih hikayeleştirmelerine imkan tanıdığı için. Roman gibi çoksatan ürünlerin yanında şık ama mütevazi kalan tarih hikayeleştirmelerimize yayın fırsatı verdiği için.