25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Oryantalizmin küreselleşme sürümü iş başında

ABD ve AB, sadece oryantalizm çalışmalarının gündeme gelmesi noktasında değil siyasî tüm alanlarda yaşanan zamanı, tarihin tanıklığından korumaya çalışmaktadır. Bunun için de oryantalizmi, yaşadığımız zamanda yeni bir hale büründürmektedir. Artık oryantalizm çalışmaları, Batılılar eliyle değil Pakistan kökenli Tarık Ali örneğinde görüldüğü gibi Müslüman ülkelerden çıkmış isimler eliyle yürütülmektedir.

CELAL FEDAİ12 Nisan 2018 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Oryantalizmin küreselleşme sürümü iş başında
Metis yayınları, Edward Said’in 1978’de yayınlanan Oryantalizm kitabını Türkçe’ye “Şarkiyatçılık” başlığı altında tercüme etmekle, Batı’nın Doğu’ya kurmak istediği tahakkümün mühim bir veçhesini örtmüş oldu. Oryantalizme, “Şarkiyatçılık” diyerek onun siyasî veçhesini saklayıp ilmi disiplinler içinden bir disiplin haline getirmeye çalışan bu naif çaba, kitabın içeriğine elbette uygun değildi. Said, kitap boyunca Batı’daki Doğu’ya yönelik araştırmaların siyasî yönünü ortaya koyuyordu ama kitabının adı, Türkçede buna dair bir kırıntı bile sunmuyordu. Peki, nasıl oluyordu da Metis Yayınları gibi burnundan kıl aldırmayan bir yayınevi, bu bapta, uzayan koca bir burnu sahiplenmekte beis görmüyordu? 
 
Soru can alıcıdır… Gerçek şudur ki Türkiye’de “sol”, mesele İslâm’a, bilhassa da Türkiye’nin çağlar boyu temsil ettiği İslâm’a gelip dayandığı anda, bütün muvazenesini kaybederek tüm çehresini ortaya koyuverir. Anlattığım vakıa, bunun bir misalidir. Oryantalizm, oryantalizmdir; bunu onlar da pekâlâ bilir ama mesele, Türklerin temsil edegeldiği İslâm’a dayandığı anda, birden içlerindeki, o çok küçümsedikleri “şark kurnazlığı” ortaya çıkar ve sözlüklerden “Şarkiyatçılık” karşılığını bulurlar. Bu konuda E. Said de Metis Yayınları’ndan farklı bir görüntü sunmaz. Zira o da bir ‘solcu’ olarak 1978’lerin şartlarında Batı’nın Doğu araştırmalarındaki siyasî manipülasyonu ifşa etmekten geri durmasa da sosyalist SSCB’nin Türk boylarını paramparça etmekle sonuçlanan ‘ilmî’ çalışmalarının bahsini açmaya yeltenmez. Onun dile getirdiği oryantalizm, 19. ve 20. yüzyıl boyunca yol alan modern dönem oryantalizminin görünümüdür. O, bu noktada N. Chomksy ve T. Ali ile benzeşir. Bu üç entelektüel, Batı’nın İslam’a yönelik zulmünün sadece işlerine gelen konjonktürel görünümlerine eleştiri getirirler. Alıklaştırılan bütün bir Arap milletine değil de sözgelimi sadece Filistin’e odaklanırlar. Filistin ve Araplar da dâhil diğer tüm İslâm milletleri için Türkiye’nin tarihî rolü gündeme geldiğindeyse üçü birden değişir ve Türkiye karşıtı oluverirler.
 
Postmodernizmin siyasî adlandırmasından ibaret olan küreselleşmenin, Kürtlerin, vaktiyle modern dönem Batı hegemonyası uğruna Ermenilerin kullanıldığı gibi bugün nasıl kullandığını elbette bilirler. Kürtler, onların umurunda değildir. Siyasal İslam’ın Söylemi yazarı B. Lewis gibi düşünerek Türkler etrafında bir defa daha oluşabilecek bir Müslüman birliğine karşı olmak adına, o çok afili duran entelektüel pozlarını bırakırlar. Maalesef Türk solu da nicedir buradaki rolünü, can u gönülden benimsemiştir. Tarihin tanıklığıyla görülen bu davada onlar da tarihe sırt çevirirler. Davanın, yüreği olanın yüreğini burkan gerçeğine değil salonlar, bilboardlar, turistçe gezmeler ile yatak odası, mutfak ve tuvalet arasında geçen konforlarına odaklanmışlardır. 
 
SAİD’İN DE RUHUNU İNCİTECEK BİR SEVİYE
 
Tarık Ali’nin Edward W. Said ile Konuşmalar adını taşıyan kitabını elime alıncaya kadar düşüncelerim bu yönde idi. Değişmedi... Tarihin tanıklığıyla nihayetlenmiş bir davadan bahis açıyoruz. Davada mücrimlerin suçu sabit ama hâkim ve alık hale getirilmiş seyirciler, suçlunun suçuna müptela olmuş. Kitabın ön kapağında yer alan “Yorulmak bilmez, çabuk öfkelenen ve müthiş çekici Said, dünyanın her köşesinde takipçilerini ve hayranlarını peşinden sürüklüyor” ifadeleri, ABD’nin siyasî çıkarı için bir kurgu olan küreselleşmenin, Said’in de ruhunu incitecek bir seviyesi olarak duruyor zaten. T. Ali’nin, N. Chomsky ile beraber Gezi Olayları sırasındaki şark kurnazı fırsatçılığı tüm bunları gösteriyor aslında. Batı’da, kendilerine açılmış alanın sınırları içinde faaliyet göstererek, Batı’nın Doğu’ya zulmünü değil ama hatalarını, entelektüel tatminin doruklarına vararak yaşayan Ali ve Chomsky, Türkiye’nin tarihî rolünü benimsemesi halinde o çok beslendikleri Oryantalizm mönüsünden -tüm sömürgeciler gibi- biliyorlar ki nasiplenemeyeceklerdir. Kuşkusuz Said, fikrin namusuna Ali ve Chomsky’den daha fazla sahiptir ve elbette onu bu iki isimle kıyaslamamak gerekir. Bu yüzden Tarık Ali’nin söyleşisi, kitabın Avrupalı yayıncısının övgüsünün aksine David Barsamian’ın Kültür ve Direniş adını taşıyan söyleşileriyle kıyaslanamaz. Said, Filistin meselesinin sadığıdır ve şöyle bir cümleyi Tarık Ali için değil Barsamian için saklar: “İsraillilerin Filistinlileri bir halk olarak görmeme politikası kesinlikle süreklilik arz etmektedir. Bu politikanın arkasında yatansa, irrasyonel bir temele dayanan geçmişin kazılıp önlerine konacağı korkusudur.” 
 
ELEŞTİRİ Mİ TESPİT Mİ? 
 
E. Said’in bu mühim tespiti, Batı’nın İslâm dünyası içinde Türkler mevzu bahis olduğunda duyduğu korku için de geçerlidir. ABD ve AB, sadece oryantalizm çalışmalarının gündeme gelmesi noktasında değil siyasî tüm alanlarda yaşanan zamanı, tarihin tanıklığından korumaya çalışmaktadır. Bunun için de oryantalizmi, yaşadığımız zamanda yeni bir hale büründürmektedir. Artık oryantalizm çalışmaları, Batılılar eliyle değil Pakistan kökenli Tarık Ali örneğinde görüldüğü gibi Müslüman ülkelerden çıkmış isimler eliyle yürütülmektedir. Doğrusu bu çok daha pratik, maliyeti düşük ve etkili bir yoldur. Eskiden Fransız hariciyesi Ortadoğu’daki siyasî, sosyal hassas noktaları tespit için kendi içinden araştırmacılar yetiştirirdi. Küreselleşmenin güdümündeki Oryantalizm sürecinde ise Hamit Bozarslan’ın Ortadoğu ile ilgili çalışmaları onlar için bu işi fevkalade yerine getirmektedir. Bozarslan, Ortadoğu: Bir Şiddet’in Tarihi’nde, Ortadoğu’ya şiddetin Batılıların gelişiyle geldiği gerçeğini gizleyebilmek için çalışma alanını 1900’lerden başlatır. Bu tarihlerden önce, o coğrafyada, çağlar boyu Türklerin sağladığı sükûneti böylelikle ifade etmemiş olacaktır. Benzer durum Cihan Tuğal’ın çalışmaları için de geçerlidir. Pasif Devrim: İslami Muhalefetin Düzenle Bütünlemesi adlı çalışmasında Tuğal, Ak Parti’nin İslamî muhalefeti, küresel çağa uyumlandırdığı görüşünü ileri sürer. Eleştiri mi tespit mi olduğu belli olmayan bu cinsiyetsiz görüş, küreselleşmenin amaçlarının gerçekleştiğini gösterir ki bu da ABD ve AB’nin işine gelecek bir durumdur. Bu, eğer böyleyse, Tuğal’ın bundan sonra Türk Modelinin Çöküşü: Arap Ayaklanmaları İslami Liberalizmi Nasıl Yıktı gibi çalışma yapmasını, çalışma alanlarını serbest iradesiyle seçen bir akademisyen, entelektüel için anlamsız kılar. Maalesef Tuğal da Bozarslan gibi, sosyal bilimlerin çalışma alanlarını ABD’nin siyasî çıkarlarına göre düzenleyen küreselleşmenin, kendilerine “biz kendi aklımızca düşünüyoruz” vehmi verilen onlarca akademisyeninden sadece biridir. Küreselleşme, sosyal bilimcileri farklarına bile varamayacakları şekilde manipüle etmektedir. Bunu öylesine iyi yapmaktadır ki Türkiye’de küreselleşmeye sosyalist, Kemalist söylemlerle itiraz etme erdemlerini gösterebilen Sezgin Kızılçelik, Şengül Hablemitoğlu gibi kıymetli akademisyenler de siyasî hedefin Türkiye olduğunu fark etmelerine karşın, Türkiye’nin Müslüman kimliği, bir tarihi kader olarak karşılarına çıktığında, karşıtlarına benzediklerini göremez hale gelebilmektedir. Nitekim böyle düşünenler, ABD’nin “ılımlı İslam” projesine karşı çıkmaktadırlar. Öte yandan aynı şekilde Türkiye’nin tarihin içinden gelen kimliğinin İslamî sorumluluklarını üstlenmesine de karşıdırlar. Tarihte Türkiye’nin temsil ettiği şekliyle üstlenilmiş her vazifeyi onlar da kolayca köktendincilikle, cihatçılıkla, siyasal İslam ile ifade edebilmektedirler. ABD, AB, Rusya ve Çin, kendi siyasî misyonlarını üstlenince bunda bir sorun görmeyenler, Türkiye kendi sorumluluklarını üstlenince, onu bu ortak dile suçlamaktadır. Türkiye, gerçek bir entelektüel için bir kez daha bir turnusoldür.  
 
YENİ İDEOLOJİK VAZİFE
 
Küreselleşme, misalleri ile göstermeye çalıştığımız gibi, oryantalizme yeni bir ideolojik vazife yüklemiştir. Bu, Ian Watt’ın Yeni Oryantalistler kitabında anlattığı gibi “içinden çıktığı topluma yabancılaşmış Orhan Pamuk” portresindeki gibi basit değildir. Batı, Thierry Hentch’in Hayali Doğu kitabında ifade ettiği şekliyle geçmişte, kasıtlı şekilde, irrasyonel Doğu’sunu anlatagelmiştir. Oryantalizm, bu ideolojik durumun adıdır. Bugün ise Batı’nın gündeminde yine Türkiye vardır. Oryantalizmin yüzyıl önceki şekliyle Türkiye ile mücadele edilemezdi. Oryantalizmin küreselleşme çağındaki yeni sürümü, bakalım Batı’nın işine yarayacak mı…