20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Karadeniz KARA dostluğumuz BAKİ

ADİGECE YAZAN EN BÜYÜK HALK YAZARI MEŞBAŞE ISHAK, ÇERKES SÜRGÜNÜNE İLİŞKİN YAZMAYA ARTIK MECALİNİN KALMADIĞINI SÖYLÜYOR. 85 YAŞINDAKİ ISHAK, 150 YIL ÖNCESİNDEKİ BÜYÜK PAYLAŞIM İÇİN ATALARIMIZA ŞÜKRAN BORÇLU OLDUĞUNU DA SÖZLERİNE EKLİYOR.

SEVİNÇ ALTUNTAŞ GÜLER12 Ocak 2017 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Karadeniz KARA dostluğumuz BAKİ

2016 yılı Kafkasya’da Meşbaşe Ishak yılı olarak kutlandı. Türkiye’de çok tanınmasa da Meşbaşe Ishak, Adigece yazan en büyük halk yazarı. Tüm dünyada eserleri farklı dillere çevrilen yazarın Türkiye’de yayınlanmış romanları; Taş Değirmen, Bitmeyen Umutlar, İki Esir ve Sürülenler. Yabancılar İçindeki Yabancılar’ın çevirisi ise Fahri Huvaj tarafından devam etmekte, yayın tarihi yakın.  85 yaşındaki Ishak ile Türkiye ziyaretinde kısa bir konuşma gerçekleştirdik.

Eserleriniz tüm dünyada çevrilmiş. Yerel motiflerle yazıyor olmanıza rağmen evrensel olana ulaşabilmişsiniz. Dil ve kültürünüzün hangi özelliğidir bunu sağlayan?

Çerkeslerden söz etmek için binlerce yıl öncesine gitmek lazım. Dünyadaki en eski halklardan biridir Çerkezler. Çok özel, engin bir dilleri var. Dil yeteneği çok yüksek. Bir kelimeden iki yüz bin kelime türetilebiliyor. Aynı zamanda çok zengin bir sözlü kültür hazinemiz var: Nart Mitolojisi denilen sözlü kültür ürünlerimiz, yiğitlik şarkılarımız, masallarımız, ninnilerimiz, bilmecelerimiz... Sözlü kültür denilen alana girebilecek her şeyimiz var. Tabii en önemlisi de binlerce yılın imbiğinden süzülüp gelen bir hukuk sistemimiz var. Bu yazılı olmayan bir hukuk sistemi. Doğumdan ölüme kadar, insan hayatının her evresini düzenleyen bir sistem… İşte bizim beslendiğimiz kaynaklar bunlar. Bunlar evrensel kurallarla aynı. Yani bu kuralları alıp herhangi bir millete uygulasanız mutlu olur, düzen içinde yaşarlar.

- Ana örgüyü bir bilgelik ruhu mu kuşatıyor?

Evet öyle diyebiliriz. Buna Çerkes mantalitesi diyebiliriz. Bunu sağlayan da söz konusu değerler. Öyle geniş ki bu hukuk kuralları… Kadın-erkek ilişkileri yaşlı-genç ilişkileri… Bulduğun gibi bırakma kuralı vardır mesela.  Çok çok kapsamlı, her şeyin bir kuralı vardır.

- Bu kurallar yürürlükte mi hala?

Ne yazık ki bu kurallar elimizden kaymaya başladı. 150 yıl önce sürgün sonrasında buraya düşen Çerkeslerin kendileri kaybetmeden yaşamalarını sağlayan güç bu kültürdü. Aynı sebeple orada kalan insanlar da kendileri koruyabildi.

- Sizi bu alanda yazmaya yönelten ilk işaret neydi?

Özellikle son dönemdeki global fırtınadan bizim insanlarımız da çok etkilendi. Eski kültürümüzü uygulamamaya başladılar, daha çekici görünen daha özgür davranmaya yöneldiler. Değerlerimizden uzaklaşmaya başladık. Kaybolmak istemiyorsak bu rüzgara teslim olmamamız lazım. İşte bu kültürü yeni kuşaklara aktarmak isteği beni yazarlığa iten. Benim kitaplarımda bu kurallar hep anlatılıyor. Yaşamdan kareler olarak. Bir ahlak dersi verir gibi değil tabii. Her yazar halkının elçisidir. Eserlerimi yazarken kendime üç soru soruyor ve bunlara cevap bulmaya çalışıyorum: Sen kimsin? Nereden gelip nereye gidiyorsun? O gittiğin yerde ne olacaksın, ne bulmak istiyorsun? Bunlara cevap arayan kitaplar benim kitaplarım. “Ben yazar olmak istiyorum” diyen herkes yazar olamaz. Yazar olabilmek için mutlaka halkının tarihini, acılarını, sevinçlerini özümsemek gerekir. Ben 10. yüzyıldan itibaren halkımın tarihini yansıtmaya çalıştım.

- Burada yaşayan Çerkesler kültürlerini çok iyi koruyor. Biz böyle gözlemliyoruz. Sizin gözlemleriniz ne yönde?

Dünyanın 50’ye yakın ülkesinde Çerkesler yaşıyor. En kalabalık nüfus Türkiye’de. Burada yazar, devlet adamı, sanatçı çok sayıda Çerkes var. Örfe, hukuka bağlı kaldıkları sürece kendilerini koruyabildiler.

- Kıyıya vuran kafatasları, saç ve sakaldan oluşan kuş yuvaları, Karadeniz’in suyunun Çerkeslerin gözyaşının tuzundan dolayı tuzlu olması gibi çok etkileyici sürgün hikayeleri var bugüne aktarılagelen... Sizi en çok etkileyen sürgün hikayesi hangisidir?

Sürgün tablolarını sıralamaya kalkarsanız bitmez. Her biri acıklı düşmanlık duygularını kamçılayıcı… Dayanılmaz acılar yaşandı sürgünde. Elbette onları görmezden de gelemeyiz ama ben romanlarımda kan damlayan kılıçlar göstermek istemiyorum. Bunu göstermenin bir faydası yok artık bunlar olmuş bitmiş. Bundan sonrakilere bakmanın daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. Bunlar arasında biraz abartılmış olanlar da vardır. Hepsinin doğru olduğunu kabul etsek bile onları parmağımıza dolayıp sallaya sallaya herkese gözüne sokmanın manası yok. Ben sonrasına yönelmek istiyorum. 150 yıl önce bu topraklara gelirken Çerkesler, evladını, anasını, babasını denize atmak zorunda kaldı. Katlanılacak acılar değildi. Öldüğü halde çocuğunu emzirmeye çalışan anneleri düşünün… Cesetleri sırtında taşıyan ve toprağa gömmüş olmaktan mutluluk duyan insanları düşünün... Bizimkiler kıyıya çıktıklarında onları padişahlar karşılamadı. Sıradan insanlar karşıladı. Çok kötü durumdaki bu halka Türkiye halkı kucak açtı. Onları benimsedi. Ekmeğini paylaştı, su ikram etti. Bunların bilinmesi lazım. Ben o gün sizin atalarınızın bizim atalarımıza yaptıkları paylaşımı unutmak istemiyorum. Onlara şükran borçluyuz. Buraya gelirken yolda Recep Tayyip Erdoğan’ın resmini gördüm, altında yazanı tercüme ettirdim: Son söz halkındır! Bu beni çok etkilendi. Bu adam, halka saygı duyuyor. Ona inanıyorum. Halklarımızın ilişkileri daha da güçlenecektir buna da inanıyorum.

- Sizin kitaplarınız Rusya’da da yayınlanıyor…

Sürülenler Rusça olarak da aynı isimle çıktı. Yani Sürülenler bizi sürenlerin diliyle de yayınlandı. Benden başka bunu yapabilen de çıkmadı.

Türkçede yeni yayınlanacak olan kitabımın adı Yabancılar İçindeki Yabancılar. Onu şöyle bitiriyorum: “Allah’ım anla beni, bağışla. Artık Çerkes trajedisine ilişkin daha başka bir şey yazmaya mecalim kalmadı.”