16 Nisan 2024 Salı / 8 Sevval 1445

Okurun yalnızlık dolambacı

EN KÖTÜ HAYAT BİLE EN İYİ ROMANDAN DAHA GERÇEKTİR. GERÇEĞİN OLDUĞU YERDE DE YALNIZLIK OLMAZ. OLSA BİLE O YALNIZLIK PİŞMANLIK TUTMAZ... BİR DE OKURLARA BAKIN.

ERDİNÇ AKKOYUNLU11 Kasım 2016 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Okurun yalnızlık dolambacı

Bir işle her yönüyle yani gerçekten uğraşmak, sizi profesyonel hatta uzman yapar. Ama mutlu yapmaz. Mutluluk en idealize edilen duygu olsa da, sürekli ve kesintisiz yaşanamaz. Bu da mutluluğu zamana bölünebilen bir halden çıkarır. Bir an’a dönüştürür. Mutluluk bir andır. Çoğu zaman da anıdır. Böyle olduğu için de hayatınızı adadığınız bir işle uğraşmak sizi uzman yapar ama hayat boyu mutlu yapmaz. Mutlu etmeyen işlerin başında ne gelir diye de kimse sormaz. Fakat buna yanıtın başında bir uzman olarak edebiyat geldiğini söylesem şaşar mısınız? Şaşmayın... Mutluluk her ne kadar idealize edilen bir hal olsa da, mutluluğa varma yolundan sapmalar insanları rahatsız eder. Ki edebiyatla uğraşmanın en basit yolu okur olmak diye anlatılır da, yazarlara uzman denir. Ama asıl uzman okurdur. Öyleyse baştan alalım. Okumak, mutluluk yolundan sapmaktır. Yazmaktan söz etmiyorum bile...  O, zaten ruhunu şeytana satmaktır. Üstüne üstük okur olmanın mutluluk dolu olduğu yalanı söylenip durur da kimse gerçeklerden söz etmez. Neden mi?

Edebiyatla uğraşıyorsan, ilk yapman gereken yalnız kalmaktır. Yalnızlık insanın Tanrı’ya yaklaştığı ve en uzaklaştığı andır. Bu, güneşsiz yaşayamamak ve güneş yaklaştığında da yaşayamamaya benzer... Mutluluktan kötü olarak yalnızlık, bir an’la bitmez. Yalnızlık, anlayarak biter...  Genelde de güne, haftaya ve çoğunlukla yıllara uzarken de kabul edilmiş haliyle yaşanır da, o, en fena olandır. Okur olmak, yalnızlığı edebi ve ebedi bir şekilde beslemektir. Yazar olmak ise, yalnızlığından kurtulmak için daha çok sevilip, taktir görmek amacıyla başta iç dünyanı sonra aileni, sonra hayatını ister nitelikli isterse popüler şekilde olsun, değişmez bir şekilde okurlara açmaktır. Biyografileri iyi okuyun. Yalnızlık çekip kötü bir çocukluk ya da gençlik geçirmemiş hiçbir büyük yazar bulamazsınız. Hemen hepsi yalnızlığın kıskacında kıvranır, kendi sesinin yankısında normal insan olmaktan kaçar... Sığındıkları ilk yer de yazı olur. Yazmak, o görünmez ruhu cümlelerle resmetmektir. Ve hemen her büyük yazarın nitelikli eserleri eni konu tekinsizliğin, yalnızlığın, aldatılmışlığın ve yoksunluğun tehlike işaretsiz kuyularıyla doludur:  Suç ve Ceza’da Raskolnikov’un cinayet işlemekten öte pekala çareleri varken bizi Raskolnikov’un haklı olduğu tezine inandıran Dostoyevski değil miydi? Ya da eni konu bir çılgından başka bir şey olmayan Don Kişot’un peşinden bizi sürükleyen Cervantes’ten başkası mıydı? Korkunç Koleksiyoncu’su ile güzelliğine aşık olduğu kadını tutsağı yapıp ondan bir yaşayan ölü yaratan ve bu hastalıklı sevgiye bizim iyi gözle bakmamızı isteyen Jhon Fowles...  Kişisel Bir Sorun’da dışa taşmış bir beyin uru ile doğan oğlunu hastanede öylece bırakıp hazzın peşinden koşan öğretmeni hoş görmemizi isteyen Kenzaburo Oe...  Görülmeyen’de kardeş sevgisinin günaha evrilebileceğini gösterip bunu masum kılan Paul Auster...  Madam Bovary’de aldatmanın bir tür sevgi doyumu olduğunu ispata kalkışan Flaubert...  Anna Karenina’da yasak aşkı kutsamamızı isteyen Tolstoy... İnce Memed’de hukuk olmadığında insanın kendi hukukunu uygulamasına hayran bıraktıran Yaşar Kemal... Çanlar Kimin İçin Çalıyor’da İspanya iç savaşında pusu kurmanın bir asaleti olduğunu savunan Ernest Hemingway değil miydi?

HATALARI BULMA UZMANI

Bu liste büyük yazarlar kadar uzayıp gider. Biz bir taraftan edebiyat okuru olduğumuzu düşünerek giderek edebi türler hakkında önce beğeni sahibi olup, sonra kıyas yapabilecek kadar derinleşip, uzmanlaşırken bir hastalığa tutulduğumuzu çok geç fark ederiz. Yalnızlık... Okur kişiyi hiçbir şey okumak kadar tatmin etmez dünyada. Ne para, ne birliktelik, ne dünyanın en cennet köşesindeki tatil. Hiç ama hiçbir şey bir okuru okumaktan haz duyacağı...

Hayır kandırıyorum sizi böyle değil... Hiçbir şey bir okuru okumaktan haz duyacağını varsaydığı... Veya okurken yazarın ne tür sıkıntılar geçirdiğini hemencecik fark ederek, okuma yetkinliğini keskinleştireceği... Metindeki kurgu yanlışlarını, üslup hatalarını; roman iklimi arızalarını ve kuram bozukluklarını tespit edeceğinin hazzıyla kıvranan okur, mutlak bir yalnızlık arar.

Ve bunu kendine itiraf edemez. Çünkü yaptığı ulvi bir eylemdir. Bir roman ya da öykü kitabı ve onu okuyacak bir kişi ile o eylemi yapmak için aradığı mutlak yalnızlık. Yanlışlıkla bir kapıyı açtığınızda içeride tüm dikkatini vererek bir kitabı okuyanı görmenizle, parmak uçlarınıza basıp o mekandan sanki siz tarihte hiç var olmamışsınız gibi çıktığınız olmadı mı? Biraz gürültülü

ya da nezaketinin sınırları kültürlere göre değişse de hemen herkesin yaşadığı bu durum, okurların ne kadar da kutsanacak ve dışarıdan bir etkiyle bozulmaması gereken bir eylem olduğunu göstermeye yeter. Ama yanlış tam da burada başlar. Çünkü insan doğası yalnız kalmama üzerine kurulu. Öyle olmasaydı, bunca aldatma, bunca yalan, bunca kendini başka türlü ifade etme ve can acıtma insan dışındaki türlerin de doğası olurdu. Doğada insan dışındaki canlıların yalnızlığına dair bir öykü varsa eğer, bu, nesli insan tarafından tüketilmiş bir hayvan ya da bitkiyle ilgilidir. İnsanın yalnızlığına ilişkin kozmik gerekçeler dışındaki tek kutsanan eylem okuma yalnızlığıysa, insanın insana en büyük günahları arasındadır. Ama cezası yoktur. Kişinin elbette okumasına dair tüm yönlendirme ve eylemler devlet bütçelerinden ayrılan payla anayasal bir zorunluluğa dönüşmüşken, okuma eyleminin edebi kısmı kişinin tercihine bırakılmıştır. Ve yeryüzü coğrafyasını 220 ülkeye bölen insanoğlunun üzerinde anlaştığı en temel yasa budur. ‘Bir insana okumayı öğret ama okur olup da yalnızlığı seçmesine dair herhangi bir ceza yasası oluşturma.’

POPÜLER MİSİN NİTELİKLİ Mİ?

Başa dönelim... Okurluğu popüler metinler üzerinden bir tüketim alışkanlığına dönüştürüyorsanız, ne okuyacağınıza edebi zevkleriniz ve derinliğiniz değil yayınevleri sahipleriyle reklamcılar karar verir. Ve bu eylemdeki yalnızlığınız, yatağınızda uykunuz daha çabuk gelsin diye gözlerinizi yorma seansınızla... Veya serviste ev-iş arasındaki atıl zamanda yaşanır. Zaten modern hayatın edebi kurgusu da bunun üzerine yazılıyor. Ama iş gelip nitelikli okumaya varırsa, değil dünya ve Türk klasiklerini hatmedip, iyi kötü tüm yeni yerli ve yabancı yazarları okumaya gider. O zaman da içindeki edebiyat hayvanını bir okur olarak yazarın tüm açıklarını keşfe çıkarak daha çok hata daha çok  açık daha çok yazar hakkında altı çizilecek yanlışlar bularak doyurmaya kalkarsın. Bunu kimse söylemez ama edebiyat okurluğu dediğin, çok nitelikli bir seçme okuma listesini hatmettikten sonra kolay kolay hiçbir metni beğenmediğin, yazacak kadar da canından bezmediysen de gözlük ve lens teknolojisinin el verdiği ölçüde çok ileri yaşlara kadar sürdürebildiğin bir eylem olur. Fakat asıl yaptığının okurluk değil, yalnız kalmak olduğunu sana değil başkasının söylemesi, kendine dahi itiraf edemezsin. Eğer bir insan kendine dahi açık değilse, herkese oynama halinin Oscar’lık performansını beslemek için masumların ve ona inanan sevenlerinin kanını emmek zorunda kalır. Ellerinde nitelikli romanlar, öykü kitapları okuyanlara bakın... Hiçbiri okurken mutlu değildir... Yüzlerinde asılı bir gülümsemeyi bulamazsınız... Çünkü pek çoğu aslında kendi hayatlarını okumamak için başkalarının hayatları hakkındaki hayalleri okurlar. Çünkü ne kadar yalnız olduklarını kendilerine itiraf etmek istemezler... Onlar, yalnızlığını itiraf edenlerin hikayelerini okumakla meşguldürler. Eni konu okumak iyidir. Ama en kötü hayat bile en iyi romandan daha gerçektir. Gerçeğin olduğu yerde de yalnızlık olmaz. Olsa bile o yalnızlık pişmanlık tutmaz... Bir de okurlara bakın...