18 Nisan 2024 Perşembe / 10 Sevval 1445

Sana hayatı öğreten yazarlar

Sahi Santiago neyin hikayesiydi. Dünyanın en büyük kılıçbalığını yakalayan ama bunu kıyıya getirmeden köpek balıklarına yem eden dünyanın en yoksul balıkçısının hikayesi. Zorluğun, direnmenin, çabalamanın ama bunun sonunda eline bir şey geçmeye dair hayatla bir anlaşma yapmamanın hikayesi.

ERDİNÇ AKKOYUNLU12 Nisan 2018 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Sana hayatı öğreten yazarlar
Yazmaya ve okumaya dair düşünceler, eninde sonunda hayatın anlamını çözmeye dönük bir çabaya dönüşür. Sahi nedir hayat? Beklenmedik sayısız ihtimalle, zamanın ana bölünemeyen kısmından da kısa sürelerde durmadan ve durmadan bir değişme hali. 
 
Aslında hiç sahip olmadığın zamanın akıp gidişine tanıklıktan ibaret değil mi hayat? Bak bir sorunun cevabı da bir başka soru olabiliyormuş. Böyle olunca da hayat dediğinin anılardan ibaret olduğunu düşünmek için boşboğaz cesareti de gerekmiyor. Hatırlayabildiğin kadar mı yaşadın peki? O zaman iyi hatıralara sahipsen, iyi bir hayatın oldu demektir. Gerçek şu ki, hayatı anlamak demek onun birkaç kriterle tanımlanamayacak bir mücadele olduğunu anlamak demek. İyi hatıralar da iyi yaşam anlamına gelmez. İşte bunu ancak benim gibi bir boşboğaz söyler... Hele ki iyi şeylere sahip olmanın gücü çalışman ve becerilerinle sınırlı değilken, hiç gelmez. İstediğine sahip olmanın gönül kıran ve yasa dışı yolları daima çalışkanlık ve dürüstlükten daha kestirme ve kesin sonuçları verir. Hayat, onu sonuna değin yaşayıp, bu uğurda yıkıp döktüklerine göz ucuyla dahi bakmayan, hiç kahırlanmayanların; yani vurdumduymazların oyun alanı. Geriye kalanlar bu yıkıntıları toplamakla ve olup bitene üzülmekle memur. O hassas yüreklerin elinde değildir bu.  
 
BİR GÜLÜN HİKAYESİ
 
Onlar susarak, bir gün adaletin yerini bulmasını bekler. Bazen de beklemekten vazgeçer. İnancın depremleri herkesi kendi inancı kadar sarsar fakat, onların suskunlukları değişmez. Çünkü kendilerine tuğlası kitaplardan örülü bir dalgakıran inşa etmişlerdir. Bu dünyanın hiçbir maddi darbesi onları üzmez; kimseye muhtaç olmanın dışında yaşamın lüks standartlarından uzak olmak da umurlarında olmaz. Ne ki böyle bir hayat da eninde sonunda, her şeye sahip olmak için hiçbir değeri göz etmeyenlerin kırıp döktükleriyle yaralanarak kan kaybından başkası değil. 
İnanmıyor musun? O vakit Gabriel Garcia Marquez’in Kardaki Kan İzlerin adlı öyküsünü oku. Kolombiya’nın en kalburüstü ailesinin en uçarı oğlu sahildeki soyunma kabinlerini açıp, kadınlara erkekliğin gösterip onları utançtan bağırarak kaçırma gibi bir oyuna kendini kaptırır. Bu gösterisine sessiz kalan yine kendi gibi kalbur üstü bir ailenin güzeller güzeli kızına da aşık olur. Ve Kolombiya’yı sömüren bu iki ailenin yeni evli çifti balayı için ancak daha önce haritada gördükleri İsviçre Alplerini seçer. Paris’te uçaktan indiklerinde onları havalimanında bekleyen son model spor otomobile kurulmadan evvel, yeni geline hediye olarak verilen bir gülün dikeni batar ve gelinin parmağı kanar. Ailelerinin düğün hediyesi son model spor otomobille Avrupa’nın sarp dağ yollarından uçup savrularak İsviçre’deki balayı otellerine varmaya çalışan damat uyku nedir bilmez. Gelin de eline batan gül dikeninin durmayan kanını emsin diye bavulundaki pahalı giysileri parçalayıp, pansuman yapar. Avrupa dillerini Kolombiya’daki kolejlerde şivelerine varıncaya dek öğretme garantisi veren okul politikası, bu zengin iki genç için istisnalar sunmuştur. İkisi de Fransızca bilmeden daha önce ayak basmadıkları Avrupa’da son sürat kendi kaderlerine yol alır. Ara sıra İspanyolca yol sordukları köylüler ve polislerin onlara anlamsız bakışlarıyla çaresizliğe düşerek fırtınaya dönüşen karın talihsizliğinde yollarını kaybedip varmaları gereken İsviçre’ye varırlar. Ama yol boyunca vücudundaki kanın çoğu parmağındaki gül dikeninden pahalı giysilerinin pansumanına akan yeni gelin fenalaşır. Gördükleri ilk hastaneye giderler. Hikayenin sonrası ise tam bir trajedidir. Genç damat yerleştiği otelin barında ve kendisini tek kelime alamayan hastane görevlilerine dert anlatmaya dönük bir kör dövüşüyle tam bir ay boyunca eşinin iyileştiğine dair bir haber almayı bekler. Yaptığı tek şey beklemektir. Körü körüne bir bekleyiş. Otelden çıkıp İsviçre sokaklarında dolaşmaz bile. Kendisiyle anlaşabilecek birini aramaya bile davranmaz. Bir yeni yetme, bir sonradan görme ve bir umarsız ne yaparsa onu yapar; ruhundaki serserilikle içip durur. Anlamsız bekleyişini amaçsızca sürdürür. En sonunda hastaneye gittiğinde ise, eşinin hastaneye geldikleri ilk gece kan kaybından öldüğünü ve ailesinin gelip çoktan memleketi Kolombiya’ya götürüp gömdüğünü öğrenir. 
 
BUNU ISKALAMAYIN
 
Gördün mü bak, güzelliğin ve aşkın ifadesi bir kırmızı gülün battığında sadece hafifçe can acıtan ve bir damla kan döken dikeni bazen bir cinayet aletine dönüşebilir keskin bir yazarın zihninde. Ölen her şeyi sömürmenin ustası ise, bu tür bir romantik cinayet de edebiyat tarihine geçmezse o bir tarih değildir zaten. Sahi yazarken ipin ucunun kaçması yazının kendi doğasında var. Hiçbir yazar aklındaki metinle yazdığı metini aynı yerde göremez. Yazarken daima değişir metinler. Ben de yazıya başlarken doğru okuma biçimleri edinmeyi anlatacaktım. Evine kapanıp sadece roman okumaya dönük bir hayat sürsen ve nitelikli romanlarla ilgileniyorsan, bu çabanın dört yıllık ömrü var. Dünya tarihinde yazılmış nitelikli romanları ara vermeden okumak ancak bu kadar sürer. Ya sonra... O zaman sana muhteşem bir hafıza kaybı gerekiyor başa dönmen için. Tabii bu okuma fikrini de hatıralarınla beraber kaybetmediysen. Ama en iyisi bir yolunu bulmayı denemek. Tıpkı İhtiyar Adam ve Deniz’deki Santiago gibi. Bu son sahi... Sahi Santiago neyin hikayesiydi. Dünyanın en büyük kılıçbalığını yakalayan ama bunu kıyıya getirmeden köpek balıklarına yem eden dünyanın en yoksul balıkçısının hikayesi. Zorluğun, direnmenin, çabalamanın ama bunun sonunda eline bir şey geçmeye dair hayatla bir anlaşma yapmamanın hikayesi. Yani hayatın ta kendisi. Ben başta hayat tarif edilemez de demiştim. Ve boşboğaz olduğumu da söylemiştim. Oysa ki Marquez de Hemingway de hayatı tarif etmişler. İşte bunu ıskalamamak lazım.