25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Milliyetçiliği anlamak için iki başucu kitabı

Etno-Sembolizm ve Milliyetçilik, 1975’ten 2010’lara dek Anthony Smith’in savunduğu temel tezleri özlü bir biçimde, üstelik aradan geçen on yıllardaki yeni bilgi ve yorumlara bakarak, yeniden ortaya koyması bakımından çok kıymetli.

SEVGİ KAYA13 Temmuz 2017 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Milliyetçiliği anlamak için iki başucu kitabı

Milliyetçilik çalışmalarına Türkiye’de yükselen bir ilgi var. Bunu üniversitelerde yapılan master ve doktora tezlerinden akademik toplantılara, yayımlanan kitaplara, makalelere kadar birçok yönüyle birden gözlemek mümkün. Milliyetçiliğin bir sosyal bilim sahası olarak kendine disiplinlerarası bir branş halinde yer açması, Türkiye’de 2000’li yıllarda yükselen meraktan yaklaşık 30 yıl kadar öncesine uzanıyor. Bu anlamda Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki entelektüel dünya için de milliyetçilik çalışmalarının yeni bir alan olduğunu söyleyebiliriz. 1970’lerin dünyasında hem Üçüncü Dünyacı ve anti-emperyalist hareketlerin popülerliğinin, hem de İrlanda Sorunu, Tamil Gerillaları, Filistin Meselesi ya da Bask ve Katalonya’nın yükselip alçalan ayrılık talepleri gibi çok çeşitli bölgesel ve etnik sorunların uluslararası kamuoyunu meşgul etmesiyle beraber bu çalışma sahası ortaya çıkmıştır. Milliyetçilik çalışmaları için doğum beşiği İngiltere olmuştur. Ernest Gellner, Anthony Smith, Benedict Anderson ve Eric Hobsbawm gibi saygın isimlerin yürüttüğü tartışmalar 1980’lerde dünya genelinde yaşanan değişimi açıklama gücünün de etkisiyle dikkat çekici bir literatür doğurmuştur.

Bu isimlerin hemen hepsi son 15 yılda belli ölçüde Türkçeye de çevrilerek, tartışmaların genel çerçevesini anlamayı mümkün kılmıştır. Sıkça kullanılan ve akademik dile artık yerleşen millet-inşası, milli kimliğin şekillenişi, bireyci veya kolektivist, etno-sembolist ya da modernist milliyetçilik tanımları gibi farklı boyutları ile konu Türkiye bağlamına taşınmış bulunuyor. Bugün Kemalist milliyetçilik, ulusalcılık, Türk-İslam sentezciliği, Yeni Osmanlıcılık, Turancılık gibi farklı yönelimler bu kalıplarla ele alınıyor ve yeni açıklamalar geliştiriliyor.

Son dönemde sosyal bilimler ve özellikle de tarih alanına yaptığı yatırımla dikkat çeken Alfa Yayınları, bu tartışmaları daha da zenginleştirecek iki kitapla okuru sevindirdi. Bunlardan biri, 2016’da vefat eden ve Türkiye’de daha çok Milli Kimlik başlıklı kitabıyla bilinen Anthony Smith’in Etno-Sembolizm ve Milliyetçilik (çev: Bilge Firuze Çallı) adlı çalışması. Bu kitap, 1975’ten 2010’lara dek Smith’in savunduğu temel tezleri özlü bir biçimde, üstelik aradan geçen on yıllarda ortaya çıkan yeni bilgi ve yorumlara bakarak, yeniden ortaya koyması bakımından çok kıymetli. Çünkü Smith, milliyetçiliğin, Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi’nin birbiriyle örtüşen tarihlerde ortaya çıkardığı yeni toplumsal düzenin ürünü olmadığını, onun köklerinin daha gerilere gidilerek bulunup anlaşılabileceğini mahir bir dil ve engin bir bilgi çeşitliliğiyle savunuyor. Konuyu biraz daha açıkça dillendirmek gerekirse; Modernist kutup (Gellner, Anderson ve Hobsbawm) karşısında Smith ve onun fikirlerinin hizasında ilerleyen Etno-sembolist araştırmacılar, milliyetçiliğin 17-18. yüzyıllarda da farklı formlarda görülebileceğini ifade ederler. Bunun için mimariden, efsanelere, halk hikâyelerinden marşlara, destanlardan ritüel ve bayramlara dek birçok şeye atıf yaparlar. 

KÜLTÜREL MİLLİYETÇİLİK

Smith’in Etno-Sembolizm ve Milliyetçilik’i işte bu konular arasında gezinen ve okuru Finlandiya tarihinden Yunanistan’a, Meksika’nın milli kültürünün şekillenişinden Alman ırkçılığının kökenlerine kadar geniş bir sahada dolaştırıyor. Bütün bu tarihsel-kültürel malzemelere de teorik bir çerçeve oluşturarak, milliyetçiliğin zannedilenden çok daha uzun bir mâziye sahip olduğunu anlatıyor. 215 sayfalık kitabın pırıl pırıl bir çeviriyle Türkçeleştirildiğini de belirtmeden geçmemek gerek. Bu kitabın hemen ardından çıkan bir diğer “uzun zaman dilimi” ve “geniş bir coğrafya”yı konu alan kitap daha yayımlandı. Anthony Smith’in etno-sembolizmine yakın duran, Liah Greenfeld’in Milliyetçilik: Moderniteye Giden 5 Yol adlı çalışması, milliyetçiliğin tarihsel seyrini, İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri örnekleri üzerinden giderek ele alıyor. Eserde 1600’lerden 1750’lere kadar İngiliz milli kültürünün gelişiminde Protestanlığın rolünün ve İngiliz dilinin Latinceden kopuşunun önemi, zengin bir tarihsel malzeme eşliğinde işlenirken; 1688’deki Şanlı Devrim’in politik etkilerinin yanı sıra Newton devriminin de kültürel milliyetçilik bakımından İngiltere’de bir sıçrama yarattığı ortaya konuyor.

Greenfeld’in ele aldığı ikinci ülke Fransa. Greenfeld’in ortaçağ boyunca Fransızcayı cennetin dili, Fransa’yı da cennet vatan olarak resmeden efsanevi-dinsel atıflar dizisinden yola çıkarak kraliyetin politik ve dinsel kutsallığını yitirdikçe nasıl kültürel bir Fransızlık bilincine sarılmak zorunda kaldığını anlatması bakımından hayli ilginç. Rusya konusunda da Petro’dan 19.yüzyıla uzanan modernleşme ve Batılılaşma süreci içinde aristokrasinin köylü kitlelerden nasıl bir Rus milleti yarattığını ve bunda Ortodoks Kilisesinin, III. Roma İmparatorluğu olma iddiasının, şanlı Rus zaferlerinin nasıl büyük roller oynadığını görüyoruz.

Greenfeld’in Milliyetçilik’inin en önemli yönlerinden biri, bu beş ülkenin beşinin de dilinde yazılmış kaynakları kullanabilmesinden başlıyor ve mahkeme kayıtlarından şiirlere, ilahilerden filozofların mektuplarına, romantik edebiyat eserlerinden üniversitelerin rolüne dek birçok noktaya birden temas etmesiyle sahanın diğer eserlerinden farklılaşıyor. Bir yönüyle ülkelerin modernleşme-milliyetçilik ilişkisini anlatırken bir yandan aşağıdan-içeriden bir tarih yazımı yapıyor. Aristokrasilerin ve entelektüellerin millet-inşasındaki rolünü resmederken, küçük ilk adımlardan büyük tarihsel dönüşüm noktalarına sözü bağlayabiliyor.

Liah Greenfeld’e, yaşayan en önemli milliyetçilik çalışmaları uzmanlarından biri olma vasfını getiren bu çalışmaya Türkçe baskı için yazdığı önsöz de ayrıca değer katıyor. Zira Greenfeld önsözünde hınç, haset ve öfkeyle şekillenen –onun tabiriyle “Trump Çağı”- günümüz dünyasının da Orwelvâri bir yorumunu yapıyor.