19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

O ne şanssız bir nesildi

Memleket Kokusu hem Balkan topraklarından Müslüman göçünün insani dram boyutunu, hem de Balkan Savaşları’nın askeri teknik derinliğini ele alan yetkin bir roman.

SAHRA GÜLYÜZ9 Şubat 2018 Cuma 07:00 - Güncelleme:
O ne şanssız bir nesildi
Hukukçu Feyiz Erdoğan, Mona Kitap’tan çıkan Memleket Kokusu isimli kitabı ile bir göçün hikâyesini Safiye ve Osman üzerinden anlatırken, Balkan Harbi’nde tarafların neden kaybeden ve kazanan olduklarını gözler önüne seriyor. 
 
l Kitabın girişinde romandaki bilgilerin çoğunu annenizden aldığınızı söylüyorsunuz. Size o ilham vermiş…
 
Annem küçüklüğümüzden beri bize kendi büyüklerinden dinlediği bu göç hikâyelerini, yaşanan acıları anlatırdı. “Kendi büyüklerinden dinlediği” diyorum çünkü annem 1927 yılında İzmir, Ödemiş’te doğmuş. Kendisi o göçü, eziyetleri, geniş anlamıyla o travmayı yaşamamış. Annem, romandaki Ethem karakterinin kızıdır. Romandaki ana karakterlerden biri olan Safiye Hanım da annemin büyük halasıdır. Safiye Hanım’ı yaşamının son günlerinde büyük şans eseri ben de tanıdım. Ama o zaman sanıyorum 4-5 yaşlarındaydım. Kitabın başındaki ilk sahnede Safiye Hanım namaz kılarken yanında yaramazlık yapan çocuklardan biri de bendim. Onun namazda dua yerine Nevrekop’taki evlerini anlattığını hayal meyal hatırlıyorum. Aslında bu çocukluk anım beni çok etkilemişti. Niye büyük halanın namazda dua yerine bunları söylediğini o zaman tam olarak anlayamamıştım… Evet, bu acıklı hikâyeyi ilk olarak annemden dinledim. Ancak yıllar içinde her konu açıldığında annemden dinlediğim bu hikâyenin bizden sonraki nesillere de dürüstçe ve gerçeklere uygun olarak aktarılması gerektiğini düşünmeye başladım
 
l Safiye ve Osman çok sevimli bir çift. Ancak İstanbul’a gelene dek, bin bir şey yaşıyorlar. Bunları yazarken ne düşündünüz? Sizi zorlayan ve yazmaktan çekindiğiniz gerçekler var mıydı?
 
Safiye ve Osman’ın hikâyesini yazarken aslında bu neslin ne kadar şanssız olduğunu düşündüm. Tarihin çok sıkıntılı bir dönemine denk gelmişler. Mutluluklarını doğru dürüst yaşayamamışlar. Ömürleri hep mücadele, sıkıntı ve acılar içinde geçmiş. Buna rağmen hayata tutunmaya çalışmışlar, mücadele etmişler ve pes etmemişler. Bunları yazarken beni zorlayan ve yazmakta tereddüte sevk eden önemli bir neden olmadı. Ama hatırladıkça o nesil için üzüldüm. Onun için kitabın sonunu “O ne şanssız bir nesildi” diye bitirdim.
 
l Kitabın diğer ekseninde ise görevli olarak burada bulunan bir Alman subay var. Bu subay, çoğu zaman Osmanlı’yı anlıyor, seviyor ama yine de pek uyarmıyor gelecek depremlere... Avrupa neden bu kadar sırtını dönmüştü sizce bize o süreçte?
 
Gustav bir Alman subayı ve o zamanki rütbesi binbaşı. 3. Kolordu Komutanının danışmanı gibi görev yapıyor. Birkaç kez Türk Savunma Bakanı ile de görüşüyor, ona kendi gözlemlerini ve önerilerini aktarıyor ama takdir edersiniz ki Türk Hükümeti ve Türk Genelkurmayı nezdinde alınan kararları etkileyebilmek için hem rütbesi henüz çok küçük hem de o sırada kendisi sürekli Genelkurmay karargâhında veya Savunma Bakanlığında görevli değil. Yani en üstteki karar alıcılar arasında değil. Yapabileceğini yapıyor ve özel görüşme esnasında zamanın harbiye nazırına gözlemlerini ve düşüncelerini aktarıyor. Aslında o dönemde Almanya ile yakın işbirliği içerisindeyiz ama diğer Avrupa ülkeleri, başta İngiltere ve Fransa ve bunlara ek olarak Rusya karşımızda ve bize savaş ilan eden Balkan ülkelerini bazen gizli, bazen açıktan destekliyorlar. Amaç elbette o zamana kadar “Şark meselesi” diye isimlendirdikleri, Türkleri Avrupa’dan atmak hedefini gerçekleştirmektir.  
 
l Günümüz Avrupa’sı nasıl bir yaklaşım içinde peki?
 
Bence Avrupa, günümüzde de bölgesinde güçlü bir Türkiye istememektedir. Belki bugün 1912 yılındaki sıcak savaş yöntemleri geçerli değildir ama bunların yerine konulabilecek başka çatışma yöntemleri yaratılarak Türkiye meşgul edilmekte, kaynaklarını bunlara harcaması sağlanmakta ve siyasi olarak da güçsüzleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu yöntemler arasında; etnik farklılıkları körüklemek, terörist unsurları desteklemek suretiyle veya inanç ayrılıkları, yaşam farklılıkları noktasından toplumu kamplaştırarak milli birlik ve beraberliğimizi zayıflatmak sayılabilir. 
 
l Kitapta “Bu bir soykırım” diyorsunuz… 
 
Aslında Balkanlarda Türklere karşı yapılan sistematik saldırılar, sebepsiz öldürmeler, katliamlar olmasaydı ve bu insanlar sadece yerlerini terk edip gitmeye zorlansaydı buna sadece etnik temizlik diyebilirdik ama bizim yaşadıklarımız olayın boyutunu etnik temizlikten soykırım seviyesine yükseltmiştir bence. Bir uluslararası hukuk uzmanı olarak bunu size söyleyebilirim. Ama yine de 1951 tarihinden önce işlenmiş olduğu için teknik olarak soykırım sözleşmesi kapsamında değildir. 
 
l Kitabı okuyanların yorumları neler oluyor?
 
Öncelikle bir hukukçunun roman yazmış olmasının hafif bir şaşkınlıkla karşılandığını, okuyanlarınsa kitabın konusunu orijinal ve ilgi çekici bulduğunu fark ettim. Bence bunun asıl sebebi,  bu güne kadar hem Balkan topraklarımızdan göçün insani dram boyutunu, hem de Balkan Savaşları’nın askeri teknik derinliğini birlikte ele alan roman formatında bir eserin Türkiye’deki bunca göçmen nüfusa rağmen ortaya konulmamış olmasıdır.