25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Kimileri konuştu kimileri yaptı ve yaşadı

Bir Dağ Nasıl Söylerse Öyle, Türk-İslâm “maya”sı ve şiiri ile mayalanacak genç nesle büyük şairin ibret teşkil eden haysiyetli yaşamına dair ayrıntıları yansıtmakla kalmıyor, dostlarının anılarını ve şiirlerini özenle ortaya çıkararak şaire dair kıymetli bir “hafıza” oluşturuyor.

15 Eylül 2017 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Kimileri konuştu kimileri yaptı ve yaşadı

Fatih Andı’ya Bir Dağ Nasıl Söylerse Öyle’ye dair iki soru:

Zarifoğlu’nu daha iyi kavramak için sizce onu şiir tarihimizde hangi şair ya da şairlerle birlikte okumalı?

Zarifoğlu’nun şahsî hayatında ilişkide olduğu bazı şairler var elbette. Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Cemal Süreya gibi. İlk şiirlerinde sözgelimi Cemal Süreyya-vâri bir muzip cinselliğin onun şiirlerinden de sızdığını söyleyebiliriz. Ancak kendisi elbette yaşadığı dönemin Edip Cansever, İlhan Berk gibi şairlerini de tanımış olmakla birlikte, bizim Zarifoğlu’nu birlikte okumak veya değerlendirmek zorunda olduğumuz isimler Necip Fazıl ve Sezai Karakoç olmalıdır. Bu “birlikte okumak” vurgusunu, hele ki Zarifoğlu gibi bir şair için bir etkilenme ve benzeşme bağlamında düşünmemek de gerekir. Fakat hayata yöneltilen hassasiyet kodları ve yorum benzerlikleri açısından elbette bu iki isimle Zarifoğlu, şiir içerikleri itibarıyla birlikte veyahut bir devamlılık bilinciyle okunmalıdır. Ama konu etkilenme ve benzeşme ise, cevabım odur ki, Zarifoğlu kendine benzer. 

Şair Zarifoğlu; Necip Fazıl, Sezai Karakoç ve İsmet Özel gibi siyasî bir aksiyonun içinde olmadı. Sanat üzerine de pek az teorik yazı kaleme aldı. Buna karşın onlar kadar etkili bir portre çıkıyor karşımıza. Bunu neye bağlamak gerek?

Poetika açısından düşündüğümüzde Cahit Zarifoğlu, müstakil yazı veya yazılar kaleme almadı. Doğrudur. Ancak gerek Mavera’nın “Okuyucularla” köşesinde, gerek Yaşamak’ın ve denemelerinin satır aralarında ve gerekse kendisiyle yapılan röportajlarda özelde şiire, genelde ise edebiyata ve eleştiri, hikaye gibi edebî türlere dair görüşler beyan etti. Buna çevresine gelen gençlerle sohbetlerini de ekleyebilirsiniz. Zira o zamanlar, şiirin haysiyetinin ve içeriğinin önemsendiği, popülizme teslim edilmediği zamanlardı. Siyasî aksiyon vurgusuna gelince, ben bu konuda Cemal Süreya’nın “Şairin hayatı şiire dahil.” aforizmik cümlesinin en çok uyduğu şahsiyetlerden birisinin de Zarifoğlu olduğuna inanıyorum. Bu açıdan, özellikle Menziller, Korku ve Yakarış kitapları ve sonrasında onun şiirleri, hayatı, söyledikleri, toptan bir siyasî duruşu, bir aksiyonu dışa vuruyordu zaten. Kimileri konuştu, kimileri yaptı ve yaşadı diyebiliriz o zaman, tabii o günler için. “Cahit Abi” olmanın gerekçelerinden birisini de bu yaşama ve yaşadıklarını samimiyetle çevresine yansıtmada görmek gerekir. 

Yollarında 

kezzaplar 

akan 

şehirlerin 

yalnızı

 

Hüseyin Yorulmaz 

Hoca’ma Bir Dağ Nasıl Söylerse Öyle’ye dair iki soru:

Kitaba uzunca bir Zarifoğlu portresi hazırlamışsınız… Bu portreye bakarak Zarifoğlu’nun Türk şiiri tarihi içinde ayırıcı vasıfları sizce nelerdir?

Fatih Andı’nın sunuş yazısında aktardığı, Mithat Cemal’in Mehmet Akif için söylediği “Bir dağ silsilesini gezer gibi her defasında bir başka zirvesini gördüğüm adam” tesbiti önemli. Buradan yola çıkarak, her fani öldükten sonra nisyana terk edilirken Zarifoğlu’nun her geçen yıl adeta yeniden keşfedilmesi ve gündeme gelmesi aynı tespitin bir tezahürü olarak görülebilir. Cahit Zarifoğlu arkadaşlarından farklı olarak edebiyatın hemen hemen her alanında kalem oynatmış bir şair ve yazardır. Şiirden hikayeye, romandan senaryoya, günlüklere, çocuk masallarına, fıkra yazılarına kadar geniş bir yelpazede at koşturmuştur. Bunu yaparken de mümin bir sanatçı duyarlılığını elden bırakmayarak kararlı bir duruş sergiler. Arkadaşları ile birlikte çıkardığı Mavera’nın geride bıraktığı duruş işte bu kararlı duruştur. Bir elin nesi var, iki elin sesi var misali, onlarınki bir ömür boyu sürmüş, birlikte yola çıkılmış bir edebiyat yolculuğudur. 

Zarifoğlu ile anılan bir yalnızlık biçimi var, desek yeridir. Etrafında dostları var. Fakat onun kendine has bir yalnızlığı var. Nasıl anlamalı bu yalnızlığı?

Cahit Zarifoğlu’nun, İslamın yaşandığı bir aile ortamında doğduğunu ve çocukluğunu geçirdiğini görüyoruz. Henüz birkaç yaşındayken bir Nakşi şeyhi, çocuk yaştaki Zarifoğlu’nun bakışı ve duruşu dikkatini çekmiş olacak ki “bu çocukta iş var” tespitinde bulunur. Nüfuz-ı nazar sahibi bu kişi onda ne gördüyse artık. Şeyhin Zarifoğlu’nda gördüğü şey muhtemelen sizin bahsettiğiniz yalnızlıktır. Bu yalnızlık onda kendine özgüdür. Babasının üst üste yaptığı evlilikler, ailevi sorumluluğun annesi ve abisi üzerinde kalması bu şairi biraz sarsmış ve savurmuştur. Ancak çabuk toparlanır ve bütün bu yaşadıkları ona bir duruş kazandırır. “Gecenin bütün renkleri”ni daha o yaşta görür. “Yollarında kezzaplar akan” büyük şehirlerde söz konusu ettiğimiz bu yalnızlığı daha da artar. Başını alıp tenha ve sessiz sokaklara dalar. Kendi kendine konuşur. Kendi dünyasının iç sesini daha çok dinlemeye başlar. İşte bu yalnızlık Zarifoğlu’nun yazdıklarında uç verir. Onun adıyla okuduğumuz şiirler, denemeler, günlükler, masallar bunun sonucunda ortaya çıkmıştır. Yalnızlığını şiirlerinde kapalı bir şekilde görürüz. “Herkesin anladığı, herkesin aradığını bulduğu bir Yunus Emre olmak isterdim” sözü de aslında bu yalnızlığının ifadesidir. Şiirinde bu kapalılığını eleştirenlere “tarzım bu, ne yapayım?” diye cevap verir. Sanat eserinin insana söylemesini bilen bir ağzı olması gerektiğine inanır. Kendi yazdıklarının aksine şair adaylarına anlaşılır şiirler yazmalarını tavsiye eder. Son olarak bu vesile ile şunu da söyleyelim: Yalnızlığın onu İslam dünyasının sorunlarıyla ilgilenmeye ve çocuklar için yazmaya ittiğini de söylemek mümkün.