26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

'Kendimizi dev aynalarda gördüğümüz koridorlardan geçiyoruz'

“Küçük insanlar dengini, büyük insanlar kendini arar” der Yunus Emre. Kitabı ‘Kaderimde hep güzeli aradım’ şarkısıyla başlayan Barbarosoğlu, dengini bulmak için bile insanın biraz kendini bilmesi gerektiğini söylüyor: “İçinde bulunduğumuz çağ insanların kendini bilmesini, bulmasını engelleyen bir çağ. Hepimiz bize kendimizi dev aynalarda gösteren koridorlardan geçiyoruz.”

HALE KAPLAN ÖZ13 Haziran 2019 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
'Kendimizi dev aynalarda gördüğümüz koridorlardan geçiyoruz'

İçimdeki Sazlar Başka Söz Başka, Fatma Barbarosoğlu’nun okuduğumuz en şarkılı kitabı. ‘Kaderimde hep güzeli aradım’ şarkısıyla başlıyor. Güftesi Fethi Dinçer’e, bestesi Avni Anıl’a ait olan bu nihavend eser, kitaptaki öykülerden birine ve kitaba isim veriyor. “Şarkıların Yükü Kimine Ağır Kimine Hafif” öyküsü de radyodan çalanların bugüne taşıdığı bir dizi hikayenin toplamı. Aslında, ritmi, melodisi, armonisiyle bir bütün olarak kitap, bestelenmiş öyküler gibi.  

Mustafa Kutlu’nun çizdiği desen karşılıyor önce okuru. Kitabın içinde hikayesi de var, kapak kadar güzel o da. “Kökünden kopmuş neşeli dallar…” Kitaba kapak olmasının bu cümleyle bir ilişkisi var mı?

Mustafa Kutlu’nun kızıma hediye ettiği tabloyu kendisinin izniyle kapak olarak seçtik. Fikir kızıma ait. Kitaptaki öyküleri  okuyunca “Buradaki duyguyu en iyi bu desen ifade eder” dedi. Genç bir mimar adayının önerisini ciddiye almak lazım diye düşündüm. “Kökünden kopmuş neşeli dallar” ismi bana ait. İsim vermezsem rahat edemem. Resmi ilk gördüğüm andaki duygum onu tanımlayan isme dönüştü.Yayınevindeki arkadaşlar başlangıçta pek istekli davranmadılar ama çıkan neticeden herkes hoşnut. Bu anlamda benim için çok özel bir kitap oldu.

Kitabınızı okuyucuya ithaf etmişsiniz: Bu kitabı, her öykü kitabımdan sonra, “Yazdıklarınız içimdekileri işte böyle yola koydu” diye uzun uzun mektup yazanlara... Neden okuyucu?

İlk kitabımdan bu yana nitelik olarak daima iyi okuyuculara sahip oldum. Yazdıklarım üzerine yazan, uzun yıllar önce yazdıklarımı bana hatırlatan okuyucularım oldu.Onca kırgınlığa rağmen yazmaya devam ediyorsam bu okuyucumdan gördüğüm ilgi ve sevgi sayesinde. İmza günlerinde okuyucularıma sizinle nasıl ve nerede tanıştık diye soruyorum. Genellikle arkadaşının ya da ebeveyninin tavsiyesi ile başlamış oluyorlar benim kitaplarımı okumaya. Eski okuyucular yeni okuyucu getiren en önemli kaynak benim  için. Her biri çok değerli ve biricik.

‘Kaderimde hep güzeli aradım’ şarkısıyla başlıyor kitap.  Bu aynı zamanda kitaptaki öykülerden birinin de adı. “Küçük insanlar dengini, büyük insanlar kendini arar” der Yunus Emre. Güzeli arayanları hangi gruba koymalı?

“Kaderimde hep güzeli aradım” öyküsünün kahramanı Rana üzerinden gidecek olursak Rana da dengini arıyor. Ama dengini bulmak için de insanın biraz kendini bilmesi gerekiyor. İçinde bulunduğumuz çağ insanların kendini bilmesini, bulmasını engelleyen bir çağ. Hepimiz bize kendimizi dev aynalarda gösteren koridorlardan geçiyoruz.

“Helalleşme öyküsünde anlatıcı “Bu kadar gecikmenin bir bedeli olmalı. (..) Hikâyenin sonunda, demek bunun içinmiş deriz.
Hikâyemi bekliyorum.” gibi cümleler kuruyor. Hep böyle mi olur? Hikaye geldiğini haber verir mi?

Hikaye geldiğini haber verir ama onun haberini sadece basiret sahipleri duyar. İmam Gazali “göz herkesi görür ama kendini göremez “ der. Hikayenin geldiğini fark etmek izin gözün kendini de görmezi şart diye düşünüyorum. Nitekim anlatıcı da kılığı kıyafeti başka, kalbinin renkleri çok başka olan şoförü göremiyor. Hikaye bittiğinde bile hala göremiyor aslında. Başka bir fevkaladenin peşinde. Hayat böyledir yanı başımızdakinin fevkalade saflığını, biricikliğini pek kavrayamayız.


‘Yarım Peçete’ sanırım kitapta beni en çok etkileyen öykü oldu. Gerçeğin göreceliliğiydi beni böylesine etkileyen… Çelişkili ve aynı derecede inandırıcı iki farklı okuma… Genel olarak öykü karakterlerini çoklu okumaya meyyal misiniz?

“Yarım Peçete” öyküsü okuyanları şöyle bir sarsıyor evet. Belki de her birimizi acaba ben de böyle peşin hükümlerle başkalarının hayatını kararttım mı, sorgulamasına ittiği için.

Zihnimde bana eşlik eden cümle  “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir” cümlesidir. Bu cümlenin insanın ahlakını olgunlaştırmasına vesile olan bir cümle olduğunu düşünürüm. Yargılama, kınama, kıskanma bu cümlenin varlığı ile imha olur. Bu cümle bilmediğimiz hayatlara insanlık kredisi açmamıza yarar aynı zamanda. Kitap matbaaya gitmeden önce okuttuğum değerli arkadaşlarımdan birisi  “Yarım Peçete” öyküsü için kuantum fiziğine yaslanıyor dedi. Bu onun yorumu elbet. Öykülerimin okunurken nasıl okunduğunu, nereden okunduğunu bilmek beni her zaman mutlu eder. Olaylara tek bir noktadan bakmamaya her zaman itina gösteririm.

Öyküleri uzun bir zaman diliminde yazdığınızdan bahsetmişsiniz. Bu zaman dilimi içinde sosyal medya hep hayatımızda mıydı? Yoksa bu iki zaman arasındaki farkı, öykü karakterleri içinde görebilir miyiz?

“Kariyer Günleri”ni yazmaya başladığımda hayatımızda sosyal medya yoktu. Ama televizyon vardı. Özellikle Reha Muhtarlı akşam haberleri dönemi. “Kariyer Günleri”nde sosyal medya yok. Ama “Saklana Saklana” öyküsü de  “Kariyer Günleri” kadar eskidir yazılmaya başlandığı tarih olarak. Orada “ondan bundan” kahramanımın değişimini esas aldım. Öykünün başlangıcı ile bitişi arasında 10 yıllık bir süre var. Ama 10 yıl boyunca bu öyküyü çalıştım anlamına gelmiyor. 10 yıl boyunca öyküdeki kahramanın değişimini göz önünde bulundurdum.

“Kariyer Günleri”nde ilk öykü kitabınız Acı Deniz’den bir karakteri karşımızda buluyoruz. Ferahnaz Hanım’ı. Metinler arası süreklilik diyebiliriz bir anlamda. Ferahnaz Hanım’dan kopamadınız mı?

Tuhaf bir şekilde Ferahnaz Hanım benimle yaşamaya devam ediyor. Benimle yaşıyor ama hiç yaş almıyor. Başına ne gelirse gelsin daima basiret sahibi olan, yaptığı işi en iyi şekilde yapan,sorumluluk sahibi insanların mayası gibi öylece duruyor Ferahnaz Hanım.

Pembe gelinin, pembe halısı, perdesi, sofrasından yorulan dedenin gözlerini kahverengi terliklerine emanet etmesi gibi bir arayışı gözlemliyorum toplumda. Sosyal medyaya doygunluk mu bu yoksa insanlar uzak kalmayı bilinçli olarak mı istiyor, bunu tam bilemiyorum… 

Bir kısır döngü içinde çalkalanıyoruz hep beraber. Sosyal medyaya girdikçe yalnızlaşıyoruz, yalnızlaştıkça daha çok sosyal medyaya giriyoruz. Yalanın/sanalın hakimiyeti insanların hakikate ulaşmasını engelliyor. Oysa biz yaratılış olarak hakikati aramak üzere yeryüzüne gönderildik. Hakikatten uzaklaştığımız ölçüde içimizdeki boşluk büyüyor. İçimizdeki boşluk büyüdükçe kendimizden kaçmak için karşımızda hazır bulduğumuz her sapağa sapıyoruz. En yakın sapak sosyal medya.

Münzevi öyküsü çarpıcı ve düşündürücü bir öykü.“Artık hiç kimse münzevi olamaz” diye bitiyor. Gerçekten  öyle mi? Başkasının  hikayesine dahil olmak neden tedirgin eder insanı? 

Başkasının hikayesine sorumluluk almamız gereken bir noktada isek dahil olmak istemiyoruz. Ama sorumluluk almayacağımız durumlarda başkasının hikayesine dahil olmayı, talan etmeyi, imha etmeyi çok istiyoruz. Münzevi öyküsünün anlatıcısı durduk yere kendi hayatını bir başkasının hayatı gibi anlatmaya başlayan kadından korkuyor. Çünkü başkasının hikayesine en çok haberlerin tekinsiz dili üzerinden dahil oluyoruz. İnsanları kalp gözü ile görebilecek bir noktada değiliz.

İçimdeki Sazlar Başka Söz Başka  şimdiye kadar okuduğumuz en şarkılı kitabınız herhalde..

“Şarkıların Yükü Kimine Ağır Kimine Hafif” öykünüzde anlatıcı yemek yaparken radyodan dinlediği şarkılarla geçmişin mahzenlerine dalıp çıkıyor. Şarkılar bu kadar önemli midir?

Maalesef geçmişi bugüne taşıyacak mekanlara sahip değiliz. Hangimiz doğduğu evi, yaşadığı mahalleyi yıllar sonra ziyaret etme şansına sahip! Çocukluğumuzun sokaklarını ele geçiren hanımeli ve yasemen kokuları, iğde, mimoza ıhlamur kokuları her zaman bize eşlik etmiyor. Karanfillerin kendisi var lakin kokusu firarda. Ama çocukluğumuzda, ilk gençlik yıllarında dinlediğimiz şarkılara her zaman gidebiliriz. Yeter ki şarkının sözü zihnimizde kayıtlı olsun. Şarkılar benim için geçmişi bu güne taşıyan, hafızanın hatırlamasına yardımcı olan en sağlam kaynaklardan biri. Ne zaman hiç beklemediğim bir ortamda bir  şarkı duysam peşi sıra bir öykü geliyor.

Kitabın son öyküsü “Bizi Bırakma”  herhalde bütün kızların kendisini suçlu hissedeceği biraz kendisiyle yüzleşeceği bir öykü ...

Kitabın ön okumasını yapanlar arasında genç kızlar ve genç anneler vardı. Genç kızlar okudu ve kendisiyle yüzleşti. Genç anneler olayın hem anne hem çocuk tarafında yer aldığı için suçluluk duygusundan ziyade anne böyle bir ceza vermeseydi dediler. Oysa annenin bir ceza verip vermediğini bilmiyoruz. Okuyucu kendi bulunduğu noktadan farklı farklı duygularla dolunca  keşke birkaç erkek okuyucuya  okutup onlardaki etkisini gözlemleyebilme imkanım olsaydı diye düşündüm. Ama öyle bir imkana kitap yayımlandıktan sonra kavuşabileceğimi ümid ediyorum.