24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

Şatahatın tezahürü: Hz. İsa’ya mektup

Hz. İsa’ya yönelik ifadelerin mahiyeti haricinde ciddî bir Hıristiyan Medenî Batı-Avrupa tenkididir Hz. İsa’ya Açık Mektup. Medenî-laik-Hıristiyan değerlerin taşıyıcıları hangi coğrafyaya gitmişlerse orayı kan ve gözyaşına boğmuştur. Bu kitap, sırf bu hususu dile getirdiği için bile defalarca basılmalı ve tartışılmalıydı.

İSMAİL KÜÇÜKKILINÇ24 Şubat 2017 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Şatahatın tezahürü: Hz. İsa’ya mektup
Cenab Şehabeddin’in ifadesiyle “icazetini kendi mekteb-i zekâsından alan, resmî diploma yerine kıymeti nâ-kabil-i inkâr bir vesîka-i selahiyet” olan Süleyman Nazif, âlim ve şairi bol olan bir sülaleye mensup asabî, fevrî, heyecanlı, taşkın ruhlu birisidir.

Süleyman Nazif aynı zamanda kurucularından da olduğu ve gayesi Ermenilerin hak iddia ettiği vilayetlerin Türk ve Müslümanlara ait olduğunu müdafaa olan Vilayât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin yayın organı haline de getirdiği Hadisât gazetesinin 9 Şubat 1919 tarihli nüshasında bir gün evvel Rum ve Ermenilerin çılgınca alkışları arasında Fransız General d’Esperey’in Fatih Sultan Mehmed’i tanziren İstanbul’a fatih edasıyla girmesini şiddetle protesto ettiği “Kara Bir gün” başlıklı yazısıyla tarihe ismini nakşetmiş kalemi ve kelamı gibi nesri ve şiiri de kuvvetli bir idareci-validir. Nazif, yerli Hıristiyanların taşkınlıklarını ve bilhassa Yunanistan’ın bağımsızlık gününde ve İzmir’in işgalinde Rumların ellerindeki Yunan bayraklarıyla yaptığı kutlamaları ölüme bedel bir ihanet telakki etmiştir. Aslında o, Hıristiyanların yıllarca kendilerine hamilik yapmış Osmanlı’ya ihanetlerini sadece siyasî değil, edebî hayatının da merkezine almıştır. 1895’te Diyarbakır’da vuku bulan Ermeni patırtısı üzerine Sultan Abdülhamid’e çekilen ateşîn ve edebî telgrafı kendisi kaleme almıştır. Müslümanların kaybedilen topraklardan tehcir ve hicretinin tevlit ettiği tehlikeyi de hep gündemde tutmuştur. Bilhassa hicret edenler, sebat hissinden mahrum insanlardır. Şayet sebat edip hicret etmeseler, meskûn ve mutavattın oldukları bölgelerin hâkimi değilse bile oraların mühim bir unsuru olarak mevcudiyetlerini idame ettireceklerdi. Medenî Avrupa’nın gaye ve derdinin Osmanlı’yı mahv etmek olduğunu hiç hatırdan çıkarmaz, bu sebeple onlara olan kinini din haline getirir. Mesela Trablusgarb’ı işgallerinden dolayı İtalyanları “Eski Roma’nın piçleri” olarak tavsif eder. Ermeni iddiaları daha doğrusu iftiraları aleyhinde ve tashih vadisinde en fazla yazı kaleme alanlardan ve Vilayat-ı Şarkıyye’nin nüfus, emlak ve arazice Türk ve Müslüman olduğunu tok bir sesle yazan insanların başında Nazif gelmektedir. 

Çareyi mektup yazmakta buldu

Pierre Loti İhtifali’ndeki nutkunda işgalciler aleyhindeki sözleri sebebiyle Malta Adası’na sürgün edilen Nazif İngilizlere de şedittir. Kendisini tevkif eden İngiliz subayı ve erleri için kullandığı ifade “İngiliz mülazım-ı evveli üniformasını labis bir şakinin kumandasında, yine İngiliz asker neferâtı kıyafetinde yirmi iki haydud” şeklindedir. Modern Haçlıların İslam âlemine ve Müslümanlara müteveccih tecavüz, katliam ve zulümleri Nazif’i çileden çıkarmış, o da çareyi Hz. İsa’ya mektup yazmakta bulmuştur.

Nazif, Müslüman’dır; ancak Müslümanların, bilhassa da Türklerin maruz kaldığı mezalime isyan ve itiraz ederken kimi zaman maksadını aşan sözler de sarf eder. Hz. İsa’ya Açık Mektup da böyle bir şatahatın tezahürüdür. Nazif, coşkun bir fıtrata sahiptir. O, İslam’ı ve Müslümanları müdafaa ederken de zaman zaman muvazenesini kaybeder. O, mülhid, münkir, mülabatsız biri değildir; ancak muttakî birinden sadır olamayacak bir münasebetsizlikle maluldür. Kimi zaman da mübalağası hezeyana müsavi olur: Hz. İbrahim Belhli Türk oğlu Türk Azer’in oğludur. Bu sebeple “Hz. İsmail’den Hz. Muhammed’e ve Hz. İshak’tan Hz. İsa’ya kadar bilumum enbiya-yı izam bir Türk oğlu Türk’ün muazzam hafîdleridir. Yusuf Türk, Musa Türk, Davud Türk, Süleyman Türk, hep Türk, hep Türk”. Titiz araştırmacı Emir Hüseyin Yiğit’in bu yazıda temas edemeyeceğimiz pek çok kıymetli ilaveyle yayına hazırladığı Hz. İsa’ya Açık Mektup’u Nazif, Cemiyet-i Akvâm’da İngiliz mümessilinin Türkiye’deki Hıristiyanları himaye ve bunlar hakkındaki muameleleri kontrol için bir heyetin gönderilmesini teklif etmesi ve Paris’te yayınlanan bir gazetenin de Rifli Mücahid Abdülkerim’in Kuzey Afrika’da İspanyol ordusuna karşı kazanacağı muhtemel bir zaferin tüm Avrupa’nın aleyhine olacağını yazması üzerine kaleme almıştır. Başkalarına karşı vahşilikte, katliamda hiç merhameti olmayan Medenî Avrupa, zulmüne devamdan vazgeçmemektedir. Dünyanın her yerinde Hıristiyanlar kan ve gözyaşı akıtmakta, kendilerinden başkalarına yaşam hakkı tanımamaktadır. Madem bu zulümler, Hz.İsa adına yapılmaktadır, Nazif de Hz. İsa’ya isyan, yer yer de hâşâ sümme hâşâ hakaretamiz sözler sarf eder.

Maksadını aşan ifadeler

Aslında Nazif’in derdi bir peygambere hakaret değil, onun kavminin göğü titreten kan dökücülüğünü çarpıcı bir şekilde dile getirmektir. Ancak Nazif, tüm edebî kudretine rağmen taşkın ruh halinin bir neticesi olarak kendisini kontrol ve bir  peygamber hakkında maksadını aşan ifadeler kullanmaktan imtina edemez:  “Bilirsin ki hâdisâtın gûnâ-gûn tecelliyâtı karşısında bir gün feverân eden Hazreti Musa, Cenâb-ı Hakk’a “Bu ancak senin fitnendir” demişti. Ben de senin yirmi asırdan beri fitneler ocağı, fesâdlar kaynağı olduğunu yüzüne karşı söylersem hakk ve haddimi bilmez mi sayılırım? Söyle: Var mısın yok musun? Kimsin, nesin? Yerde mi, göklerde misin? Senden beş yüz yetmiş bir sene sonra doğmuş olan Resûlullah… Benim peygamberim, Allah’ın Meryem’e nefh ettiği rûhtan senin vücûd bulmuş olduğunu söylüyor. Hatta insanların seni salb ile katl etmiş olduklarını ağza almaya o nebiyy-i müşfikin gönlü kâil olmadığından, dipdiri göğe çıktığını muhbir-i sâdık sıfatı ile haber vermiştir. O halde sen sağsın. Ve bulunduğun yerden dünya denilen bu mahşer-i fecâyii görüyor, buradan yükselen duaları ve bedduaları işitiyorsun demektir.” Hz. İsa’ya Açık Mektup, Hz. İsa’ya yönelik ifadelerin mahiyeti haricinde ciddî bir Hıristiyan Medenî Batı-Avrupa tenkididir. Medenî-laik-Hıristiyan değerlerin taşıyıcıları hangi coğrafya ve ülkeye gitmişlerse orayı kan ve gözyaşına boğmuştur. Bu kitap, sırf bu hususu dile getirdiği için bile defalarca basılmalı ve tartışılmalıydı.