20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Nolamaz, zaten körmüşüz!

Ürün Dirier’in yeni kitabı Gözün Serüveni, insanın aslında düpedüz kör olduğunu anlatan sıra dışı bir çalışma. “Görme Sanrısı Üzerine Bilimsel Bir Anlatı” alt başlığıyla çıkan kitap, Tesla’nın gözlerinden aşkın renklerine, şizofren görüden Gestalt kurallarının bizi nasıl manipüle ettiğine kadar onlarca dikkat çekici konuyu titizlikle inceliyor.

HALE KAPLAN ÖZ8 Şubat 2018 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Nolamaz, zaten körmüşüz!

Popüler bilim alanında yaptığı çalışmalarla adından söz ettiren gazeteci-yazar Ürün Dirier’in yeni kitabı Gözün Serüveni, görme ve algılama arasındaki serüvene odaklanan ilginç bir kitap.  “Şuurdışı algılama nedir?”, “Rüyayı gören kim?”, “Şizofrenler aslında ne görüyor?”, “Gözler matematik biliyor mu?”gibi sorulara cevap bulabileceğiniz çalışma evliya hikayelerinden ilhamla yazılmış.

l Dünyayı her birimiz farklı filtrelerle mi görüyoruz? İnsan gözü gerçeği nasıl saptırıyor?

Enformasyon teorisyenleri ve algı fizyologları, gözümüzün saniyede yaklaşık 200 milyon bit enformasyon kaydedebileceğini hesaplıyorlar. Ancak bu bilginin en çok yüzde 1’i beyne aktarılabiliyor. Geri kalanı ışık çöpüne gönderiliyor. Arabeynin optik merkezine ulaşan bilgi asla objektif değildir. Ağtabakasına düşen bilginin çeşitli yaşamsal kaygı ve kriterlerle ayıklanması sonucu oluşmuş, müdahale edilmiş, filtrelenmiş bir formudur. Öyle olmasaydı bile yine de dış dünyayı gerçek anlamda görebilmemiz mümkün değildir. Neyi hiçbir zaman göremeyeceğimiz bilgisi genlerimizde yazılıdır. Morötesi ışınları, ısı ışınlarını, belli hız sınırın altındaki ve üstündeki hareketleri göremeyiz.  

l ‘Daha az dış dünya’ ilkesini ve ‘duyusal yeterlilik’ kavramlarını biraz açmakta fayda var.

İnsan gözü 380 nanometre ile 780 nanometre arasındaki dalga boylarını algılayabilir. İnsan gözü tarafından görülemeyen dalga boylarını gördüğümüzü varsaydığımız vakit, evren son derece karmaşık ve bizim gibi sınırlı yeteneklere sahip ölümlüler için yaşanamaz bir hal alır. Örneğin X ışınlarından müteşekkil karmaşık bir manzaraya bakmaya çalışırken, yaklaşmakta olan vahşi bir hayvanı fark edemeyerek yem olabilirdik. Ayrıca X ışınlarını görmek onlardan yemek veya ev yapamayacağımız için teknik anlamda bir işimize de yaramazdı. Tüm dalga boyları göz önüne alındığında görece olarak kör sayılırız. Aslında çoğu hayvan bizden daha da kör. Mesela kuşlar, amfibi hayvanlar, sürüngenler ve kurbağalar sadece hareketli nesneleri görebilirler. Hareket etmeyen şeyleri görmeye yaşamsal olarak ihtiyaçları yoktur. Yani bir kurbağanın manzara izlemeye ihtiyacı yoktur. Hareket eden bir sineği görmek onun için yeterlidir. Bu nedenle kurbağalar nilüfer çiçekleri gibi karşısında hareketsiz duran şeyleri göremezler. Ne kadar az o kadar iyi. Buna bilim insanları ‘daha az dış dünya ilkesi’ diyorlar. Fazlası kafa karıştırır. Sonuçta beyinlerimiz belirli bir depolama kapasitesine sahip. Bilim insanlarının son hesaplamalarına göre insan beyninin toplam kapasitesi 1 petabayttır. 1 petabayt ile 13.3 yıl HD film kaydedilebilir. Bu rakam ne kadar muazzam görünse de, algı kapılarımızın dışarısında kalan dünya ile kıyaslandığında devede tüy bile değildir. Ancak bizim için yeter de artar. Duyusal yeterlilik de budur.

l Görmenin amacı aslında nedir?

Aslında gözümüzün retinasının çok dar bir alanı objektif dış dünya görüntüsünü oluşturmakla uzmanlaşmıştır. Çünkü gözün çevreden gelen düşmanlara karşı uyarmak gibi çok daha önemli başka bir görevi vardır. Optik bir uyarı sistemi. Bunu nasıl kusursuz başardığını da gözlerimizin (retinanın) kenar bölgelerindeki alanların ışığa duyarlılıkları gösteriyor. 20 ile 70 ışık kuantının bu kenar bölgelere ulaşması halinde bu miktar algılanabilir uyarım olarak kaydedilebilmektedir ki, bu yetenek görüntü oluşturan merkezdeki ışık hücrelerinin algılama yeteneğinin tam 10 bin katıdır. Demek ki retinanın en uç köşelerinde, gözün bu en temel işlevi hakimdir. Alarm işlevi.

l Evliya hikayeleri sizin bu çalışmanıza nasıl bir katkı sundu?

Bu tür anlatılar aslında gerçekliğe farklı pencereler açtığından çocuk yaştaki beyinler için son derece faydalıdır. Kitapta foton telepatisi, sicim kuramı ve çift yarık deneyi gibi konular da görme ve algılama bağlamında yer alıyor. İşin içine kuantum fiziği girdiğinde bir atomun aynı anda iki yerde birden olması, birbirinden kilometrelerce uzaktaki atomların anlayamadığımız bir şekilde iletişim kurabilmesi gibi durumlar bilimsel bir boyut kazanıyor biliyorsunuz. Tıpkı aynı anda iki yerde birden görülebilen evliyalar gibi…

l Görme kodlarından da bahsediyorsunuz. Ne tür kodlar bunlar?

Büyük beyni sıfır bir cep telefonuna, ara beyni de paket programların olduğu uygulamalara benzetmek düşünmeyi kolaylaştırır. Yapılan laboratuar deneylerinde bazı hayvanların beyinlerinde belli bölgelere sinyal göndererek hayalet düşmanlar görmeleri ve hatta o hayaletlerle savaşmaları bile sağlanabiliyor. Hayvanın kendi türüne özgü düşmanının hayalet görüntüsü bir cep telefonu uygulaması gibi arabeyinde yüklü. İnsanda da aynı durum söz konusu. Karanlık, ıssızlık, savaş ya da terör gibi stres ortamlarında bu hazır kodlar harekete geçerek insanı muhtemel düşmanlara karşı bir tür ön alarm sistemi gibi uyarıyor. Halüsinasyonların da arabeyin kodlarının idareyi ele geçirmesiyle alakalı olduğu düşünülüyor.

l Pineal bez ve paranormal olaylar arasındaki ilişki nedir peki?

Gözlerimizle bağlantısı olan beynin çok önemli bir parçası pineal bez. Gece-gündüz gibi ritmik ışık değişimlerini vücuttaki her organa iletmek ve akşam 21’den sonra salgılanmaya başlayan melatonin hormonunu üretmek gibi görevleri vardır. Ancak pineal bezin tüm bunlar dışında başka özellikleri de var. Yapılan kontrollü deneylerde, pineal bezin aktive edilmesinin bazı halüsinasyonlara yol açtığı ortaya konulmuş. Bu halüsinasyonların birbirine benzemesi olayı daha da ilginç hale getiriyor. Bu nedenle pineal bezin 3. gözümüz olduğuna dair görüşler var. Bu paranormal olayları da açıklayabilir ancak şimdilik bunlar birer tezden ibaret. 

l Görme engelliler de görmek ister mi?

Ameliyatla gözleri açılan hastalar hiç de Yeşilçam filmlerindeki gibi uçaktan mutlu bir şekilde inip koşturarak hayatı kucaklayamamışlar. Bebeklikten itibaren hiç görmemiş kişiler, ameliyatın ardından görebiliyor ama bu görme onların hiçbir işine yaramıyor. Tersine, bu yeni elde edilmiş yetenek kafasını ve ruhunu karmakarışık ediyor. Aralarında intihara kalkışanlar bile olmuş. Çünkü görme aynı zamanda öğrenilen bir süreç, dolayısıyla sadece gözlerle değil bir o kadar da beyinle alakalı bir süreç. Sonradan gözleri açılanlar bu nedenle anladığımız anlamda göremiyor ve zorlanıyorlar. Belki nesneyi görüyor ama onu üç boyutlu derinlikte anlamlandıramıyorlar...