24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

Ömer Muhtar’ın gözlüğü bugün kimin elinde?

SALİH CANDAŞ10 Mayıs 2018 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Ömer Muhtar’ın gözlüğü bugün kimin elinde?
Deneyimli gazeteci Hasan Öztürk, Dost Ateşi Altında Yaşamak isimli kitabında Türkiye’nin geride bıraktığı, ihanet ve diriliş arasında yaşanan zorlu beş yılını merceğe alıyor. Öztürk’ün yazdıklarını samimi bir tanıklık olarak değerlendirmek mümkün. Hayat Yayınları etiketiyle yayınlanan kitabın hacmi epey geniş, muhtevası da öyle. Şöyle bir bakalım… İlk yazı 4 Kasım 2015 tarihli: Ömer Muhtar’ın gözlüğü bugün kimin elinde? Öztürk bu soruya “İsteseler de istemeseler de özgürleşeceğiz diyen kimdi?”, “Bütün uluslararası kumpaslara, yeni işbirlikçilerin pusularına direnip, ‘Asla geri adım atmayacağız’ diyen kimdi?” sorularını ekliyor.  Bu soruların cevabına bir tek ismin tekabül ettiğini söylüyor: Recep Tayyip Erdoğan. Ömer Muhtar’ın gözlüğünün bugün kimin elinde olduğunu da bu açıklıkla ifade etmiş oluyor. 
 
BEKA MÜCADELESİ
 
Bu ülkenin son 100 yılı sorgular ve sancılarla geçmiştir şüphesiz ama son beş yıl 100 yıla bedeldir. Çünkü devlet olarak, millet olarak son beş yıl içinde atlattığımız badireler, ödediğimiz bedeller, sürdürdüğümüz beka mücadelesi benzeri görülmemiş bir direniştir. Erdoğan’ın “Bu bir bağımsızlık mücadelesidir” diyerek tanımladığı bu çaba boşuna değildir. İçeride FETÖ ve PKK gibi kanlı terör örgütlerinin kumpaslarıyla mücadele ederken, hem içeride ve hem dışarıda DEAŞ gibi bir örgütle savaşmak zorunda kaldık. Gezi kalkışması ve MİT  tırları hadisesi, 15 Temmuz kanlı darbe girişimi, bu ülkenin yaşadığı en elim vakalardandı. Toplum olarak hala bu hadiselerin yaydığı negatif havanın etkisi sürüyor. Fakat her tünel, ucundaki ışığın görünmesiyle daha kolay aşılıyor. Türkiye için de verdiği beka mücadelesi bu umutla diriliş hareketine dönüşmüş durumda. Bu heyecan ve umut verici ülke için… Hasan Öztürk’ün dedesi, kahramanı Hasan Onbaşı’dan öğrendiği dua da bu umuda en yakın yerde duruyor: Allah devlete, millete zeval vermesin! Yazar, nesilden nesile aktarılacak kahramanlık hikayelerine, adını taşıdığı dedesi gibi şahitlik etmiş olmaktan gururlu: “Dedem Hasan Onbaşı’nın Seferberlik anılarını dinleyerek büyüme şerefi bana ait. Onu hep rahmetle anarken zaman zaman da anılarını yazmaya çalıştım… Ki gelecek nesiller de bilsin o günlerde ne yaşandı, nasıl bir kahramanlık destanı yazıldı diye… 
 
Şimdi dedem Hasan Onbaşı gibi benim de seferberlik anılarım oluştu. 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü gecesi bu büyük milletin yazdığı destanı nesilden nesile anlatacak hikayelerimiz var. Her bir tekil şahsımızın yaşadığı birer kahramanlık hikayesidir. Şehitlerimizin asfalta, bir duvar dibine düştüğü anda oradan yeşerecek olanı bilerek anlatmalıyız. Her bir gazimizin vurulduğu, yaralandığı o anın bir yiğitlik mücadelesinin kazanıldığı an olduğunu bilerek anlatmamız lazım. Geceler boyu vatan nöbeti tutarak, gelecek torunlarımıza “bağımsız bir memleket” bırakma arzumuzun olduğun anlatmak lazım. Tanklara çıplak elleriyle direnen ve onları durduran her birimizin hikayesini yazmak lazım.” 
 
Öztürk’ün 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimleri aralığındaki yazıları kitabın büyük bir yekununu oluşturuyor. İç savaş hayali kuranların nasıl hüsrana uğradıklarını bu yazılar sayesinde geriye gidip gün gün görme imkanı buluyoruz. 
 
AH!.. KUDÜS
 
Yazar, “Allah var… Vatan var… Millet var… Ne gam..! diyerek teskin ediyor okurunu bu bölümde: “Dışarıdakiler ve onların içimizdeki aparatları, 15 Temmuz’u unutturmak, FETÖ’cü alçakların ihanetlerini görmezden gelmek için hala harıl harıl çalışıyor. Onlar 15 Temmuz direnişini unutturmak istese de... Onlar hala Türkiye’ye ilk fırsatta diz çökertmek istese de... Biz ne 15 Temmuz ihanetini... Ne bu milletin o geceki büyük direnişini unutmayacağız; unutturmayacağız! Allah var... Ne gam..!”
 
Kitabın Ortadoğu sorununa ayrılmış olan bölümü ayrıca dikkati hak ediyor. “Kudüs; hicran” başlıklı yazı, bir sınır dışı ediliş hikayesi. Hiçbir gerekçe olmaksızın… Öztürk’ün Kudüs’ü “ah!” ünlemi olmaksızın anmadığı belli. “Ömer’in, Selahattin’in, Abdulhamit’in Kudüs’ünü ‘ah’ çekerek hatırlamak” başlıklı yazısı bunu açığa vuran, naif, değerli bir iç çekiş: “Mescid-i Aksa kimin meselesidir? Mescid-i Aksa ne sadece Türkiyelilerin ne sadece Filistinlilerin meselesi değildir. Aslında sadece Müslümanların da meselesi değildir. İsrail’in uzun vadeli planlarında taktik ve stratejik hamlelerinin karşında mutlaka ortak bir akıla ihtiyaç vardı. Ve maalesef o akıl bugün için ne bizde ne de bir başkasında yok!
 
Çünkü biz sadece coğrafyası parçalanmış bir ümmet değiliz, aynı zamanda zihinleri de parçalanmışlardanız..!”