20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Aşka ve bilmeye dair sarmaşık felsefe...

Özkan Gözel, son kitabında öznenin hakikat kaygısı derken, varoluş mertebeleri içinde yeni bir berzah isimlendirmesine gidiyor. Sarsıcı bir icad bu. Ama oldukça kırılgan bir kavramdan yardım alıyor: “Aralık’’...

15 Eylül 2017 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Aşka ve bilmeye dair  sarmaşık felsefe...

Her biliş bir zedelenmedir. Her okuma bir yollanış. İz Yayıncılık’a teşekkürlerimizi sunarız. Öznenin Hakikat Kaygısı adlı eseriyle Özkan Gözel’i bize yolladığı için. Kelime modası diye bir şey var. Ve bu iş, kelimeleri çok sevmekten ziyade, yalnızlıkla başedemeyişimizden ve diğerlerine benzemek isteyişimizden kaynaklanıyor bence. Hüzünlü bir hal. Bazı kelimeleri sıkça kullanmak adeti zuhur ediyor. Bakıyorsunuz ki sosyal medyadan ders notlarına, kitap özetlerinden köşe yazılarına kadar tüm dışavurumlarda o kelime tekrar edilmeye başlanmış. Bir kelimeyi çok tekrar etmek üzerinden birbirine benzeyebilir mi insanlar... Çağımızın benzeşimi kalıplar, yazılımlar üzerinden tanımlandığı için resimden veya sinemadan daha hızlı bir şeye ihtiyaç duyuldu, kısıtlı harf karakteriyle iletişim üzerinden gidiyoruz şimdilerde. Kısaltılmış harfleriyle kelimeler, klan mensupları tarafından anlamı bilinen işaretler veya emojiler, imajlar, capsler, yeni anlaşma ve benzeşim tarzımızı oluşturuyor. 

Tekrar eden kelimeler meselesi de aynı hız bahçesinde, atlı karınca gibi dönüp duruyor. Garip bir şekilde kelimenin tekrar edilerek kullanım sayısı arttıkça, içerdiği veya işaret ettiği kavramla arası açılıyor. Hatta içerikten veya temsilden kopup artık tek başına, başlıbaşına beliren, parlak ve başka bir şeye dönüşüyor.

“Hakikat’’ böyle bir kelime mesela... Aynı durum, ‘’özne’’nin de başından daha evvel geçmişti, bunda benim de ciddi payım var, kadın hakları dendiğinde kurulacak tüm cümelelerden geçirmiştik bu kelimeyi neredeyse. Dillere pelesenk oldu derdi anneannem çok kullanılan sözler için.

KURAMDAN ÇOK ŞİİR

Özkan Gözel’in Öznenin Hakikat Kaygısı adlı kitap için, kitabı bana heyecanlı bir sesle havalara uçarak müjdeleyen Ömer Lekesiz’e, kitabın editörü olsaydım başlığın değişmesi için müellife baskı yapardım dediğimi hatırlıyorum. Kitabı okuduğumdaysa, kuramdan çok şiirle karşıkarşıya olduğumu fark ettim. Konu şiir olduğunda geri çekilirim. Başlık değişebilirdi şeklindeki bir hadsizlikten de Allah’a sığınırım, neme lazım... Çarpılır insan.

Özkan Gözel’in kitabı da kelimenin tam anlamıyla çarpıcı, alışkın olduğumuz sevmeye has adayışçı ezberleri bozuyor. Saygıdeğer bir bağlılıktan söz açıyor deyim yerindeyse, birbirinin içinde yok olmaktan değil. ‘Birarada’lığın felsefesini kuruyor.  

Özkan Gözel, özneyi, kendilik üzerinden sorguluyor, ‘’kend’oluş’’ dediği şey, bir tür müteessir oluş aslında. Varoluşurken varoluşamamayı da tecrübe eden, ölümle hayatın, gündüzle gecenin, uyanmakla uyumanın, nefes alışla nefes verişin, sevişmekle savaşmanın, çekişmeyle çakışmanın, ancak ‘’zevcederek’’ birbirini anlattığı, bir örtüp bir ortaya çıkarttığı, tesirli hali yazmış kitabında. 

Ben, ‘’arefe’’ye, yani bilmeye dair yeni şeyler okuduğumu da düşünüyorum Özkan’ın kitabında. Çünkü bizde bilmek, ilmel yakin, aynel yakin ve hakkel yakin mertebeleri üzerinden nihai manada fena’ya veya kurban oluşa dair tutkulu atıflarla anlatılır. Bir tür massolma eğilimidir bu, parça bütünde, sevgili maşukta, eksik olan tamda, eriyip bitmek ister. Gerçek bilgi, semenderdedir, zira o sürekli ateşe atlar, kendini yakar, onun hayatiyeti sürekli ölüp bitmesindedir. Tasavvuf edebiyatında varoluş ayıbı, ancak sevgilinin cefasında, candan usanmakla mümkündür.

ÖZ İLE ÖZGE ARASINDAKİ İLİŞKİ

Özkan Gözel, son kitabında öznenin hakikat kaygısı derken, varoluş mertebeleri içinde yeni bir berzah isimlendirmesine gidiyor. Sarsıcı bir icad bu. Ama oldukça kırılgan bir kavramdan yardım alıyor: ‘’Aralık’’... Karşıtıkların arasında veya öznenin diğerleriyle arasında bir mesafe var. Rikkatli saygılı bir mesafe bu. Şimdiye kadar bilmeyi ve varoluşu massolan, eriyen, kurban olan özne üzerinden kuran kuram, Özkan Gözel’in teklifiyle, sarmaşmak kavramı üzerinden kuruluyor.

Daha çok roman anlatılarında karşımıza çıkan ‘’sarmaşmak’’ kelimesiyle ifade ediyor bu mesafeyi Özkan Gözel. Birbiriyle sarmaşanlar birbirine katışmazlar, aralarında bir ayrım mahfuzdur diyor. Sarılmaya benziyor bu, sarmaşıdan sonra yine herkes kendi yerine çekiliyor, kimse kimseyi iptal etmiyor kimse kimsenin içinde erimiyor. Bir tür çift olma ilişkisidir bu. Hilkat, çiftlerin sarmaşık düzenidir diyor zaten Özkan da. Hem benzeşen, benzeşirken hem de başkalaşan, hem birbirine sarmaşan, hem de sarmaştıktan sonra ayrışarak çatallanan çiftlerin... Ak ile kara, ne birbirinden tam anlamıyla ayrıdır, ne de tam manasıyla birdir, onlar tabiri caizse ‘’bir arada’’dırlar. Bu her an içinde çoğalan bir varoluşmayı ifade ediyor aslında, hiç bir an diğerinin aynısı değil... 

‘’Bir tekevvün olarak kend’oluş, ölümle dirim, var ile yok, uyku ile uyanıklık, imkan ile imkansızlık arasındaki ilişkinin meydanıdır’’  derken de varoluşu, ilişkiler, müteessir oluşlar üzerinden tarif ediyor. Dün gece yastığa bıraktığım ben, sabah kalktığımda bulduğum ben’le aynı ben mi sorusu da cevabını buluyor böylece. Duruk değil devingen bir oluştan sözediyoruz hilkatten bahsederken. 

Öz ile özge arasındaki ilişki, velevki ‘’uzanıp giden tren yolları’’ na benzesin, velev ki ‘’yarin sarmayan kolları olsun’’ her halükarda, beni ben kılan o arzu ve bekleyiştir, irtibattır bu, bağdır. Özneyi belirleyen, birleşmeden çok ayrılıktır öyleyse. Bağlamı ayrılık üzerinden anlamlandırmak ne kadar kederli değil mi... Zannediyorum Gözel’in yerini ayrıcalıklı hale getiren de bu asil ve kederli yalnızlığı. Yalnızlık tasvirini bilinçli olarak kullandım.

OLMAK VE ARAMAK

Kitapta beni en ziyadesiyle tahrik eden başlık ‘’Olmak ve Aramak’’ kısmı. Heidegger ve Levinas’ın ruhları geziniyor neredeyse tüm sayfalarda. Özkan Gözel ile farklı okuma gruplarında zevkli beraberliklerimiz oldu. Onu klasik manada ‘’muhalif’’ bir düşünür olarak tarif etmek yetersiz kalıyor kalbime baktığımda. Tenhada kalmayı kendisi tercih etmiş, hemen her harfinin vicdani bedelini imbikten geçirmiş bir adam o... Kitabın ikinci kısmında öteki, başkası ve başkalık gibi yine dillere pelesenk olmuş kavramları kendince ve eleştirel mahiyette diyebileceğim özgün tarzıyla odağa taşıyor Özkan. ‘’Medyatizm çağı’’ adını verdiği günümüze has zorunlu aidiyet sosyolojisine yönelik tenkidi de çok önemli. Ben yine de kitapta en çok ‘’Olmak ve Aramak’’ bahsini sevdim. Orada aşk var çünkü.