20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Sanatla iyileşemiyorsak kalplerimizi yoklamalıyız

“Bugüne kadar yazdığım her metnin tohumunda ilahi bir ışıltı aradım” diyen Naime Erkovan, edebiyatın en çok samimiyetten güç aldığını ekliyor. Son kitabı Akvaryum Fırtınası modern dünyada yaşayan ama onunla baş edemeyen bir karakterle başlıyor ve her sayfada sizi içine çekiyor.

AYŞE SEVİM10 Ocak 2019 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Sanatla iyileşemiyorsak kalplerimizi yoklamalıyız

Naime Erkovan altıncı öykü kitabıyla okuruyla buluştu.  Eskader ve Türkiye Yazarlar Birliği Hikaye ödüllerini daha önce hak eden yazar bu sefer naif bir kurguyla karşımıza çıktı. Akvaryum Fırtınası modern dünyada yaşayan ama onunla baş edemeyen bir karakterle başlıyor ve her sayfada sizi içine çekiyor. Naime Erkovan ile son kitabı ve öykü türü hakkında konuştuk, buyurun

Akvaryum Fırtınası sizin altıncı öykü kitabınız. İlk kitabınızdan bu yana öykünüz nasıl bir süreç yaşadı? Bu soruyu özellikle kurgusal anlamda soruyorum.

Her kitapta farklı bir anlatımı, kurgu ve dil aracılığıyla aktarmaya çalıştım. Tür, öykü olunca onu ne kadar esnetebilirim, duvarlarına vurunca yıkılır mı, tavanı çöker mi yoksa barındırdığı tozu silkeledikten sonra gücünden hiçbir şey yitirmeksizin ayakta kalabilir mi diye görmek istedim. Fantastikle başlayan öykü yolumu uzun anlatılar ya da deneysel öyküler gibi yeni kulvarlarla zenginleştirmeye çalıştım. Çünkü ele almak istediğim konular, kendi kurgularını ve dil imkânlarını da seçtiler her zaman. Aynı enstrümanlarla farklı konuları ele almak, doğru bir tercih değildir. Nitekim anlatılacak milyonlarca hikâye varken etrafınızda, onu tek bir sese mahkûm etmek, yazarın kaleminden çok, hayatın kurgusunu zedeler.

Yeni kitabınızda bizi iki karakter karşılıyor, biri evinden hiç çıkmayan, yaşamın kendisinden korkan bir kadın diğeri ise bir çocuk... Karakterleri fazla olmayan ama duygusu yoğun olan bir eser, böyle bir konuyu neden yazmak istediniz?

Her yazarda görülmemiş, duyulmamış olanı bulup anlatma isteği vardır. Bu büyünün peşinden giderken gözümüzün önündekilerini ve yalın gerçekten başka bir şey olmayan konuları göremeyiz çoğu kez. Hatta bazen görsek de önemsemeyiz. Bir çocuğun gözüyle hayata bakmanın nasıl efsunlu bir şey olduğunu oldukça çabuk unutuyoruz. Oysa ne kadar yaşarsak yaşayalım, nelerle ya da kimlerle karşılaşırsak karşılaşalım, hiçbir şey çocukluğumuzu unutturmaz; hiçbir güç onu silemez. Geçmişe dönüp baktığımızda hayatımızın en çok çocukluk dönemini hatırlamamızın nedeni de budur. Demek ki bütün zenginliğimiz ve gücümüz orada saklı. Ayrıca çocuk gözünden bakıp dünyayı yorumlamak da bir yazarın sınanma alanlarındandır. Yetişkinlere hitap edebildiği gibi, çocuklara da seslenebilmeli her yazar. Kendi kendimi sınamak istedim diyeyim kısaca.

Tili ve Min yani kitabınızın karakterleri insana ilham veriyor, yeniden başlamak için asla geç olmadığını fısıldıyor. Sizce edebiyatın böyle iyi amaçları olmalı mı?

Sadece edebiyatın değil, genel olarak sanatın böyle bir amacı olmalı. Bizi rahatsız ya da tedirgin ettiğinde dahi asıl amacı, durmaktan ve kıpırdamamaktan ötürü bir göle dönüşmüş olan ruh ırmağımızı yeniden çağıldatabilmektir. Sanatla iyileşemiyorsak hatta daha çok hastalanıyorsak o zaman kalplerimizi yoklamalı ve orada bizden habersiz yuva yapmış sakıncalı varlıkları uzaklaştırmanın derdine düşmeliyiz. Çünkü sanat, kalplerde saklı olanları açığa çıkarır; gerçeği göstermek dışında gayesi olmayan bir aynadır o. Ve bu aynada sanatçı kendini gördüğü gibi, sanatın muhatabı da yansımasını görür.

Öykü kitabınız bölüm halinde ilerliyor fakat onu roman olarak nitelendiremiyoruz. Öykü ile romanı ayıran şeyler nelerdir?

Romanın birkaç belirgin özelliğini sıralamak gerekirse romanın karakterleri, zamanı, mekânı vs. kurgusunun omurgasını teşkil eder. Felsefi bir alt yapısı ve daha uzun bir soluğu olur. Öykünün birçok ayrıntıya yer verme gayesi yoktur. Romanın uzun uzun konuşabildiği yerde, öykü susmasını bilmelidir. Romanın ayrıntılara kucak açtığı yerde, öykü fazlalıklara sırt çevirir. Bir kesittir öykü; bütünü kuşatma ve aktarma zorunluluğundan muaftır.

Yazdığınız öykünün iyi bir öykü olduğunu, sizi yarı yolda bırakmayacağını nasıl anlıyorsunuz? Son kitabınızda bize sunduğunuz kurgusal dünya kolaylıkla sıkıcı bir metne düşebilecek yapıda ama siz ondan enfes bir öykü çıkarmışsınız, bu ayrımı nasıl ve yazının neresinde fark ediyorsunuz?

Bugüne kadar yazdığım her metnin tohumunda ilahi bir ışıltı aradım. Konu kafamda dönse de kalbimin kıpırdanması gerekir masanın başına oturabilmem için. Öncelikle bunu söyleyebilirim. Devamında, yazmakla ilgili öğrendiğim ilk düsturlardan biri de edebiyatın en çok samimiyetten güç aldığıdır. İnanmadığım hiçbir şeyi yazmadım bugüne kadar; fantastik kurgular da dâhildir buna. Gerçek bir yazarın bana göre en önce kalbi gelişir ve son derece hassaslaşan kalp, yazma esnasında güçlü sinyaller yayar. İyi bir yolda olduğumuzda heyecanlandığı ve bizi coşturduğu gibi, basınçtan uzaklaştığımızda kasılır ve bir şeylerin ters gitmeye başladığını fısıldar. Onun sesine kulak vererek yazmaya çalıştım ve şimdiye kadar beni pişman etmedi çok şükür.