20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Seçki kitaplarından beklenen

Amerikan edebiyatına uzak olanlar için, bu seçki, iyi bir başlangıç olabilir. Önümüzdeki tatil günlerinde okunabilecek bir yapıt Amerikan Edebiyatından Kısa Öyküler.

TURAN KARATAŞ9 Ağustos 2018 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Seçki kitaplarından beklenen
Edebiyat seçkileri, okuru geniş bir arama zahmetinden kurtardığı ve belli bir beğeni düzeyindeki ürünleri içerdiği için sevilen, aranan, okunan kitaplardır. Her devirde meraklıları, alıcıları vardır; önemleri ve işlevleri nispetinde el altında bulundurulurlar. Bazıları başucu kitabı olur. Bu nevi kitapların yayımlandıktan sonraki dönemlerde de itibar görmesi için, ehliyetli kişilerin elinden çıkmış, titizlikle hazırlanmış ve emek mahsulü olması gerekir. Hazırlayıcının yani ürünleri seçenin, gerektiğinde açıklayanın, o alana vâkıf olması ve bir edebî zevke sahip bulunması beklenir. Başka edebiyatların eserlerinden yapılacak seçmelerde hazırlayanın yetkinliği/uzmanlığı daha da önemlidir. Seçilen ürünlerin evvelinde ait oldukları edebiyatı veya ilgili türün oradaki tarihini/macerasını muhtasaran tanıtan bir inceleme, yazarları kısaca tanıtan yazılar da beklenir böyle kitaplarda. Çünkü iyi bir seçki, aynı zamanda güvenilir, itibarlı bir kaynak ve bir başvuru kitabı olmalıdır.
 
Geçtiğimiz ay yayımlanan Amerikan Edebiyatından Kısa Öyküler, Elvan Aytekin’in seçtiği ve Türkçeye çevirdiği hikâyelerden oluşuyor. İçinde on iki yazarın birer öyküsü var. Bazılarından iki yahut üç tane alınamaz mıydı, diye düşündüm. Daha önce okuduğum kitaplığımdaki benzer bir seçkiyle karşılaştırdım, farklılıkları görmek için. Dokuz yazar, her iki kitapta da var. Dört yazarın aynı öyküleri seçilmiş. Aytekin’in seçkisinde, Amerikan edebiyatının önemli roman ve hikâye yazarlarından olduğunu bildiğim ve çoğu Nobel ödülüne lâyık görülen William Faulkner (1897-1962), Ernest Hemingway (1898-1961), John Steinbeck (1902-1968), Erskine Caldwell (1903-1987), Toni Morrison (d. 1931) gibi yazarların eserlerine yer verilmemiş. Bence önemli bir eksikliktir, bilmediğim bir sebebi yoksa eğer. Çünkü antolojiler, içinden seçildikleri dilin/türün/dönemin karakteristik ve temsil kabiliyeti olan bütün iyi örneklerine yer vermekle kıymetlerini artırır. 
 
GERÇEKLİK TASAVVURU
 
Kitaptaki on iki öykünün bir ikisinden tat alamadım. Meselâ, ünlü şair, yazar Edgar Allen Poe’nun “Şişede Bulunan Not”unu pek sevmedim doğrusu. Öykü, bugünkü okurun gerçeklik tasavvurunun neresinde yer bulabilir, cevabı zor. Şunu genel bir tespit olarak belirtelim. 19. asrın ilk yarısında yazılan hikâyelerde dinî motifler, masal unsurları, fanteziler, gizemli düşler fazlaca belirgin. Sonraki dönemin ürünleri daha gerçekçi. Gerçi, şimdiye kadar adı hafızamda yer etmemiş Frank Stocton’ın (1854-1902) “Kız mı, Kaplan mı?” hikâyesi de masalımsı bir hava içinde kurgulanmış, fakat insan gerçekliğini, psikolojisini fevkalade iyi yansıtıyor. Zevkle okudum, beğendim. Eser dediğimiz şey, akılda kalmalı ve insanın/hayatın/tabiatın bir özelliğini, bir çehresini yahut tarafını unutulmaz kılmalıdır. Eserin bir anlamının da “iz” olduğu unutulmasın. Hikâyeyi okuyup bitirdikten sonra düşündüm; “Kralın süslü fantezileri gibi çiçek açan, kendisi gibi ateşli bir ruhu olan otoriter kızı”, acaba âşığına hangi kapıyı işaret etti? Sevdiği yakışıklı genci, kana susamış kaplanın pençelerine mi yoksa rakîp bir güzelin kucağına mı attı? Böyle bir öyküyü unutmak, olası görünmüyor bana. Kate Chopin’in (1851-1904) “Bir Saatlik Öykü”sü de çok çarpıcı. Müthiş bir hayal gücü elbette. Sonra insan tabiatına, gerçekliğine son derece uygun. İçimizde yani şuuraltımızda yatıp duran kimi isteklerin, duyguların bazı olaylar karşısında nasıl uyandığını ve gerçek hâliyle görünür olduğunu fark ediyoruz. Charlotte Perkins Gilman da (1860-1935), tanımadığım bir yazar. “Sarı Duvar Kâğıdı” fevkalade bir hikâye. Okuyup bitirince, bir ruh sayrısının marazlık hali ve eşyaya bakışı ancak bu kadar başarıyla anlatılabilir, dedim. Dili de pek tatlı, çeviri iyi. Jack London’ın (1876-1916) “Hayatın Kanunu” öyküsünü daha evvel okumuştum. Fakat bu kadar etkilememişti. “Acaba yaşlanıyor muyum”, dedim kendi kendime! Bu ne biçim bir kanundur ki, ne acıması var, ne de sevmesi? Kitabın en iyi metni, her halde F. Scott Fitzgerald’ın (1896-1940) “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi”. Daha önce bir film olarak seyrettiğim bu tuhaf ve sıra dışı kurgunun, bir hikâyeden uyarlandığını bilmiyordum. Filmi de beğenmiştim, fakat yazıdan okuduğum öykünün hissettirdiği hüznü, kederi, duyguyu, acizliği yani insan olma hâlini filmden pek alamamıştım.
 
HACİM NEYİ BELİRLER?
 
Kitabın çevirisinde genel olarak dil belli bir kıvama kavuşmuş. Muhtemelen dizgiden kaynaklanan, anlatım bozuklukları var, sekiz cümlede gördüm. Bazı sözcüklerin yerine yakışmadığını fark ettim. Söz gelimi “bu kadının titrek adımlarını destekleyerek yürüdüler” ifadesindeki “destekleyerek” sözcüğü iğreti duruyor. “Teknolojinin ve yazılı basının arttığı” sözcesinde, “arttığı”nın yerine başka bir kelime konmalıydı. Yine “önce seriler halinde gazetelerde yayımlanmış” ifadesinde “seriler” yerine “tefrika” daha münasip olurdu. “Bir an sonra”, “yoldan baya içerde” ifadelerinde de “an” ve “baya” sözcüklerinin yerine başkaları tercih edilebilirdi.
 
Öyküleri tavsif etmek için kullanılan şu “kısa” kelimesine dair itirazımı söyleyeyim. Kitapta 18, 26, 35 sayfa tutan hikâyeler var. Bunlara “kısa öykü” denilemeyeceği aşikârdır. Hikâye yahut öykü dediğimiz türün hacmi aşağı yukarı bellidir. Bazılarını ayrıca “kısa” diyerek ayırmak doğru mudur? Sonra ardından “kısa kısa”, yetmedi “küçürek” gibi yeni kümelendirmeler gelmiştir. Diyeceğim, bu kitaptaki öyküler için “kısa” sıfatına ihtiyaç yoktur. Sonra, hacim ölçüsü, bir edebiyat yapıtında neyi ne kadar belirler ki!..
 
Amerikan edebiyatına uzak olanlar için, elimizdeki seçki, iyi bir başlangıç olabilir. Önümüzdeki tatil günlerinde okunabilecek bir yapıt Amerikan Edebiyatından Kısa Öyküler.